Türk rönesansının mimarlarından biri öldü

8 Kasım 2009

1946 yılı...
23 yaşındaki genç kız, Ankara’daki evin salonunda sedirine uzanmış isteksizce ders çalışıyor.
Odanın öbür köşesindeki genç adam ise ona bakarak önündeki kağıda bir şeyler yazıyor.
Az sonra genç kızın yanına gidiyor, kağıdı uzatıyor:
“Bak, senin için bir şiir yazdım” diyor.
Okuyor genç kız:
“Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;

Yazının Devamı

Er suşi niyetine!

7 Kasım 2009

Geçen gün bir davette, birbiriyle karşılaşıp toka için el uzatan davetlilerin son anda domuz gribi uyarılarını hatırlayıp ellerini sobaya değmiş gibi aniden geri çektiklerine ve Japonlar gibi eğilerek birbirlerini selamladıklarına tanık oldum.
Kimisi de sağ kolunu iyice ileri uzatarak yarışta bayrak verir gibi kerhen tokalaşıyor ama kafalarını geriye doğru çekerek “Öpüşmek yok” diyordu.
* * *
“Öze dönüş” mü demeli?
Kudret Emiroğlu’nun “Gündelik Hayatımızın Tarihi” (Dost, 2001) kitabından öğreniyoruz ki, İslam kaynaklarında elle işaretleşerek selam vermenin bir “Yahudi ve Hıristiyan âdeti” olduğu yazılıymış.
İslam geleneğinde Adem’den İbrahim’e kadar insanlar birbirlerine “secde ederek” selamlaşmış.
Hz. Muhammed döneminde “elle musafaha” sünnet olmuş.

Yazının Devamı

‘Kürt sorunu farklılıklara saygıyla çözülür’

5 Kasım 2009

Erdal İnönü, Kürt sorunu üzerine de şunları söylemişti: “Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Kürtler-Türkler ayrı etnik farklılıkları ortaya çıkarıp ‘ikisi beraber devlet kurdular’ gibi bir yaklaşımda olmamışlar. Kurtuluş Savaşı’nda Türkler öncülük etmiş, Kürtler de katılmış. Katılmayanlar, isyan etmek isteyenler olmuş, onlara imkân verilmemiş. Ve cumhuriyet kurulmuş. Oradan gelen üniter bir yapı var. Bence bunu koruyarak da Kürt kültürünü yaşatmak mümkündür.
Şehirlerde Kürt kökenli vatandaşlar rahat bir şekilde yaşıyorlar. Ama ‘Biz kendi dilimizle, kendi kültürümüzle ayrı devlet olalım’ diyen Kürt cumhuriyetçileri de çıkabilir, çıkıyor.

12 Eylül’ün yasağı
Özellikle militan gençlerde böyle bir eğilim olduğunu seziyordum. Onu da normal görüyordum. Çünkü 12 Eylül’de Milli Güvenlik Konseyi, saçma bir yasa çıkararak Kürtçe konuşmayı yasaklamıştı. İnsanların konuşmasını nasıl engelleyeceksin? Oysa cumhuriyetin ilk dönemlerinde kimsenin Kürtçe konuşması yasak değildi. Bunu yasakladığınız zaman ‘Demek ki bizi birinci sınıf vatandaş görmüyorlar, bizi aşağı görüyorlar. Öyleyse biz ayrı yaşayalım ve birinci sınıf olalım’ isteği daha kolaylıkla ortaya çıkıyor.
Ben buna karşı olduğumu

Yazının Devamı

‘Deniz Baykal güvenilmez biri’

4 Kasım 2009

Erdal İnönü, SODEP’li yıllarda Deniz Baykal’la ilişkisini şöyle anlatmıştı: “Genel Başkan olduktan sonra Deniz Baykal, yanında bir iki gazeteciyle geldi. Gazetecileri içeri almadım. Anladım ki bu bir propaganda manevrası. SODEP’e arkadaşlarıyla törenle üye olmak istediğini söyledi. Baktım ki hizip olarak girmek istiyor, ‘Ona izin veremem’ dedim.”

“SODEP’e Genel Başkan olduktan sonra Deniz Baykal benden randevu istedi. Kendisini uzaktan tanıyordum. ‘Eskiden hizip başıydı. Dikkat edin’ diye uyarıyorlardı.
11 Ocak günü geldi. Ben kapıyı açtım. Baktım Deniz Baykal ve yanında bir iki gazeteci...
Deniz Baykal’a ‘Buyurun’ dedim, baktım gazeteciler de içeri girmeye yelteniyor.
‘Yok, siz gelmeyin’ dedim.
Onları almadım içeriye ve biraz kızdım. Anladım ki bu bir propaganda manevrası... Beni alet edecek.
Baykal, gazetecileri almamama biraz bozuldu, ama sesini çıkarmadı. Bana da ‘Beraber olmakta yarar var’ diye anlattı.

Yazının Devamı

‘Erdal yapma!’

3 Kasım 2009


Sevinç İnönü, eşi Erdal İnönü’nün siyasete girmesini hiç istemiyordu. Sevinç İnönü, “Babamı yalnız bıraktılar. Sana da aynısı olur” diyordu.

“12 Eylül’den sonra bir gün, üniversitede odamda çalışırken birisi telefon etti. ‘Ben İbrahim Cevahir. Önemli bir konuyu konuşacağım’ dedi. Geldi; 2 saat kadar oturdu. ‘Türkiye’de demokrasinin yeniden canlanması için halkın, askeri rejimden bağımsız olduğuna inandığı bir ismin başa geçmesi lazım. Bunu ancak siz yaparsınız’ dedi. Ben şaştım, ‘Nerden çıkardın. Ben üniversitedeyim, dekanlığım devam ediyor. Siyasetle ilgim yok, bilmem de siyaseti’ dedim.
‘Siz yaparsınız bu işi. Bir düşünün. Tekrar görüşürüz’ deyip gitti.

Eşim korkuyordu
Ben tabii ciddiye almadım. Aradan 10 gün kadar geçti. Bu arada öteki partiler ortaya çıktı. CHP Genel Sekreteri Mustafa Üstündağ benimle görüşmek istedi. 2 saat kadar konuştuk. Dedi ki: ‘Ecevit bıraktıktan sonra, başkanlığa fiilen ben bakıyorum. Herkes bir Başkan bekliyor.’

Yazının Devamı

ODTÜ’de İnönü soyadına itiraz

2 Kasım 2009

27 MAYIS YORUMU:
Olmasa daha iyi olurdu
“Ankara’ya 27 Mayıs’tan hemen sonra geldim. Hava normale dönmüştü. Ama babam memnun değildi durumdan... Demokrasinin kesintiye uğramasına üzülmüştü. O kadar uğraşarak, muhalefetin bütün sıkıntılarını göğüsleyerek seçime hazırlanırken, böyle bir şey olması aslında onun için bir şoktu. Bugün ben de babam gibi düşünüyorum. Biraz dayanılsaydı herhalde daha iyi olurdu. Demokrasi yolunda çok zorluklardan geçiliyor; o yolu bırakmamak lazım. Bıraktığın zaman baştan başlıyorsun çünkü... O bakımdan, olmasaydı daha iyi olurdu; ben de o fikirdeyim. Baskılar, sıkıntılar oluyor ama o çerçeveyi bozmamak lazım. Eninde sonunda o baskılar geçiyor ve halkın iradesiyle daha iyi noktalara geliniyor; ama kesinti yaptığınız zaman baştan başlıyorsunuz. Zaman kaybetmekten başka bir şey değil.”

DENİZ GEZMİŞ’LE TANIŞMA:
Telefonu açtım, karşımdaki ‘Ben Deniz Gezmiş’im’ dedi
“ODTÜ’de rektör olduğum dönem ‘Deniz Gezmiş bizim üniversiteye geliyor, yurtlarda kalıyor’ diye rivayet çıktı. Ben Öğrenci Birliği Başkanı’na soruyordum, ‘Yok öyle bir şey. Burası üniversite, herkes gelir gider ama burada kalması söz konusu değil‘ diyordu.

Yazının Devamı

‘Amerikalı kızla evlilik’ şoku

1 Kasım 2009

Amerika’da okurken, NBC’de popüler bir yorumcu, ‘Türkiye Cumhurbaşkanı’nın oğlu, bir Amerikalı kızla evlenmek üzere’ demiş. Bu da Cumhuriyet’te haber olmuş, babam çok üzülmüş. ‘Aslı olmayan bir haber’ diye önce telgraf çektim, sonra mektup yazdım

“1947’de üniversiteden mezun oldum. Abim California’daki CALTECH üniversitesindeydi. Ben de onun yanına gittim.
Teorik fizik yapmak istiyordum. O zaman dünyada ünlü olan fizikçi Einstein’dı. Onun gibi olmam söz konusu değildi ama Einstein idolümdü.
Bursum yoktu, babamın parasıyla gitmiştim. Babam aylık 140 dolar civarında bir para yolluyordu. O yeterli oluyordu. Arada gelip gidenlerle ilave para da yolluyordu. Hatta bir kez Vehbi Koç’la biraz para göndermişti.
Abimle bütün gün okuldaydık. Akşamları ben evde çalışırdım. Arada yemeğe çıkardık, yemekten sonra eve döner gene çalışırdım. Arada bir sinemaya giderdik ama öyle partilere filan gittiğimiz olmadı. Zaten ben mahcup bir insandım. Öyle partilere gitmekten hoşlanmazdım; korkar, çekinirdim.
En büyük lüksümüz otomobille Los Angeles’e gitmek, orada bir sinemaya girmek, belki bir iki artisti görmekti. Abim gördü birkaçını, ben hiç görmedim gerçi...
O yıllarda NBC’de Walter Winchell diye

Yazının Devamı

ANKA KUŞU

31 Ekim 2009

Erdal İnönü, ölümünden önce Can Dündar ile yaptığı uzun söyleşide babasını, özel hayatını, siyaset deneyimini, unutamadığı anıları anlattı

Bugün Erdal İnönü’nün ölüm yıldönümü...
2.5 yıl önce 14 Şubat günü, kendisiyle en yakın arkadaşlarından Feza Gürsey’in adını taşıyan enstitüdeki odasında buluşmuştuk. Onunla uzun bir söyleşi kitabı çıkarma fikri yayınevinden gelmişti. Daha önce babasının belgeselini hazırlamıştık. 1983’ten beri de gazeteci olarak kendisini hayranlıkla izliyordum.
O yüzden gururla kabul etmiştim. Erdal Bey de böyle bir çalışmadan memnun olacağını söyledi. Her hafta çarşamba sabahları buluşmak üzere sözleştik.
9 kez buluştuk. 30 saate yakın konuştuk.
Anlattıkları salt kişisel öyküsü değildi; cumhuriyet tarihiydi. Tarihin yazıldığı bir evde doğmuş, politikanın içinde büyümüştü. Atatürk’ü, babasını, tarihin kilometre taşlarını büyük samimiyetle anlattı.

“Söyle bana Anka kuşu...”

Yazının Devamı