“Toplumsal Bellek Platformu” şimdiden Türkiye’nin en etkili sivil toplum örgütlerinden biri oldu.
“Can yoldaşları” adı onlara uydu.
Son 60 yılın can pazarında canlarını yitirenlerin aileleri bugün Meclis’te uzun sürmüş bir karanlığın sehere uyanması için Araştırma Komisyonu isteyecekler.
Adına kim ne derse desin:
Bence istenen, gerçek bir “Ergenekon tahkikatı”dır.
Çünkü hangi cinayet silkelense ardından aynı tip failler, benzer ipuçları, tanıdık bir koruma kalkanı çıkmaktadır.
* * *
Tam bir kavram kargaşası... Başbakan diyor ki: “Beni TEKEL işçisi seçmedi; halkım seçti. TEKEL işçisininki haklı değil, ideolojik bir eylemdir.”
Türk-İş Başkanı cevap veriyor:
“TEKEL işçisinin eylemi siyasi değil; ekmek mücadelesi...”
* * *
Siyaset korkusu, bize 12 Eylül’den miras...
Kenan Evren “Siyasiler tencereyi pisletti” dediğinden beri siyaset, “umacı” muamelesi görüyor.
“Aman yavrum siyasete bulaşma” tembihiyle büyüyen nesiller de siyaseti bulaşıcı hastalık sayıyor.
Bazen bir jest, binlerce sözden, sözcükten daha etkili olabiliyor. Nükhet İpekçi’nin bir gece yayınında eski bir torbadan, kanlı bir gömlek çıkarıp göğsüne bastırması, sanki milyonlarca yürekte kaybolduğu sanılan bir vicdan azabını uyandırdı.
“Ben bunca sene bu gömleğe dokundum; bu acıyla yüzleştim” diyordu Nükhet İpekçi ve dönüp ekrandan kendisini izleyenlere sesleniyordu sanki:
“Şimdi sıra sizde... Siz de yüzleşin.”
Kederlenmek yetmez
O gece yayından sonra ikimizin telefonları da susmak bilmedi. Herkes kederini dile getiriyordu. Nükhet İpekçi ise hepsine aynı şeyi söylüyordu:
“Acıya ortak olmak iyi de, bize daha fazlası lazım.”
Okul kantininde, kahvehanede, mahallede yaşanabilecek sahneleri Genel Kurul salonunda temsil etmelerinden anlıyoruz ki, onlar bizim temsilcilerimiz, bu bizim Meclisimiz...
Meclis, bu milletin temsilcilerinden
oluştuğunu tescil etti
geçen haftaki kavgada...
Seyredince emin olduk:
Evet! Onlar bizim vekillerimiz.
Başbakan’la İstanbul’daki “açılım toplantısı”nda buluşacak olan İbrahim Tatlıses’ten bir ricam var:
Başbakan’a Dolmabahçe’de “Agir Ketiye Dilemin”i söylesin. Kürtçe “Yüreğime ateş düştü” diye ağıt yaksın.
Sonra desin ki:
“Siz bizi Kürt açılımı için çağırdınız buraya... Ama biliyor musunuz ki, Ankara’da daha 2 ay önce 29 yaşında bir genç, bir doğum gününde, benim söylediğim bu türküyü bir türkü barda söylediği için polis tarafından kurşunlandı.”
Desin ki:
“İşletme okumuştu Emrah Gezer... Ölmese Abdüllatif Şener’in Türkiye Partisi’nin Diyarbakır İl Başkanı olacaktı. Polisin sıktığı 15 kurşundan birini sırtından çıkardılar.”
Desin ki:
Nükhet İpekçi pazartesi gecesi NTV’ye bir el valiziyle geldi. Ertesi gün Milliyet’in manşetine yerleşen “Abdi İpekçi’nin son gömleği” o valizin içindeydi.
Gömleğin üzerine bir kayıt fişi tutturulmuştu:
“Abdi İpekçi’nin üzerinden çıkan eşyalar” yazılıydı üzerinde...
Gömlekteki kurşun delikleri, kurumuş kan izleri hiçbir dizide, filmde, romanda yansıtılamayacak kadar gerçekti.
Gömlek, 30 senedir, Nükhet İpekçi’nin çalışma odasındaki kutunun içinde duruyormuş.
Her gün onunla yaşamış; ama acısını kine dönüştürmeden; tersine, o acıyla pişerek... piştikçe bir bilgeye dönüşerek...
Babasının uzlaşmacı mirasını bugünlere taşıyıp akıl almaz bir olgunlukla öfkesini değil, adalet talebini dillendirerek...
Digitürk’te 2007 Amerikan yapımı bir film izledim. Adı: “Live” (Canlı)
Eva Mendes, hırslı bir TV yapımcısını canlandırıyor.
Çalıştığı kanal sıkıntıda... Seyirciyi ekrana yapıştıracak bir yapıma ihtiyaç var. En uç örnekler denenmiş; tüketilmiş.
Bir beyin fırtınasında şaka gibi bir öneri ortaya atılıyor:
“Canlı yayında Rus ruleti oynatalım.”
Yapımcı, üstüne atlıyor önerinin...
Hukukçulara, yöneticilere direniyor. Programa karşı çıkan Amerikan RTÜK’üne karşı bunun “ifade özgürlüğü”ne girdiği savunmasını yapıp kazanıyor.
Vehbi Koç’un arşivinde tarihi önem taşıyan iki mektup var: “5 Şubat 1979”da yazılmış. Yani Abdi İpekçi öldürüldükten 4 gün sonra...
Biri Başbakan Ecevit’e, diğeri AP Genel Başkanı Demirel’e yollanmış.
Hemen hemen aynı cümlelerle yazılmış bu iki mektup, korkunç cinayetin ardından bir işadamının feveranını ve “son çağrı”sını belgelemesi açısından önemli...
Istırabın azameti
Şöyle diyor:
“1973 seçimlerinden bu yana devamlı tırmanan ve 1978’de yaklaşık bin kişinin ölümüne sebep olan anarşiden, bu memlekette yaşayan her vatandaş muzdariptir. 1 Şubat 1979 günü korkunç bir suikasta kurban giden Abdi İpekçi cinayeti, milletçe duyulan ıstırabın azametini gözler önüne sermiştir. Artık çare aranmalı ve mutlaka bir çıkış yolu bulunmalıdır.”