Bu yıl dünya ekonomisini ne bekliyor? İyimser mi kötümser mi olmalıyız? Bu sorunun cevabı, artan enflasyonla, hayat pahalılığıyla, enerji fiyatlarındaki artışla, merkez bankalarının krize karşı yürüttüğü mücadeleyle daha da karmaşık bir hale geldi.
Bu hafta Davos’ta Dünya Ekonomik Forumu’ndaki toplantılarda küresel ekonominin geleceği, meydan okumalar, fırsatlar konuşuldu. (Davos’u bu kez yerinde izlemedim ama Kovid’in hayatımıza kattığı çevrimiçi toplantılar sayesinde canlı yayınlanan pek çok toplantıyı takip etme şansım oldu.) Girişte sorduğumuz, o herkesin cevabını aradığı soru, IMF Başkanı Kristalina Georgieva ve Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde’ın da katıldığı “Küresel Ekonomik Görünüm: Son Mu?” başlıklı oturumda da tartışıldı. Oturumda çizilen tablo şuydu:
“Birkaç ay öncesine göre iyi durumdayız, ama bu durum iyimser olmak için yeterli değil.”
IMF Başkanı, enflasyonun düşmeye başladığını, Çin’in yeniden açılma kararı vermesinin büyüme rakamlarına olumlu
Bu haftanın önemli ama gölgede kalan olaylarından biri, Libya’da Trablus Temyiz Mahkemesi’nin “Türkiye ve Libya Ulusal Birlik Hükümeti arasında Akdeniz’de hidrokarbon aramalarına ilişkin imzaladığı mutabakat zaptını” askıya almasıydı. Mahkeme, 5 avukatın yaptığı başvuruyu ve başvuru dilekçesinde yazdıkları “Ülkeyi seçime götürecek geçici hükümetin bir uluslararası anlaşma imzalama yetkisinin olmadığı” gerekçesini haklı buldu. Bu suretle, geçen Ekim ayında varılan mutabakat metninin yürütmesini durdurdu.
Bu bir “ara karar”dı. Kararın, gelişmeleri yakından izleyenler için o kadar da sürpriz olmadığını belirtelim. Zira bu karar öncesinde bazı dikkat çekici gelişmeler yaşandı.
Bunlardan biri Aralık ayında Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi’nin Mısır’ın Akdeniz’deki kara sularının sınırlarına dair bir imzaladığı bir kararnameydi. Bu kararnameyle Mısır, Türkiye’nin Libya’da Trablus merkezli hükümetle imzaladığı anlaşmanın sınırları üzerinde hak iddia
Türkiye ile Suriye arasında bakan düzeyinde görüşmeler başladı ama geçen hafta da yazdığımız gibi, Moskova’daki o görüşme bütün tabloyu değiştirecek nitelikte değildi. İki taraf da temkinli... Şimdi Ocak ayının ikinci yarısında yapılması planlanan dışişleri bakanları görüşmesi merakla bekleniyor.
Suriye muhalefeti Ankara ile Şam arasındaki bu temasları hem dikkatle hem de biraz tedirgin şekilde izliyor. Görüştüğüm bazı muhalefet yetkilileri, Türk hükümetinin kendilerine rağmen adım atmayacağına inanıyor, geçen hafta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmelerinin ise “çok samimi ve açık geçtiğini” ifade ediyor. Bazıları da sürecin bu kadar hızlı akmasından bir miktar endişeli. Hafta içi Çavuşoğlu’nun Suriye muhalefetinin temsilcileriyle görüşmesinin, Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın “Suriyeli kardeşlerimize rağmen adım atmayız” mesajlarının sebebi biraz da o tedirginliği gidermekti.
Suriye muhalefetinin görüşme sonrası yaptıkları açıklamada yaşadıkları
Taliban’ın önce kız öğrencilere getirdiği üniversite yasağı, ardından da kadınların sivil toplu örgütlerinde çalışmalarını engelleyen kararları uluslararası toplumda infial yaratmış durumda. Bu hafta Taliban yönetiminden bazı isimler ile konuştum, onlara bu karardan dönüp dönmeyeceklerini sordum. İsmini vermek istemeyen üst düzey bir Taliban yetkilisinin mesajını aynen paylaşıyorum: “Birincisi, duyuru kadınların eğitimini kalıcı olarak yasakladığımızı söylemiyor.
İkincisi kadınların başörtüsü kuralına uyarken de eğitime erişebileceğine inanıyoruz. Şimdi bir komite, kadınların eğitim alması için elverişli bir ortam sağlayarak bu sorunu çözmek için tüm hızıyla çalışıyor. Devlet, halkın meşru taleplerine olumlu cevap vermekle yükümlüdür. İslami bir ortamda eğitim vermek de bunlardan biridir.”
Taliban yetkilisi “elverişli ortamdan kasıt nedir?” soruma net bir yanıtı vermedi. Komitenin çalıştığını ve önümüzdeki günlerde yeni bir açıklama yapacağını söylüyor. Buna dair bir
Bu hafta İsveç Dışişleri Bakanı Tobias Billström Ankara’daydı. Zira Stockholm’de yeni bir hükümet var ve bu hükümet bir öncekine göre Türkiye ile iş birliğine daha açık, birlikte çalışma konusunda istekli. Türkiye’ye dönük silah ambargolarının kalkması (lisanslama problemleri zaman zaman devam etse de) önemli bir adımdı. Bu ay başında PKK/KCK üyeliğinden hakkında 6 yıl 10 ay kesinleşmiş hapis cezası bulunan Mahmut Tat’ın Türkiye’ye iadesi de önemliydi. Zira yeni yönetimle birlikte iki kişi daha Türkiye’ye iade edilmiş oldu. Daha önemlisi Tat, terör suçundan iadesi yapılan ilk isimdi.
Ancak İsveç yargısı FETÖ soruşturmasının firari şüphelisi Bülent Keneş’in iade talebini reddedince rüzgâr biraz tersine döndü. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, ortak basın toplantısında, “Bu karar olumlu atmosferi zehirledi” demesinin sebebi buydu. Bu kısa ziyarette Dışişleri Bakanı Tobias Billström ile Ankara’da konuştum. Öncelikle şunun altını
Türkiye’nin Suriye’ye kara harekâtı ihtimali hâlâ masada. ABD’nin ve Rusya’nın bir süredir bunu engellemeye çalıştığı biliniyor. Bu anlamda merak edilen, operasyonun ABD’nin kontrol ettiği alan olan Fırat’ın doğusundan mı yoksa Rusya’nın kontrolündeki batıdan mı başlayacağı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkmenistan’dan dönerken, “Türkiye-Rusya-Suriye ortak hareket edebilir” mesajı verdi. Erdoğan ayrıca ABD ve koalisyon güçlerinin YPG’ye verdiği destekten rahatsızlığını da yineledi. Bu süreçte ABD’nin eski DAEŞ ile Küresel Mücadele ve Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin hem 1 Aralık’taki Ankara ziyareti hem de 9 Aralık’ta Foreign Policy Dergisi’nde yayımlanan “ABD Türkiye ile Suriye’de Nasıl Uzlaşabilir?” başlıklı yazısı çok tartışıldı. Ben de tüm bu gelişmeleri Jeffrey ile konuştum.
‘ABD’den mesaj getirmedim’
Jefrrey gibi Türkiye’yi yakından tanıyan, ABD’de de çok üst düzey görevler almış
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bir süredir basın toplantılarında nükleer savaş riskine değiniyor. Hafta içi yaptığı bir açıklamada “Risk artıyor” dedi ama “Rusya çıldırmadı. Bu silahı bir jilet gibi savurarak dünyayı dolaşacak değiliz. İlk kullanan biz olmayacağız” diye de ekledi.
Bir tehdit miydi, yoksa itidalli bir açıklama mıydı, bu soru hafta içi çok tartışıldı. Cuma günkü “Nükleer kapasitemizi düzenli olarak test ediyoruz” sözleri, soru işaretlerini artırdı. Dahası Washington’ı, “ABD’nin aksine Rusya ilk nükleer saldırı için önlem almıyor ama Rusya’ya nükleer saldırıda bulunmaya cesaret edecek ülke yeryüzünden silinecek” diyerek uyardı. Bir süredir Rusya’dan nükleer ile ilgili dikkat çekici açıklamalar geliyor. Örneğin Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Aleksander Gruşko, “ABD, Avrupa’daki NATO üslerine modernize edilmiş taktik nükleer silahlar konuşlandırarak nükleer eşik sınırını düşürüyor” ifadelerini
İnsanoğlu 50 yıl sonra yeniden Ay’a dönüyor ama bu yeni misyonun hedefi artık oraya “ayak basmakla” sınırlı değil, gezegeneyerleşmek... NASA, Ay yolculuğuna 1969 yılında Apollo projesiyle başlamıştı. Pek çok kez Ay yüzeyi ve çevresi keşfedilmeye çalışılmış ama bu seyahatler 1972’de hem “çok maliyetli” olduğu gerekçesiyle hem de “insanoğlunun farklı gezegenleri keşfetme merakı” sebebiyle sonlandırılmıştı.
NASA, şimdi ayın yörüngesinde tıpkı Uluslararası Uzay İstasyonu gibi kalıcı bir istasyon kurmayı hedefliyor.
Proje, ismini Yunan mitolojisinde Apollo’nun ikiz kız kardeşi, Ay tanrıçası olarak bilinen “Artemis”ten alıyor. Artemis-1 misyonunu fırlatılan Orion uzay aracının direktörü Howard Hu ile konuştum.
Hedef Ay’ın güney kutbu
16 Kasım’da fırlatılan “Orion”, Ay’ın yörüngesine yerleşti. Hu, “Ay’da yaşamayı başarmak için uğraşıyoruz. Bu, aslında Artemis’in Apollo projesinden en önemli farkı. Orada kalmak istiyoruz. Sürdürülebilir ve uzun süreli