Trabzonspor açısından çok kritik bir maçtı. Yeni teknik direktörü ile alacağı bir galibiyet hayat öpücüğü olacaktı kuşkusuz. Günlerdir Abdullah Avcı’nın oyuna değil, skora bakacağı konuşuluyordu. Yani kazanalım da, sonrasına bakarız mantığı.
Ben, Avcı’nın böyle bir kolay yola sapacağını düşünmedim. Oyun felsefesini kısa sürede takımına benimsetmesi elbette kolay değil. Değişimler, sıkıntıyı beraberinde getirir. Ancak bu düzeye gelmiş futbolcuların kendilerinden ne istendiğini anlamaları için ekstra zekaya gerek yok. Yeter ki doğru izah edilsin.
Abdullah hocanın ısrarla vurgu yaptığı takım savunması zafiyetinin giderilmesi öncelikli idi. Zaten birlikte çalıştığı süre içindeki gözlemlerine bakıp sahaya sürdüğü kadro, iki yönlüydü. Hem hücumdaki silahlarını etkili hale getirecek, hem orta alandan başlayarak savunmaya yansıyan hatalara önlem almaya çalışacaktı. İlkinde ciddi bir değişim sağladı, diğeri için epey bir zaman gerektiği görüldü. Adı üzerinde takım savunması. Ne yapacaksınız?
Yıllar sonra gelen Rusya galibiyeti bir mucizenin fitilini ateşledi mi diye düşünürken, boşuna umutlandığımızı görmek uzun sürmedi. Kendi göbeğimizi kesmek gibi fırsat yakaladık ama, final maçı niteliğindeki Macaristan sınavından çakmak, gerçeklerle yüzleştirdi hepimizi.
Şenol Güneş’in bizi küme düşüren yenilgiden sonraki açıklamalarına bakın; “Yapamadık, atamadık, durduramadık, beceremedik” gibi olumsuz sözcükleri içeren uzun cümleleri, bu gruptaki gerçek gücümüzü tartmak anlamına geliyordu aslında.
Kendimizi dev aynasında görmeyelim. Biz buyuz işte!
Uluslar ligi baştan beri kanımın ısınmadığı, bana soğuk ve sevimsiz gelen bir organizasyon. Ne yazık ki UEFA nezdinde karşılığı ve puanlamaya etkisi olan bir döngü. Sonuç olarak, iki yılda iki kez küme düşmek gibi bir başarısızlığı hazmetmek zorunda kaldık.
Avrupa Şampiyonası öncesi pek çok “acaba” sorusunun gündeme gelmesi, güvendiğimiz Şenol hoca ve “harika” diye nitelendirdiğimiz yeni jenerasyonun
Bunun adı rezalet. Sorumsuzluk, aymazlık. Bir ucu spora da dayandığı için aylardır yazıyor ve dikkat çekmeye çalışıyorum. Koronavirüs illetini ciddiye almayan insanların sadece kendilerine değil, topluma da büyük tehdit olduğunu söylüyorum.
A Milli Takımın çarşamba günü Hırvatistan ile oynadığı hazırlık maçında, aynı zamanda Beşiktaş forması da giyen Vida’nın test sonucunun pozitif çıkmasına karşın sahaya sürülmesi, akıllara zarardı.
Maçı televizyondan izledim. Kameralar her anı görüntülüyor. Vida’nın kimlere sarıldığı, öpüştüğü, temas halinde olduğu ortada.
Herkesi yakalayabilir virüs. En yakınımızdaki insanlardan da kapabiliriz mikrobu. Ama pandemi sürecinde bir milli maç oynanıyor ve futbolcuların “temiz karnesi” yok veya dikkate alınmıyorsa, bunun adı skandaldır.
Gördüm; Vida karşılaşma öncesi pek çok oyuncuya sarıldı. Maç içerisinde göğüs göğüse mücadeleye girdi. Nasıl verecekler hesabını?
Röportajlara baktım. Sadece bu müsabakaya has
Hazırlık maçı da olsa, milli takımın artık kazanmaya başlaması ve bunu alışkanlık haline getirmesi açısından önemli bir sınav idi. Hırvatistan, kendi ekolünü yaratmış ve dünya yıldızlarını bünyesinde barındıran bir takım. UEFA Uluslar ligi öncesi böyle bir rakip ile tartıya çıkmak ve sonuç almak, motivasyon açısından da değer taşıyordu. Beraberlik hiç de kötü bir netice değil.
Şenol Güneş’in kaleci Uğurcan’dan forvette Cenk’e kadar oyuncu tercihlerine bakınca, Rusya ve Macaristan maçlarını düşündüğünü anladık. Dolayısıyla skordan çok, bu oyuncu topluluğunun performansını test etmek istemişti. Kafasındaki alternatifleri değerlendirdi hoca. Lakin savunmada ciddi sıkıntılar yaşadık. Mevcut kurguyu bozmak mantıklı değildi.
O kadroya çağrılan kim olursa olsun bu tarz maçları önemsemek zorunda. Görev alan oyuncuların yaptıkları işin ciddiyetinde olmaları, dünkü doksan dakikanın en büyük kazanımı diye düşünüyorum. Milli takım ruhu bu. Dayanışma, yardımlaşma,
Geçen sezonun en çok gol atan takımı. Bu sezonun ilk 8 haftasında en çok gol yiyen ekibi. Trabzonspor’un çok kısa bir sürede gösterdiği bu inanılmaz değişim, sözcüklerle ifade edilemez. İstatistikler benim için bir şey ifade etmese de, bordo-mavili ekibin sorununun psikolojik olduğunu düşünüyorum. İşler kötü gitmeye başlayınca ayağa kalkıp yürümeye başlamak kolay değil. Bir zincir sizi sarar ve kırmanız için sert bir hamle yapmanız gerekir. Alanyaspor maçı böyle bir fırsat olabilirdi Trabzonspor için. Denedi gerçekleşmedi. Ama umut verdi. Özellikle Pereira’nın hırsı örnek olmalı tüm arkadaşlarına. Uğurcan’ı her zaman olduğu gibi ayrı tutuyorum. Sağlam bir kale. O vakit dokuz tane daha Portekizli lazım.
Eddie Newton’un işine son verildikten sonra bu müsabakaya İhsan Derelioğlu’nun tercihleriyle çıkan Karadeniz temsilcisi, kazanmak değil tek puanı kurtarmak düşüncesinde bir kadro düzeni içinde idi. Tuhaf olan, hücum hattındaki gücünü yitirmiş bir takımı izlemek.
Koronavirüsün varlığına inanmayanların oranının yüzde 11.4, abartıldığını düşünenlerin yüzde 33.2, virüsün Türkiye’ye dış güçler tarafından getirildiğini sananların yüzde 15.6 olduğu bir ülkede yaşıyorsanız, çemberin daraldığını fark etmeniz güçleşir.
Yaşamın her alanında olduğu gibi futbol da nasibini alıyor virüs illetinden.
Gün geçmiyor ki bir futbolcu, teknik adam veya yöneticinin testleri pozitif çıkmasın.
Son dönemlerde kervana hakemler de katıldı. Hem de ciddi boyutlarda.
Adlarını açıklamak bize düşmez, bildiğim en az 15 üst klasman hakemi ve yardımcısı tedavi altında. Yarısı da hastalığı atlatmış durumda. Alt klasmanları konuşmuyoruz bile.
Merkez Hakem Kurulu şaşkın vaziyette. Klasman açıklıyorlar, sonucu pozitif çıkan hakemleri değiştirmek zorunda kalıyorlar. VAR’dan hakem alıp maça veriyor, dördüncü hakemi sahaya sürüyorlar. Artı, hakemlerin sağlık sorunlarını yakından takip edip, bizzat ilgileniyorlar.
Örnek mi? Hastalığı ağır geçiren Ümit Öztürk
Futbolda dün yoktur. Günü ve yarını yaşayacaksın. Geride kalanlardan ders alacaksın. Geçen hafta Trabzonspor karşısına lig sonuncusu olarak çıkan Başakşehir’e bakın. Ne yaptı? İki maçta altı puan. Ya Alanyaspor’a sahasında boyun eğen Galatasaray? Gitti, zor da olsa Erzurumspor’u yendi, kendine geldi.
Trabzonspor için de dönüm noktası olarak görülen bir sınavdı Fenerbahçe maçı. Kötü gidişe “dur” diyebilmek için tüm kozlarını oynaması gerekiyordu. Tabii teknik direktör Eddie Newton’ın futbol aklını okuyabilmemiz açısından da önemliydi bu doksan dakika. O maalesef nerede çalıştığının farkında değil bence...
Şunu net biçimde söyleyebilirim; Trabzonspor iki farklı görüntüsü, “gerçek hangisi?” dedirtti bana.
İlk yarıda mükemmele yakın oynayan bir takım, ikinci bölümde ise erken yediği golle panik yapan ve direncini yitiren bir ekip vardı. Bu kadar kırılgan olması kaygı verici bir durum. Uğurcan bu ülkenin yetiştirdiği en iyi kalecilerden biri. Ama dün akşam
Gaziantepspor-Trabzonspor maçından sonra hakem Fırat Aydınus ile gözlemci Yunus Yıldırım’ın (Covid-19 testi olmadığı için) aynı masada yemek yemesi tartışma yaratmıştı. MHK talimatlara aykırı bu durum için savunmalarını istemiş, dosya Hukuk Müşavirliği’ne sevk edilmişti. Yapılan inceleme sonunda Aydınus ve Yıldırım’ın PFDK’ya gönderilmesine gerek görülmemiş. Doğrusu da bu idi.
MHK ikisine de iki haftadır görev vermiyor. Cezayı kendi kesmiş anlaşılan. Ama yeter. İncir çekirdeğini doldurmayacak bir yemek için fazla bile. Kurul en kısa sürede gözlemcilere de test şartı getirip, saçma sapan gündemler yaratılmasına son vermeli. Açıkçası haftaya, Aydınus ve Yıldırım’ın isimlerini basın bültenlerinde görmek istiyorum. Umarım bu uygulama Trabzonspor’un tepkisine karşılık yapılmamıştır!
Bahane üretmeyin!
Dikkat ediyor musunuz? Bu sezonun tartışma konusu hakem değil, Video Asistan Hakemliğine (VAR) döndü.
Başkanlar, teknik direktörler ve futbolcular kendi yetersizliklerini örtmek için sistemi sorgulamaya başladı. Bazı