Dünya huzurunda neyle suçlanıyor Türkiye? 90 küsur yıl önce suçlu-suçsuz ayırmadan, çoluk çocuk demeden Ermenileri yerinden yurdundan koparıp tehcire tabi tutmakla...
Sürgün yolunda da onlara (Ankara’ya göre “karşılıklı kıyım”, Erivan’a göre) soykırım uygulamakla...
Ve Ankara kendini savunmaya çalışıyor:
“Mecburduk. Onlar da bize saldırdı. Her yerde tehcir uygulanmadı. Soykırım söz konusu değil. Kaldı ki biz kardeşiz; bize el kaldırmayana zulmetmeyiz.”
Sonra Başbakan çıkıp ne diyor:
“Türkiye’de 100 bin kaçak Ermeni işçi var. Şimdilik idare ediyoruz. Yarın gerekirse bunlara ‘Hadi memleketinize’ deyip sınır dışı edeceğim.”
Yani?
33 yıl önce bugün İstanbul Üniversitesi’nde solcu öğrencilerin üzerine bomba atıldı.
7 öğrenci öldü. 41’i yaralandı.
Ecevit hükümeti yeni kurulmuştu.
Her taraf provokasyon kokuyordu.
Dönemin Emniyet Müdür muavini, 7 Mart günü şube müdürlüklerine bir uyarı yazısı yazmış, “8-10 gün içinde solcu öğrencilerin üzerine dinamit atılacağı istihbaratı aldıklarını” bildirmişti.
“8-10 gün içinde” beklenen saldırı, 9. günde geldi.
* * *
1915‘te 18 yaşındaymış Soromon... Erzincanlıymış. Babası ticaret yaparmış. Haziranda şehirdeki tüm Ermenileri kafilelerle yola çıkarmışlar. At yokmuş. Herkes taşıyabileceği kadar yükü sırtına vurup jandarma refakatinde yola koyulmuş.
Tehcirin ilk günü şehir çıkışında haramilerin yağması başlamış. Soromon’un 16 yaşındaki kız kardeşi çalılıklara sürüklenip tecavüze uğramış. O sırada kafileye ateş açılmış. Soromon’un annesiyle babası öldürülmüş. Erkek kardeşinin kafası baltayla yarılmış. Soromon da, başına aldığı darbeyle devrilmiş; sonrasını hatırlamıyor. Sadece çığlıklar...
Kendine geldiğinde ağabeyinin cesedinin altında yattığını fark etmiş. Burnunda hayatı boyunca unutamayacağı ceset kokularıyla bir dağ köyüne sığınmış. Yaşlı bir kadın Soromon’u barındırmış, yaralarını sarmış. İki ay dağ yollarından yürüyerek İran’a kaçmış. Oradan Tiflis’e geçmiş.
Erzincan Ruslarca işgal edilince ailesini bulmak ve sakladıkları parayı almak için 1916 sonunda şehrine dönmüş.
Şehirdeki 20 bin Ermeniden geriye iki aile kaldığını, evlerinin de yıkıldığını öğrenince çökmüş.
Toprağa gömdükleri 4800 lirayı alıp Tiflis’e dönmüş. 1919’da İstanbul’a, oradan Selanik, Sırbistan, Paris yoluyla 1920
Semiha Berksoy’un bütün dünyasını sığdırdığı “yatak karargahı” Yapı Kredi Sanat Galerisi’nde... Mutlaka görün
Yatak odası da, salon gibi, mutfak gibi, ofis gibi ev sahibesinin kişiliğini, ruhunu yansıtır.
Sakin bir huzur sığınağı mı?
Tertipli bir hüzün zindanı mı?
Vahşi bir fantezi tapınağı mı?
Yoksa bir yasak odası mı? Hemen anlarsınız.
Babasının bir cinayete karıştığı ortaya çıkınca arkadaşları tarafından yalnızlığa itilen bir çocuğa benziyor Türkiye...
Hiç düşünmemiş bu cinayet üzerine...
Babasını reddetmiş, ama onun kusurunu sessizce üstlenmiş sanki; sonra da üstünü örtmüş.
Ama kurban yakınları işin peşini bırakmamış, kapı kapı gezip bütün mahalleye duyurmuşlar. Başlarına gelenler bilinsin, hesabı sorulsun istiyorlar.
“Suçlu ben değilim ki; babamdı. Belki de pişmandı. Koşullar bambaşkaydı” diyemiyor çocuk.
“Keşke yaşanmasaydı. Ben de üzgünüm. Bizim aileden de çok gidenler oldu” diyemiyor.
Babasını kollama adına eski bir günahı sahipleniyor.
Hani Demet Akalın, Bodrum konserinde pot kırıp seyirciye “Abi ne moron moron bakıyosunuz? Diyarbakır’dan mı geldiniz?” demişti ya...
Diyarbakırlıların suç duyurusunu mahkeme inceledi: “Akalın’ın halkı aşağılama niyeti olmadığına” hükmetti.
Ve ona bir tedbir cezası kesti:
“İstiklal Marşı’nın sözlerini el yazınla bir kâğıda yaz. Marş hakkında da 5 sayfa yorum yap.”
Akalın cezaya hem şaşırmış hem sevinmiş.
“Düşünce çok hoşuma gitti” diyor:
“İstiklal Marşı’nı okul yıllarımdan ezbere bilirim. Söylendiği zaman da her zaman saygı gösteririm. Hemen yazmaya başladım. Yazarken çok keyif aldım. Yorum için ise uzun bir zaman ayırdım.”
Depremi yaşayanlar bilir: Sarsıldığınız o 1 dakika, bir ömür gibidir.
İnsan zamanın izafiyetini en iyi o zaman anlar.
Zangırdayan bir binada saatlere dönüşen 1 dakika, bitmesini istemediği anda insana 1 saniye gibi gelir.
1 dakika, bulunduğunuz yere ve duruma göre değişir.
* * *
Zaman kadar mekân da izafidir.
Mesela aynı deprem Elazığ’ı vursa farklı, (Allah muhafaza) İstanbul’u vursa farklı değerlendirilir.
Yeni vizyona giren “Nine” filminde “bozuk” bir erkek kumaşı var; ama elbiseyi, sanki bir kadın terzi dikmiş.
“Bozuk”u tamire girişmiş.
Filmdeki “dâhi” bir film yönetmeni...
Doymak bilmez egosunun açgözlülüğüyle çevresindeki kadınları iştahla kemiriyor.
Yaratıcılığının çiçekten kırbaçları onlar:
Eşi, sevgilisi, ilham perisi...
Sanki her biri, yüreğindeki harpın ayrı bir teline dokunuyor. Böylece onun hayat anahtarına, doyumdan yıkıma inip çıkan notalar ekleyerek harikulade besteler doğuruyorlar.