Ermeniler günün konusuydu.
Ben de bu köşede “Ermeniler” başlığı altında geçen gün onlardan uzun uzadıya söz ettim.
Ama o günden sonra dünya liderlerinin hareketlerini izledim ve onların yaptıklarının Ermenilerin lehine olmadığını, bilakis aleyhlerine olduğunu gördüm.
***
Türkiye’de İstanbul’da ilk kez, 100. yılında, 1915’te ölen Ermeniler anıldı.
Bu amaçla yapılan ayin Kumkapı Ermeni Kilisesi’ndeydi. Türk devlet tarihinde ilk defa bu ayine bir Türk bakan da katıldı.
Ve Bakan Volkan Bozkır özetle şunları söyledi:
“Azınlık yok”, bu köşede hep bunu söyledik. Bu 776 bin kilometrekarede yaşayan 78 milyon, karışmış ve Türk ismi altında birleşmiştir. İster üst kimlik deyin ister başka bir şey Türk ismi ortaktır. Hepimizin ismidir. İçimizde ve topraklarımızda azınlık yoktur, herkes eşittir. Türk vatandaşıdır.
Napolyon’un sözünü unutmayalım:
“Soyum benimle başlar.”
İşte bu, 78 milyonun da ilkesi olmalı.
***
“Bu ilke Türkiye’yi mutlu eder”. Aksini savunmak bu ülkeyi parça parça etmek demektir.
Din diyelim, mezhep diyelim, etnik köken diyelim, azınlık diyelim ve 78 milyona yaşantıyı zehir edelim. Halkı birbirine düşürelim. Türkiye gibi koca bir devleti, bir ülkeyi parça parça edelim.
Ben TV’lerdeki açık oturumları, yani tartışma programlarını hiç kaçırmam. Aşağı yukarı yüzde 90’ını seyrederim.
O programlarda laf olsun diye konuşanlar var, bilgisizliğini ortaya koyanlar var, tarafgir konuşmaları nedeniyle partilerden milletvekili adayı olanlar var. Ama bilgili olan ve bu bilgilerini de ispat edenler de var.
Geçen günkü açık oturum böyleydi.
Ahmet Hakan’ın CNN’deki tartışma programında “başkanlık sistemi” ortaya kondu, tartışıldı.
Tartışmacılardan biri Prof. Burhan Kuzu, diğeri Prof. Recep Bozdoğan ve bir diğeri Doçent Şule Özsoy Boyunsuz’du. Bu tartışmada doçent hanım profesörlere adeta ders verdi. Tabii bu programı izleyenlere de.
Bu doçentimizin başkanlık sisteminin parlamenter sisteme göre iyi veya kötü olduğunu anlattığı için onu takdir etmiyorum. Kendi görüşünü çeşitli ülkelerden örnekler vererek anlatmasını takdir ediyorum. Yani Şule Hanım hiç boş laf etmedi, her sözünü pratikle donatarak anlaşılır kıldı. Tartışma programlarına çıkanlara bu ders olsun. Atıp tutanların, boş konuşanların bu programlarda yeri olmamalı.
***
776 bin kilometrekare toprağımız var.
Ve bu topraklar üzerinde 77 milyon kişiyiz. Köyde yaşayanımız var, şehirde hayatını sürdürenimiz var.
Ama hepimiz kuru fasulye ile pilavı yiyoruz, seviyoruz. Ve onu ucuz biliyoruz.
Kuru fasulyeye “kuru” diyenimiz çok. Ve kuru adeta milli bir yemek.
Ayrı lokantaları bile var.
Bunlar neyi gösteriyor?
“Kuru”nun 77 milyonun çoğunluğu tarafından sevilip, sık sık yenildiğini.
Her kafadan bir ses çıkıyor.
Ne için?
Seçim için.
Yani seçim heyecanı arttıkça, 7 Haziran yaklaştıkça tahmin ve “atış” kargaşası da çoğalıyor.
Peki, seçim sonucu belli olduktan sonra, yani 8 Haziran’da bugün desteksiz atanlar daha doğrusu maksatlı atanlar ne yapacak, intihar mı edecek?
Onlar Japon mühendis kadar da şahsiyet sahibi değil mi, olamayacak mı?..
Göreceğiz.
İlk kez AKP’de böyle bir ihtilaf görüldü. Cumhurbaşkanı ile Başbakan Yardımcısı ve Başbakan Yardımcısı’yla Ankara Belediye Başkanı birbirine girdi.
Artık Davutoğlu bile ne yaparsa yapsın, bu kargaşa unutulamaz.
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan, hükümetin çözüm sürecinde son günlerde izlediği çizgiyi eleştirdi.
“Bazı şeylerden haberinin olmadığını” söyledi.
Ve “Kendine göre doğruları ortaya koyan, yapılan yanlışları belirten” Cumhurbaşkanı “izleme komitesi”ne de karşı olduğunu açıkladı.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a birkaç kez cevap verdi.
Tayyip Erdoğan her gün en az 2-3 konuşma yapıyor.
Gruplarda konuşmalar olduğu gün bile o dışarıda hitap edecek kalabalık bulmuştu.
Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce “Ben farklı bir cumhurbaşkanı olacağım” anlamına gelen sözler söyledi. Ama bu kadar farklı olacağı hiç düşünülmedi. Evet onu ilk kez bu mevkie halk seçmişti, bunun yarattığı ufak bir fark olacaktı ama o kadar.
Oysa o sanki başkan olmuş gibi davranıyor ve bunun hukuki olması, yani rejimin parlamenter düzenden, başkanlık sistemine geçmesi için 7 Haziran seçimlerinde 400 milletvekili istiyor. Yani “AKP’ye 400 milletvekili çıkaracak oyu verin ki rejim değiştirilsin” diyor.
Oysa bu söylem bazı seçmenler üzerinde aksi tesir yapmaz mı? Yani başkanlık rejimi istemeyen, parlamenter rejimin iyi yanlarına inanan AKP’liler yok mudur?
Az da olsa vardır.
Ve onlar oy vermeden önce derin derin düşüneceklerdir.
Habertürk TV’de Balçiçek İlter’in ‘Akşam Raporu’ programına katılan sanatçı Ahmet Güneştekin, Yaşar Kemal’in Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday olduğu dönemde, bazı Kürt ve Türklerin Nobel komitesinden bir üyeye gidip Yaşar Kemal’e ödül verdirtmemek için uğraştığını söyledi.
Birkaç gün sonra da, Habertürk TV’de Balçiçek İlter, ‘Akşam Raporu’ programında yazar Muhsin Kızılkaya ve gazeteci yazar Eyüp Burç’u konuk ederek Nobel tartışmasını sürdürdü. Kızılkaya ve Burç programda, Yaşar Kemal’in Nobel Edebiyat Ödülü’nü alamamasının nedeni olarak Mahmut Baksi’nin de içinde olduğu Stockholm’deki Kürt entelektüellerden oluşan grubu işaret etti. İki isim de, Yaşar Kemal’in Nobel Edebiyat Ödülü’nün en güçlü adaylarından olduğu 1970’li yıllarda Stockholm’deki Kürt entelektüellerinin Nobel Ödül komitesinden etkin bir ismi ziyaret ederek Yaşar Kemal’in edebiyatında ve edebiyat dışı söylemlerinde Kürt kimliğini yeterince ön plana çıkarmadığı gerekçesiyle aleyhine kulis yaptıklarını öne sürdü. O dönemde Nobel komitesinin Kürt sorununa özellikle eğildiğini belirten Eyüp Burç, “Yaşar Kemal’in o dönemdeki tutumu Nobel komitesini cezbetmedi” dedi.
***
Bunlar gazetemizin “Kültür Sanat Servisi”nin