Canavarın dönüşü

9 Nisan 2005

Ankara Halkevi binası...1. Türk Tarih Kongresi...Şevket Aziz Kansu adlı genç bir bilim adamı kürsüye çıkıyor. İki yıldır tıp fakültesinde "Türklerin antropolojisi"ni incelediğini söylüyor. Kürsüye dört kafatası koyuyor. Özelliklerini anlatıyor."Efendiler, şimdi size hiçbir seçmeye tabi tutmadan bir Türk ailesini göstereceğim" diyor.Ankaranın Bağlum köyünden "tesadüfen bulduğu" Abdullahı, eşi ve çocuğuyla kürsüye çıkarıyor, gösteriyor:"İşte, ince ve uzun burunlu, halis dağlı adam... Türk adamı!.."Salondakiler alkışlıyor.Kansu devam ediyor:"Abdullah koyu olmayan gözlere, buğdaydan daha açık renkli kumral bıyıklara ve beyaz tene sahiptir. Fakat işte yavruları, saçları altın renkli olan bu yavru Türk ırkına mensuptur. İşte Alp adamı... Orta Asyadan gelmiş olan adam... Ecdadımıza bağlı adam!.."Salon yıkılıyor alkıştan...* * *Türkleri "Ari ırk"tan saymayan Batıya karşı gelişen bir tepkiydi bu... 1930ların ırkçı esintileri içinde taraftar buldu. Nazizme paralel tırmandı. İş, 1935te Mimar Sinanın mezarının açılıp kafatasının incelenmesine kadar vardı.Bu ortam, Nihal Atsızların Turancılık akımını doğurdu.Lakin Nazilerle birlikte Turancılar da yenildi.Hitler, 10 Mayıs 1944te Sivastopolu

Yazının Devamı

Sinemanın onuru

7 Nisan 2005

Daha geçen ay Ankara Film Festivalinde de "Aziz Nesin Emek Ödülü" ile alkışlanmıştı Akan...Oysa geçen yıl hiçbir filmde oynamamıştı. Ortalarda da görünmemişti pek... Ama reklama ihtiyaç duymadan, sinemayla bağını sürdürmüştü.* * *"Kartpostal Tarık"ı anımsayanlar, onun 1970lerde nasıl bir şöhret dağına kurulduğunu iyi bilir. Yılda ortalama 7-8 film çektiği o dönemki ünüyle "Genç kızların sevgilisi bebek yüzlü jön" rolünü yıllarca oynayabilir, büyük servet yapabilirdi.İstemedi.İtibarın, iktidar olabilmekle değil, ondan vazgeçebilmekle elde edildiğini gördü.Kendi isteğiyle indi sabun köpüğü şöhret dağından...Hayranlarının kapısının önünde yattığı, kimi meslektaşlarının sahneye çıktığı, kimisinin uçkur çözmek zorunda kaldığı dönemde Nehirle, Madenle, Sürüyle, Adakla, Yolla bambaşka bir role soyundu.Buruşturup attığı bebek maskesinin altından güçlü bir karakter oyuncusu çıktı.* * *O yüzü ilk fark edenlerden biri Yılmaz Güneydi galiba...Önce Sürüde, sonra Yolda ona en önemli rolleri vermişti.Yol fikri doğduğunda Güney Isparta cezaevinde mahkûmdu.Filmi Şerif Gören çekecek, her şeyden onu haberdar edecekti.Akan, bayram izniyle dışarı çıkıp karısını öldüren sert tabiatlı bir mahkûmu

Yazının Devamı

Basın adına utanç verici sahneler

5 Nisan 2005

"Bizimkine bir randevu ayarlamamız lazım...""Bizimki" dediği patronu...Verilmiyor randevu...Çünkü niyet biliniyor:"Bizimki", bir televizyon kanalını ucuza kapatmak istiyor. Randevuyu koparamayınca, "genç işadamı" kılığında Başbakanın yurtdışı gezisine yazdırıyor adını...Uçak kalkar kalkmaz, "Kemerleri çözün" anonsunu bile beklemeden Başbakanın bulunduğu ön sıraya koşuyor.Başbakan atlatıyor.Bir süre sonra "Bizimki"nin yöneticisi de geliyor.Kuşatma o kadar yoğun ki, danışmanları Başbakana not iletiyorlar; "Tehlike arka koltukta" diye..."Bizimki" sonunda söylüyor talebini:"Biz sizi zor günde destekledik, şimdi siz de bize destek vermek zorundasınız".Ve Başbakanın uçağı iner inmez ilk uçakla Türkiyeye dönüyor.Onun için "resmi gezi" bitmiş oluyor.***Bir başka sahne:Gazetenin Ankara temsilcisi Başbakandan randevu alıyor.Gündeme ilişkin sorular soracak sanarak veriyorlar.Temsilci, makama girip önünü ilikliyor ve "Emirlerinizi bekliyorum Sayın Başbakanım" diyor.Başbakan da yanındakiler de şaşkın...Temsilci hiçbir soru sormuyor. Koltuğa oturur oturmaz "Patronum telefonuna çıkmadığınız için çok üzgün" diyor ve ekliyor:"Lütfen şuradan benim yanımdan bir arasanız da görüşseniz."***Bir

Yazının Devamı

Güneşin battığı yerde

3 Nisan 2005

"Her yer karanlık/ Pür nur o mevki/ Mağrip mi yoksa, makber mi ya Rab"... Mağrip "Güneşin battığı yer", ama orada "her yer karanlık" değil.Kentin en gözde caddesi Habib Burgiba, palmiyelenmiş bir Champs Elysee esintisiyle ışıldıyor.Endülüsle Afrikanın hercümerç olduğu, İslamın Akdenizin sularına karıştığı bu caddenin sonunda bütün haşmetiyle bir İbn-i Haldun heykeli dikiliyor.Ve heykelin arkasındaki kemer, zamana geçit veren bir kum saatinin boğum yeri gibi, 75 yıllık Fransız sömürgeciliğini anımsatan bu caddeyi boğup kum saatini ters çeviriyor, takvimi birkaç yüzyıl geri alıyor. Ve 300 yıllık Osmanlı yönetiminden miras Medina çarşısına açılıyor.Yürüdükçe sizi daha da içeri çeken bir labirent, baharat, kuskus, "gahve" ve amber kokuları, yaylı vurmalı Arap ezgileri, cami desenli halılar ve marka taklitleri eşliğinde uzadıkça uzuyor.Türkiye gibi Tunus: Ayakları Osmanlıda; yüzüyse Batıya dönük... Tunus uçağı Kartaca Havaalanı için alçaldığında gün batıyordu. Kulağımda şair-i azam Abdülhak Hamidin "Makber"i... Gezi sırasında Tarım Bakanı Sami Güçlü, Tunuslu yetkililere "Burada bizi İbn-i Haldunla ilgili bir yere götürmediniz" diye dert yandı:"Yaşadığı eve ya da adına kurulmuş bir

Yazının Devamı

Yeni dünya arayışı

2 Nisan 2005

Türk heyetiyle görüşürken Başbakan Erdoğana ilginç bir soru sordu:"Siz bir dönem, ağırlığını kaybetmiş bir siyasi harekettiniz. Seçimde tek başına iktidar oldunuz ve ülkenizde istikrarı sağladınız. Bunu nasıl başardınız?"Erdoğan uzun uzun anlattı.Bakan, anlatılanları dinledikten sonra şöyle dedi:"İslam dünyasındaki manzara bizi Bu kültür neden kalkınmayı başaramıyor? diye endişelendiriyordu. Sorun acaba kültürümüzden mi kaynaklanıyor? diye düşünüyorduk. Türkiyenin kalkınması buna yanıt oldu. Demek ki sorun kültürde değildi. Bu, Batı kalkınma modeline bir alternatif olabilir mi? diye gözlemeye başladık." Tunus Dışişleri Bakanı Abdelbaki Hermassi Batıda eğitim görmüş, uzun yıllar Amerikada yaşamış, kültür üzerine uzmanlaşmış bir entelektüel... Türkiyeye ilişkin yargınız ülkeye hangi yönden geldiğinize göre değişiyor.Avrupadan, Amerikadan dönüyorsanız hayli geri kalmış bir ülkeye girdiğiniz duygusuna kapılıyorsunuz. Orta Asyadan, Arap ülkelerinden, Afrikadan geldiğinizde ise Türkiye gözünüzde büyüyor.Tunus - Fas dönüşü de öyle oldu.Orada da gördük ki Müslümanlığı modern Batılı bir kimlikle, kalkınmayı demokrasiyle harmanlayabilme yeteneğiyle Türkiye, İslam coğrafyası içinde ilgiyle

Yazının Devamı

Patronun Çin seddi

1 Nisan 2005

Rabattaki basın toplantısında üslubu yumuşak ama mesajları sertti ve satır aralarında pek çok çevreye mesaj vardı:Giden AKPlilere: "Beni çok ararsınız."ABDye: "BM ve NATO çerçevesi dışında İncirliki kullanamazsınız."Genelkurmaya: "Irak politikasında ortak olduğumuzu açıklamakta geç kaldınız."İşadamlarına: "Beni iş bağlayan adam durumuna düşürmeyin."Milletvekillerine: Yatmayın, çalışın. Meclise devamlılık isterim."Derin devlete: "Sizin düğmeniz varsa, benim de var."Basına: "Bana ulaşamadıklarını söyleyenlerin kendileri ulaşılmaz." Erdoğan, kendisine "çetin ceviz" diyenlere sert kabuğunun altında tatlı sert bir yemiş olduğunu gösterdi dün... Son sözlerin muhatabının, "Erdoğan ulaşılmaz oldu" diye yazan Nazlı Ilıcak olduğu belliydi.Erdoğanın yakın çevresi, bu tepkinin asıl nedeninin gazetecilik görüntüsü altında özel iş takip eden medya patronları olduğunu fısıldadı. Sinirlenmeden "Kimse bana duvar örmüyor. Tekelciliği sevmem. Kolektif aklı kullanırım" dedi. Sonra "1. tekil şahsı" bırakıp yeniden kendinden "1. çoğul şahıs"la bahseden üslubuna geçti:"Biz dayatmacı olmadık, olmaya da niyetimiz yok. İstişareye, müzakereye inanırız. Arkadaşların kanaati oluşmadan kanaat oluşturmayız"

Yazının Devamı

Bir başbakan portresi

31 Mart 2005

Tunusun Başbakanlık sarayında akşam yemeği...Başbakan Erdoğan ve Tunus Başbakanı Muhammed Gannusi eşleriyle birlikte bir masadalar...Biz birkaç işadamı ve gazeteci ile yakın bir masadayız.Az sonra birisi gelip yanımdaki işadamına, "Başbakan sizi çağırıyor" diyor.Telaşla kalkıyor işadamı... Erdoğana doğru eğilip kulağına bir şeyler anlatmaya başlıyor. Anlattığı şeyi sonradan öğreniyoruz:Balıkçılık alanında Tunusla 1 milyon euroluk ortak yatırım projesi var. Ama Tunus bürokrasisine takılmış. Açık kotalardan yararlanmasına izin verilmemiş. Gündüz sorunu Başbakana ilettiğinde, "Akşamı bekle, ben seni çağıracağım" yanıtını almış.İşte bu an, o an...Uzaktan Erdoğanı izliyorum.İşadamını dikkatle dinledikten sonra yanında oturan Tunuslu meslektaşına dönüyor ve durumu ona anlatıyor. Aralarında oturan çevirmen tercüme ediyor. Tunus Başbakanı, "Balıkçılık kotalarının tamamını kullandıklarını" söylüyor. Bu, işadamının verdiği bilgiyle çelişiyor.Erdoğan, dönüp işadamına bakıyor."Kanıtlayabilirim" diyor işadamı...Bunun üzerine Tunus Başbakanı, "Sonra bir inceleyip bakalım" diye geçiştiriyor. Konu, sofradaki Türk Büyükelçisine emanet ediliyor.İşadamı hayal kırıklığı içinde dönüyor. Önceki gece...

Yazının Devamı

28 Şubat ülkesi!

30 Mart 2005

Dün Tunusta alkışlarla karşılanan Recep Tayyip Erdoğan, buraya siyasi kimliğiyle gelip bilinen görüşlerini kürsüde dile getirse tutuklanırdı herhalde...Ve kendisine "Nasıl bir rejimde yaşamak istemezsin?" diye sorulsa muhtemelen "Tunus" derdi.Çünkü Tunus, tam bir 28 Şubat rejimi altında...Kaskatı bir laiklik uygulanıyor. İslami hareketler çok sıkı denetim altında tutuluyor.Resmi kuruluşlara başörtüsüyle girmek yasak... Sokakta çarşafla gezmek yasak... Üniversitelere dini simgeler sokmak yasak... İslami eğitim, yayın, ticaret yasak...Denetim o kadar yoğun ki, namaz saatleri dışında camilerin kapısı kilitleniyor. Devlet görevlisi olan cami personeli kuşkuluları derhal polise bildiriyor. Ticaret ne tuhaf şey... 1940lar Türkiyesini andıran bir tek adam yönetimi var.Dükkân vitrinleri, ülkeyi 18 yıldır yöneten Devlet Başkanı Zeynelabidin Bin Alinin fotoğraflarıyla dolu...İktidar partisinin 10 yıl önceki seçimde yüzde 97.7 oy alması, "çok parti sistemi" hakkında bir fikir veriyor."Böyle seçim mi olur?" diye yayın yapan Fransız kanalları, gazeteleri artık ülkeye sokulmuyor. Tek adam yönetimi 300 yıllık Osmanlı idaresinin ardından 75 yıllık Fransız sömürge yönetimine geçen Tunus, 1956dan

Yazının Devamı