Ankara Valiliği’nden Mimar Kemal İlköğretim Okulu’na gelen belgeler endişelendirdi.
Bir an gözümün önüne şöyle bir sahne geldi:
Mimar Kemal İlkokulu’nun Yüksel Caddesi’ne çıkan bahçe kapısı önünde yere uzanmışım.
Hemen yanımda Orhan Pamuk’la Hasan Cemal yatıyor.
Toplumları isyan ettiren şey, sanıldığının aksine parasızlık değil, haksızlıktır. Yoksulluğun üleşildiği yerde herkes açlığa katlanabilir.
Çoğu kanlı devrimin gerekçesi, azınlık haksız yere tok yatarken çoğunluğun açlıktan sürünmesidir.
Adalet, ekmekten bile kutsal bir taleptir.
* * *
“Ergenekon iddianamesinin 1 numaralı sanığı 3. Ordu Komutanı nasıl olur da tatbikat yönetebilir?” diye soruluyor.
Doğru soru şu olmalı:
“Komutan tatbikat yönetirken neden Mustafa Balbay köşesinde yazamıyor? Neden Tuncay Özkan ekrana çıkamıyor? Neden Mehmet Haberal ameliyat yapamıyor?”
Gençler ara sıra mesaj atıp bazı isteklerde bulunurlar. Bazen kendileri, bazen sevdikleri biri için:
İmzalı bir kitap, bir toplantıya katılım veya özel bir yazı...
Geçen gün gelen talep, hiç alışmadığım cinstendi.
Mühendislik okuyan bir genç, bir süredir işsiz olan, iletişim okumuş kız arkadaşının yaş günü için bir iş görüşmesi istiyor.
“Sizden talebim iş de değil” diyor, “Ona en azından bir iş görüşmesi hediye edemez misiniz?”
* * *
Ne darbe planları, ne demokratik açılım, ne Ermeni tasarısı...
Bir yaş günü düşünün ki, Cumhurbaşkanı’nın kutlama mesajıyla açılıyor.
Yavuz Bingöl’ün sazı eşliğinde Mehmet Ali Birand “Mihriban” türküsünü söylüyor.
Naim Dilmener DJ’lik yapıyor.
Yaş gününe Frankfurt’tan, Brüksel’den konuklar geliyor. Konuk sayısı 120’yi buluyor.
Aralarında Deniz Türkali, Hale Soygazi, Zeynep Casalini, Atalay Taşdiken, Kubat gibi sanatçılar, Atıl Kutoğlu gibi modacılar, Erkan Mumcu gibi siyasetçiler, diplomatlar ve tabii medya dünyasının her görüşten imzaları var.
Böylesi bir buluşmayı ancak Ahmet Sever gibi sevilen bir isim başarabilirdi.
* * *
Mademki, gazete patronu Başbakan’ın buyurduğu gibi köşe yazarına hâkim olamıyor...
Mademki, “Kardeşim, maaşını ben veriyorum. Başbakanımızın istediği gibi yazacaksın. Krizden falan bahsedip piyasayı düşürüyorsan bizim dükkânda sana yer yok” diyemiyor...
O halde yapılacak şey şudur:
Her yıl Başbakanlık Basın Bürosu tarafından “Köşe yazarı seçme ve yerleştirme sınavı” düzenlensin.
“Bu ülkeyi germe tekelinin sadece Başbakan’da olduğuna” inanan adaylar müracaat etsin.
Başbakan’ın hangi sözlerinin en güzel olduğunu en güzel kaleme alan yazarlardan belli bir miktarı, onay için Başbakan’a takdim edilsin.
Kimlerin köşe yazacağını o seçsin.
Fikriye Hanım’ın ölümü, “Cumhuriyet tarihimizin ilk şüpheli ölüm”ü sayılabilir.
Çünkü 86 yıl sonra bile bu ölümün ardındaki sır perdesi tartışılmaya devam ediyor.
Zülfü Livaneli’nin “Veda”sından sonra tartışma yeniden gündeme geldi.
Filmde Fikriye Hanım’ın Çankaya’da Mustafa Kemal Paşa ile görüştürülmediği için intihar ettiği tezi işleniyor.
Biz de 1994’de yaptığımız “Fikriye” belgeselinde öyle işlemiştik. Ancak belgesel yayımlandıktan sonra ortaya çıkan bir tanık bildiğimiz her şeyi alt üst etti.
Bir telgraf ve bir haber
“Sivil-asker zirvesi”nden çok, polisiyelerdekine benzer bir “takas sahnesi”ni andırıyordu. “Taraflar” aynı anda salona girdiler.
Peş peşe “Hakem”in elini sıktılar.
İkisi de rakibine karşı kozlarla dolu birer Bond çanta taşıyordu.
Karşılıklı oturdular.
Fotoğrafçıya poz verdiler.
“Sivil köşe”de Erdoğan gülümser görünmeye çalıştı.
“Askeri köşe”de Başbuğ gülümser görünmemeye çalıştı.
Deniz Baykal, Churchill’in ünlü sözünü tekrarlıyor: “Sabaha karşı kapınız çaldığında ‘Sütçüdür’ diyebiliyorsanız (rejim) demokrasidir. ‘Eyvah geldiler’ diyorsanız, demokratik ülke olmaktan çıkmışsınız demektir.”
Ne kadar doğru!
12 Eylül’de asker tarafından kapısı çalınanlar, “Eyvah geldiler” bile diyemeden sualsiz içeri tıkılanlar, bugün “sütçü” benzetmesinin dün onları işkenceye çekenler için yapılmasını nasıl acı bir tebessümle izlemişlerdir kim bilir...
Gerçek şu ki, her dönem, kendi kahramanlarını, kendi mağdurlarını, kendi sütçülerini yaratıyor. Ve bunlar, uluslararası konjonktüre, iç politik dengelere göre hızla yer değiştirebiliyor.
O yüzden bir gün mağdur olmamak için hiç mağrur olmamak ve “Benden büyük Allah var” demek gerekiyor.
* * *
Öte yandan şunu da biliyoruz: