ÇAGDAŞ KLiŞE MÜZESi - 1

4 Ocak 2010

Önce klasik olanla klişeyi ayırt eden bazı özellikleri sıralayalım: Klişe basmakalıptır, klasik kalıbını basar. Klişe kolay anlaşılır, klasik zor anlaşılır. Klasik gerçeğin özüne dokunur, klişe orasını burasını eller. Klişe aldatıcıdır, klasik aydınlatıcı. Klişe uyanıktır, klasik uyandırır. Klişe mış gibidir, klasik ‘kendi’sidir. Klasik türünün başlangıcıdır, klişe kalıp tekrarı.
Bu tür yazılarda aslında siz okurların oyuna dahil olmalarını çok arzu ediyorum. Birlikte genişletelim konuyu, hatta ne bileyim birlikte blog açabiliriz veya daha iyisi ‘Çağdaş (?) Klişe Müzesi’ diye bir kitap yazabiliriz. O halde bu hafta konuya ‘köşe’den başlayalım.

BİR TÜR YENİ NESİL KÖŞE YAZARI KODLARI
Olabildiğince agresif ol. Yazılarının temel meselesi saldırmak olsun. Ona buna *ok at. Sana da atılmasına zemin hazırla ki topladıklarını tekrar fırlatabilesin. Bırak ellerin, üstün başın kirlensin. Meseleleri olabildiğince kişiselleştir. Kavram ve olaylardan ziyade ‘kişi’lerle meşgul ol. Hırçınlığın yüzünden senden korkanlar olsun ya da sana bulaşmak istemesinler. Bu özelliğini omuzlarında bir apolet gibi taşı.
İşine geldiğinde gelenekleri kır, dök, eleştir; işine geldiğinde gelenekçileri

Yazının Devamı

‘KENDİ’NE İYİ BAK

28 Aralık 2009

MASAL
Bir keresinde bir şey dinlemiştim göğsüme saplanmıştı, bir keresinde bir şey okumuştum bir bıçağın ucu gibiydi, bir keresinde birine gerçekten bakmayı denemiştim gözüm kanamıştı ve bir keresinde aynaya bakmayı başarmıştım. O gün bugün hepsi kovalar beni. Sonunda bıraktım kaçmayı. Anladım kaçacak bir yer olmadığını, dahası kaçılacak da bir şey. Korkumun kendisiydi korktuğum, kaçtığım şeyse kaçmanın kendisi.
“Aynadan kırık bir parça uzatsam okura , bakar mı acaba, eli kesilir mi?” demeyi de bıraktım. Kimi eldiven taksın, kimi kanamayı denesin, kimi kaçıp kendinden kurtulsun.

DİKKAT: 18 YAŞINDAN BÜYÜKLER İÇİN!
Hiç düşüncelerinizin altını kaldırdığınız olur mu? İçinizin kadim halısının altına neler süpürdüğünüze baktığınız olur mu? Onları ne zaman ve ne sebeple oraya sakladığınızı; sonra neden unuttuğunuzu, unutmaya neden meylettiğinizi bilir misiniz? Düşünüp inandıklarınızın ne kadarının kendinizden başlayıp kendinizde bittiğini, ne kadarının şimdiki ‘kendi’niz ve kendinizin ihtiyaçlarına karşılık geldiğini biliyor musunuz? Hararetle savunduğunuz, uğruna kavga ettiğiniz düşüncelerinizin ne kadarı gerçekten sizin düşünceleriniz, dahası ne kadarı gerçekten ‘düşünce’?
Hayatı,

Yazının Devamı

KORNA SESLERİ

21 Aralık 2009



Yurtdışına gittiğimde her turist gibi kimi farkılıklara şaşırır, kimisine ayak uydururum. Bazen zorlanırım, bazen hoşuma gider, bazen lanet okurum. Mesela söz konusu tuvalet temizliği meselesi ise yurdumu özlerim bedenimin her yeriyle. Ve fakat trafik vardır bir de.
Mesela Londra veya Paris’te karşıdan gelen aracın selektör yapmasının bizdekine benzer bir karşılığı yok. Burada o ışığı gördüğümüzde “Gelme, ben gelicem” diyordur karşıdaki sürücü. Orada ise “Buyurun siz geçin, ben bekliyorum” diyen bir mesaj selektörle verilen işaret. Belki de bu yüzden “selektör çakmak” deniyor burada! Beni en çok rahatsız eden korna sesidir. Yaklaşık 25 yıldır araç kullanıyorum. Kornaya en fazla 10 kez basmışımdır. Ne kaza yaptım ne de kimseyi ezdim. Ama nedendir bizim şehirlerimizin temel sesi kornalardır. Buna bir düzenleme de getirilmez.
Korna çalmanın adeta bir sözlüğü bile vardır. Düşünebildiğim bazılarını yazacağım ama ileride böyle bir kaynak kitap hazırlamaya da niyetlendim doğrusu! Yanında da seslerin olduğu bir cd olacak; onları da ağzımla yapacağım! İsterseniz siz de katkıda bulunun hep birlikte yazalım. Haydi başlayalım.


Yazının Devamı

SiZ DE SUÇLU OLABiLiR MiSiNiZ?

14 Aralık 2009



Türkiye’de demokrasinin başlangıcı olarak hangi tarihi kabul etmeliyiz? Bir meclise sahip olduğumuz; ulusal egemenlik ve çocuk bayramı olarak kutladığımız 23 Nisan 1920’yi mi? Çok partili hayata geçtiğimiz 1946’yı mı? Demokrasimizin başlangıcıyla 2009 arasındaki zaman dilimini hesaplamak kolay, bu tarihlerden birini hesaba katarak. Şimdi asıl merak ettiiğim şu: Tek partili dönem, darbeler, muhtıralar, parti kapatmaların toplam demokrasi tarihimizde oluşturduğu zamanı hesaplarsak, Türkiye’de demokrasi, istatistik olarak anlamlılık gösteriyor mu ya da varlığından söz edebilir miyiz? Yani öyle elde bayrak kutlanılacak bir şey var mı ortada? Öyleyse çocuk bayramında bu toprağın halkları yıllarca kendi dilinde şarkı söylemezken Tacikistan, Japonya veya Kongo’lu çocuklar şarkı söylemeye devam etsin. Böyle bayramı çocuklar bile kutlamaz.
Kapatalım. Halkın kurduğu partileri kapatalım. Eğer Kürt asıllılarsa kapatalım. Türbanlılar ise onu da kapatalım. Tarif edilmiş vatandaşa benzemeyen hiçbir topluluğun ve bireyin varolmasına izin vermeyelim. Kılık kıyafetlerine, isimlerine dillerine, inanışlarına, yaşam tarzlarına müdahale edelim.


ÖNYARGISIZ CEVAPLAYIN

Yazının Devamı

KENDi KENDiNiN MEDYASI?OLMAK

7 Aralık 2009

Yıllar önce internet bu kadar yaygın değilken -hangi yazımda olduğunu şimdi hatırlamıyorum- “Kendi kendinin medyası olmak” diye bir şey söylemiştim. Yavaş yavaş gelişmeye başlayan bir insan tipolojisiydi söz konusu ettiğim. Ve fakat itiraf ediyorum bu kadarını tahmin edememiştim. Çünkü o zamanlar bu kadar aparatı yoktu bu gelişen yapının. Bir şekilde hem bir derginin, gazetenin veya kameranın önünde olmak hem de bunun devamlılığını sağlamak zordu. Üstelik bir başkasına yani bir medya mensubuna ihtiyaç vardı. Artık çeken bir kameramana, yazan bir gazeteciye, muhabire, fotoğrafçıya gerek yok. Sadece orta halli bir cep telefonu yeter. İnternet de anında yayın yapılabilecek bir mecra. O yüzden artık ettiğim sözün tam karşılığı söz konusu: “Kendi kendinin medyası olmak”. Kimse sizi, sizden daha çok, sizin kadar, hem de sizin istediğiniz biçimde anlatamaz. Öyleyse yürüyün, kim tutar sizi. Bir keresinde yakın bir dostumu, hazırlanacak bir sergiyle ilgili (sanat şeysi!) Türkçesi brainstorming olan şeye katılması için çağırmıştı birileri danışma kurulu şeysi olarak. Oradan çıktığında bana gelmişti gece yarısı. Toplantıda anlı şanlı ve de ‘nur’lu reklamcı sanatçı (ki bu “reklamcısanatçı”

Yazının Devamı

BİR OYUNDAN DAHA FAZLASI

30 Kasım 2009




Önce sosyal paylaşım sitesi olarak Facebook girdi hayatımıza. O denli hızla yayıldı ki Facebook’ta hesabı olmamak neredeyse başını sokacak evi olmamak gibi bir hâle geldi! Adımız soyadımız, adresimiz, telefon numaramız kadar bizi tarif eden bir şey oldu. Dahası nasıl biri olduğumuz, nelerle ilgilendiğimiz, kimlerle yakın olduğumuz, neye benzediğimiz, ne okuduğumuz, ne dinlediğimiz, nasıl eğlendiğimiz, neye inandığımız hatta o anda ne düşündüğümüz Facebook’ta görülebiliyor. Artık oradan eş bulabiliyoruz ve hatta oradan eşimizi terk edebiliyoruz. “Facebook’un nasıl işlediğini bilmeyen birinin özellikle büyük şehirlerde psikoterapi yapabileceğini sanmıyorum” desem abartmış sayılmam sanırım. Çünkü orada bir hayat yaşanıyor. Kişilerarası ilişkilerin ruhu değişiyor, sanal olan gerçeğe, gerçek olan sanal olana benziyor. Hem sosyal bilimcilerin hem de ruhbilimcilerin hızla bunu anlamaları, bu konuda çalışmalar yapmaları gerekiyor.


SAHTE KOMŞULAR TÜREDİ

Yazının Devamı

“Bızzzzt”

23 Kasım 2009

Geçen gece bir arkadaşım twitter’a yaklaşık olarak şöyle cıvıldadı: “Birazdan şu kanalda olacak konukları sakın kaçırmayın.” E merak ettik, televizyonu açtık, bekledik. Kovboya benzer bir Amerikalı ve onun söylediklerini tercüme eden bir hanımefendi. Türkiye’de workshop yapmaya gelmiş beye-fendi. Vaat ettiği şey acayip büyük. Özetle bu çalışmaya katılanın hayatında kısa sürede inanılmaz olumlu değişiklikler meydana geliyormuş. Programın mahir sunucusu gayet olumlu sorular sordu, konuğu sıkıştırmaya kalkmadı. Ve fakat soruların yanıtları yaklaşık olarak yüz sözcüğün içinde dönüp durdu. Kendimize soru soracakmışız. Eğer sabah kalktığımızda soru soramıyorsak, kendimize ne soracağımızı soracakmışız. Sonra dayanamadım internete girdim. Sözü geçen sistem(?) nasıl bir şeymiş diye baktım. (Adını vermeyeceğim, bu yazıda adı “bızzzzt” diye geçecek bundan böyle.) Bazı alıntılar yapayım size: “Para enerjisini hayatınıza bızzzzt ile kolaylık neşe ve ihtişamla çekin”; “Siz izin verensiniz; siz farkındalıksınız ve siz birliksiniz. Bu gerçeklikte her şey katı ve gerçek olarak yaratılır ve travma veya drama olmasına hiç gerek yoktur.”
Beni tanıyanlar, okuyanlar ciddi biri diye bilirler. Ve

Yazının Devamı

TOPYEKÜN ÇILDIRIYORUZ

16 Kasım 2009



İlgi çekmek için dış görünüşünü kullanır. İlgi odağı olmadığında rahatsız olur. Bu özellikler Japonya’da başlayan Ganguro akımında da göze çarpıyor. Bu akımın temsilcileri karanlık ve koyu makyajlarla kendini belli ediyor.


Beraber düşünelim istiyorum, onun için aşağıda sıraladığım özellikleri okuyun önce ve sonra bu özelliklerin kimde ve nerede olduğuna bakın siz de. Şöyle birini düşünün yani:

- İlgi odağı olmadığında rahatsız olur.

Yazının Devamı