Siyasi dart

10 Ekim 2002


<#comment>Bizim zamanımızda "merkez" diye karakola derlerdi. Hatta yanlış bir iş yapanın başına gelebilecekleri anlatmak için "Götürürler merkeze / vurdururlar herkese" diye tekerleme vardı.
Bugünlerde ise "merkez", siyasetin kıblesi, rendesi, güvencesi adeta...
Öylesine güçlü bir anafor ki bu, herkesi paçasından tuttuğu gibi kendine çekiyor, basmakalıplaştırıp hizaya sokuyor.
Sonuçta seçim de, neden ayrı partilerde örgütlendikleri anlaşılmayan birtakım "tıpatıp aynı"lar arasında yapılıyor. Diplomaside, ekonomide, güvenlikte, bütün partiler resmi çizgiye yapıştığı için kampanyada "dürüst", "hırçın", "harbi", "tonton" liderler yarışıyor.
Ne sol sola, ne sağ sağa, ama herkes birbirine benziyor.
***

Yazının Devamı

Manisa utancı

8 Ekim 2002

5 yıl önce, Manisada işkence gören gençleri işlediğimiz gece telefon yağmış, dehşete kapıldığını söyleyenler, kalkıp endişeyle çocuğunun üstünü örtenler, işkenceyi lanetleyenler gözyaşları içinde aramıştı.Ertesi gün herkes işine gitti, Manisa unutuldu.Ta ki dün Avrupa yeniden hatırlatana kadar...***Kısaca süreci hatırlatalım:14 - 30 yaşlarında, çoğu lise öğrencisi 16 genç, 26 Aralık 1995 sabahı gizli örgüt üyesi diye gözaltına alınmış, Bingölden yeni gelmiş özel timci polislerce sorgulanıp tacizden kaba dayağa, elektrikten cop sokmaya kadar değişik işkenceler görmüştü. Salıverildiklerinde artık bambaşka insanlar olmuşlardı. Ancak kamuoyu da beklenmedik bir tepkiyle onlardan yana çıkmıştı.Mahkemede "çete kurmaktan" toplam 76 yıl ceza aldılar.Yargıtay, "işkence var" diyerek çocukların cezasını bozdu. Mahkeme kararında direnince Yargıtay Ceza Genel Kurulu 1999da tarihi bir gerekçe yayımlayarak Avrupa Sözleşmesinin iç hukukumuzun bir parçası olduğunu belirtti ve işkenceyi buna göre tanımlayıp mahkum etti.***Yargıtay bu kararıyla, Meclis ise Sabri Ergül gibi bir cesur milletvekiliyle üzerine düşeni kısmen de olsa yaptı. Ama iş yürütmede takıldı. İdare, işkenceci polislere bir türlü

Yazının Devamı

Manisa utancı

8 Ekim 2002


<#comment>Yıllardır TV programı yaparım; çok az belgeselim "Manisa dosyası" kadar yankı yapmıştır.
5 yıl önce, Manisa’da işkence gören gençleri işlediğimiz gece telefon yağmış, dehşete kapıldığını söyleyenler, kalkıp endişeyle çocuğunun üstünü örtenler, işkenceyi lanetleyenler gözyaşları içinde aramıştı.
Ertesi gün herkes işine gitti, Manisa unutuldu.
Ta ki dün Avrupa yeniden hatırlatana kadar...
***
Kısaca süreci hatırlatalım:

Yazının Devamı

Ne okumalı?

6 Ekim 2002

Hoşbeşten sonra laf kitaptan açılınca gayet dostane, okuyacak bir şeyler tavsiye etmemi istedi benden...Ben de sevdiğim 8 - 10 kitaptan bir koli yapıp gönderdim.Teşekkür, bir hafta sonra "Beyaz Show"da geldi. Sağ olsun, canlı yayında - hem beni de bağlatıp - koliden çıkan kitaplardan bahsetmez mi?Bu küçük hediyenin canlı yayına konu olmasından mahcup oldum tabii; "Ne demek, lafı bile olmaz" türünden cümleler sıralayıp kapattım.Gece, elektronik postalarımı açmak için internete girdim. Baktım mesaj yağıyor:"O kitaplar neyse biz de okumak istiyoruz!"İnanmayacaksınız ama aylarca, yolda gören, telefon eden, mektup yazan yüzlerce insan bana o 8 - 10 kitabın adını sordu. Aradan bir yıl geçti, hala "Hangi kitapları yollamıştınız Beyaza" diye soran çıkar.***Vatanda Zülfü Livanelinin "Hangi kitaplarla başlamalı" yazılarını okuyunca, çoğu köşe yazarının aynı soruya muhatap olduğunu fark ettim.Okumaya yeni başlayan ya da çok geciktiğini anlayanlar, karşısındaki engin kitap denizi karşısında işe nereden başlayacağını bilemiyor. Ve güvendiği insanlardan kendisine rehberlik etmesini istiyor.Bunda yadırganacak bir şey yok.İşin beni rahatsız eden yanı şu:Gelen mesajlardan anlıyorum ki, okuma

Yazının Devamı

Ne okumalı?

6 Ekim 2002


<#comment>Geçen yıl Beyazıt Öztürk (namı diğer "Beyaz") telefon etti.
Hoşbeşten sonra laf kitaptan açılınca gayet dostane, okuyacak bir şeyler tavsiye etmemi istedi benden...
Ben de sevdiğim 8 - 10 kitaptan bir koli yapıp gönderdim.
Teşekkür, bir hafta sonra "Beyaz Showöda geldi. Sağ olsun, canlı yayında - hem beni de bağlatıp - koliden çıkan kitaplardan bahsetmez mi?
Bu küçük hediyenin canlı yayına konu olmasından mahcup oldum tabii; "Ne demek, lafı bile olmaz" türünden cümleler sıralayıp kapattım.
Gece, elektronik postalarımı açmak için internete girdim. Baktım mesaj yağıyor:

Yazının Devamı

Şairin intiharı

5 Ekim 2002

"Şuna bir göz at" diye elime tutuşturulmuş bir mektup...13 Eylül 2002 tarihli... Düzgün bir el yazısıyla yazılmış.En üstte büyük harflerle "Aslında bütün mesele neydi?" yazıyor:"Hani, Hayatın neresinden dönülse kardır dizesi var ya Nilgünün, canım benim, ben yaşamın neresinden döneceğimi çoktan belirlemiştim. Nilgün Marmaranın 29 yaşında, S. Plathin şubat ayında intihar etmesi, benim de 29. yaşımın 29 şubatında intihar etmemi gerektirmezdi. Ama madem ki yaşamda kalmaya kendimi ikna edemiyordum, o zaman bir tarih belirlemeliydim ve 29. yaşımın 29 şubatını seçtim. Bu yüzden Şubatta Saklambaça bir yığın başka sırla birlikte intihar edeceğim tarihi de gizlemiştim. Ne var ki, kitabımı bir türlü bastıramadım (o kitabı görmeden ölmek bana nasıl acı veriyor bilemezsiniz). Ama şimdi..."İlk okuyuşumda burada durdum. Devam etmeye korktum.Sonra merakım yendi korkumu...Okudum:*** "Ama şimdi yaşamımın bu ayrım noktasında hiçbir yerde huzur bulamadığıma göre bu tarihi bekleyecek gücüm de kalmadı. Hem Zebercet de belirlediği tarihten önce intihar etmemiş miydi? (Kimbilir belki kendimle barışabilseydim...)Yerleşik Yabancıydım her yere Metin Abi... Sen yanarak öldün ve ben ne yangınlar geçirdim

Yazının Devamı

Şairin intiharı

5 Ekim 2002


<#comment>Bir süredir masamın üstünde tek sayfa bir mektup duruyor.
"Şuna bir göz at" diye elime tutuşturulmuş bir mektup...
13 Eylül 2002 tarihli... Düzgün bir el yazısıyla yazılmış.
En üstte büyük harflerle "Aslında bütün mesele neydi?" yazıyor:
"Hani, ‘Hayatın neresinden dönülse kardır’ dizesi var ya Nilgün’ün, canım benim, ben yaşamın neresinden döneceğimi çoktan belirlemiştim. Nilgün Marmara’nın 29 yaşında, S. Plath’in şubat ayında intihar etmesi, benim de 29. yaşımın 29 şubatında intihar etmemi gerektirmezdi. Ama madem ki yaşamda kalmaya kendimi ikna edemiyordum, o zaman bir tarih belirlemeliydim ve 29. yaşımın 29 şubatını seçtim. Bu yüzden ‘Şubatta Saklambaç’a bir yığın başka sırla birlikte intihar edeceğim tarihi de gizlemiştim. Ne var ki, kitabımı bir türlü bastıramadım (o kitabı görmeden ölmek bana nasıl acı veriyor bilemezsiniz). Ama şimdi..."
İlk okuyuşumda burada durdum. Devam etmeye korktum.

Yazının Devamı

"Baltalar elimizde / uzun ip belimizde/ Gidiyoruz seçime, hey seçime..."

3 Ekim 2002

Elinizde gömülecek liderler için hazırladığınız kürekler; sırtınızda ağırlığı, yeni omuzladıklarınızın...Torbanızda, son seçimde oy verdiklerinizden arta kalan beddualı bir hayal kırıklığı; içinizde kuşkulu bir ümit, bu seçim oy vermeyi düşündüklerinize dair...Yeni yeni sevdiklerinizin ve sevmekten hepten vazgeçtiklerinizin karmaşasıyla ruhunuzda......bir kez daha "eski"yi gömmeye koşuyorsunuz akın akın...Seçim ufukta göründü. Tasfiyenin tarihi yakın!***Geceleri o bar senin bu bar benim dolaşıp bir türlü tatmin olamayanlar gibi...O sevgiliden, bu sevgiliye koşup aradığı sevgiyi bulamayanlar gibi...Peş peşe diyarlar gezip, umut yolculuğuna nokta koyamayanlar gibi......son 20 yıldır o partiden bu partiye, bir liderden ötekine konup duruyor seçmen denilen narin kelebek...Huzur aradıkça ihanet buluyor.Her seferinde maziyi, oy pusulalarından bir denizde boğup, yepyeni isimlerle söz kesiyor.Sonuç?Yeni bir hüsran... yeni defin töreni... yeni bir nişan...***Anlaşılan; bu seçim yine silip süpüreceksiniz son yıllarda ortalıkta olanların tümünü...Başınıza "yeni"lerini getireceksiniz.Her bayram çaput bağladığınız bir dilek ağacı Meclis...Dallarında salkım saçak liderler sallanıyor.Adağınız

Yazının Devamı