Hüsamettin Cindoruk, Erdoğan-Baykal mektuplaşmasını “platonik aşk” diye tanımlayınca Başbakan cevabı yapıştırdı:
“Ben platonik aşktan anlamam. Benimkisi gerçek aşk... Hayatım hep böyle yaşanmıştır.”
Soyut aşk
Üzerine tez yazılacak konu...
Biz işi, Başbakan’ın da hoşlanacağı boyutundan, şiirden ele alalım.
“Platonik aşk” divan şiirinin konusudur.
Başbakan Erdoğan’ın, Ermeni açılımını eleştiren MHP lideri Devlet Bahçeli’ye “Bize iftira atanlar, merhum liderlerinin farklı otellerde ne yaptığına baksınlar” sözüyle 1993 yılında o zamanki MHP lideri Türkeş ile Ermeni lider Petrosyan’ın görüşmesini hatırlattığı ortaya çıktıGörüşmeyi ayarlayan işadamı Özararat, Türkeş’in Petrosyan’a destek sözü verdiğini, hatta Erivan’a gitmeyi de planladığını anlattı. Özararat, Türkeş’le görüşmesinde sınıra bir anıt dikilmesi ve üzerine “Verdiğimiz acılardan dolayı üzgünüz” yazılmasını konuştuklarını da söyledi
Başbakan Erdoğan, geçen hafta Ermeni açılımını eleştiren MHP lideri Bahçeli’ye, “Bize iftira atanlar, merhum liderlerinin farklı otellerde ne yaptığına bir baksınlar” dedi. Bahsettiği buluşma, 15 yıl önce Türkeş ile Ermenistan Devlet Başkanı Petrosyan arasında gerçekleşmişti.
12 yıl gizli kalan bu görüşmenin ayrıntılarını ve fotoğrafını ilk kez Milliyet’te yayımlamıştık.
Bugün hatırlatmakta yarar var:
‘Türkeş sizi bekliyor’
Süreç, 1993 başında başladı.
Bağımsızlığını ilan eden Erivan’a Rus yardımı kesilmiş, ülke kış ortasında buğdaysız kalmıştı.
Türkiye spor tarihinde Cumhurbaşkanı’nın bir futbol kulübünün amigolarıyla oturup konuştuğu ve onlara yol yordam öğrettiği başka bir örnek var mıdır acaba?..
Biliyorsunuz, Ermenistan maçı için Abdullah Gül, Bursalı Teksasların amigolarıyla bizzat görüştü; onlara statta ne yapılması, ne yapılmaması gerektiğini uzun uzun anlattı.
Haksız sayılmazdı.
Böylesine hassas bir dönemde, onca emek verdiği sürecin, tribündeki birkaç kendini bilmezin atacağı bir cisim ya da sloganla kesilmesine göz yumamazdı.
Ama Bursa’daki milli maçın tam bir “devlet kontrolü altında” yapılması, akıllarda bir yığın soru işareti bıraktı.
* * *
İlk soru şu:
O belalı 1915 yılı... Adapazarlı bir Ermeni tütün eksperinin kızı olan Knar Bağdasaryan, ailesini “büyük kıyım”da kaybetmiş.
Ahıska doğumlu Gürcü eşi Mişa Aznavouryan’la o kıyametin ortasında zar zor İstanbul’a ulaşıp bir İtalyan gemisine kapağı atmışlar.
Daha doğrusu Knar güverteye çıkmış; Mişa, yolunu kesen bir asker yüzünden binememiş.
“Her şey bitti” diye düşünülürken kaptan imdada yetişmiş. “Gemi uluslararası bölge sayılır. Yolcumu engelleyemezsiniz” demiş.
Bunun üzerine Mişa’ya da izin verilmiş.
Gemi, Ermeni ve Rum yolcularını Selanik’e taşımış.
Knar ile Mişa’nın orada bir kızları olmuş.
1990 Aralık’ında büyük Türk bestecisi Adnan Saygun hastalandığında onu hastaneden eve Halit Refiğ taşımıştı.
Saygun Hoca arabanın arka koltuğunda bitkin oturuyordu.
Direksiyonda Halit Refiğ şaşkındı.
Heyecandan yanlış yola saptı.
Arkadaki yorgun yolcu bunu fark etti. “Şoförü” uyardı.
Yanlış girdikleri yol, onları Boğaz Köprüsü’ne sürükledi.
Köprüden geçtiler.
23 Nisan gibi bir şey aslında düşündüğüm... Bir günlüğüne koltuklarımızı birbirimize terk etme teklifi...
Bir günlük rol, unvan ve kostüm değişimi...
Giderek derinleşen kutuplaşmaya merhem olacağını umduğum bir empati girişimi...
Mantık basit:
O gün işkencedeki arkadaş, polisle
yer değişecek.
Manyetoyu çeviren o olacak.
Günlerdir beynimde iki basit cümle çınlayıp duruyor: “Çok acı var. Dayanamıyorum.”
Boğaziçi Köprüsü üzerinde terk edilmiş bir otomobilden çıkan not bu...
4 kelimelik bir mutsuzluk manifestosu...
Yazarı, 37 yaşında bir öğretim üyesi...
Öğrencilerine göre “gözlerinin içi gülen, hayat dolu bir insan...”
Gece köprüye sürmüş aracını...
Bir yerde durmuş.
Taksim’deki IMF muharebesini baştan sona canlı izledim. Her şey “orantısız”dı:
Meydandaki eylemci sayısıyla polis sayısı...
Göstericilerin sapanları ile polisin silahları...
Ve tabii polisin karşılaştığı şiddetle uyguladığı şiddet...Barda kavga çıkarmamaya bin kere söz verip ilk küfrü duyduğunda sille tokat girişenler gibiydi güvenlik güçleri...
İlk sloganları duyup birkaç bilye atılır atılmaz gazı bastılar.
Ve ortalık birbirine girdi.
Atatürk Kültür Merkezi önünde park etmiş polis minibüsünün sökülen kaldırım taşlarıyla recmedilmesi, polisin minibüsü kurtarmak için tazyikli su sıkan zırhla araçla bölgeye intikal etmesi, sıktığı kırmızı sularla Atatürk Kültür Merkezi’nin önünde kim var kim yoksa “eritmesi”, kırmızı suların, zaten yıkımı planlanan “kültür merkezi”ni kurban kesim tesisine çevirmesi 2010 Kültür Başkenti için sembolik bir görüntüydü.