Ne diyorduk? Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca Ahmet Davutoğlu’nu boşuna başbakan yapmadı, belli ki ona herkesten çok güveniyordu.
Ne derse Davutoğlu karşı çıkmayacaktı.
Kabineye bile Erdoğan başkanlık edebilecekti.
Zaten 19 Ocak gününü şimdiden açıkladı. O gün ilk defa Cumhurbaşkanı Bakanlar Kurulu’na başkanlık edecek.
Başka birini başbakan yapsaydı, tatsızlık çıkarabilirdi.
Çıkmadı.
***
Bir yılı daha geride bıraktık. Günler çabuk geçiyor, değil mi?
“Çabuk” belki iyi ifade edemiyor.
“Hızlı” desek daha mı doğru olur, acaba?
2014’te görüp, geçirdiğimiz olaylar ancak hızla geçtikleri zaman bir yıla sığabilirdi, sığdı da...
***
Önce Türkiye’nin ekonomik durumuna bakalım.
İki görüş var.
Dünyadaki gelişmiş ülkeler ne ile biz ne ile meşgulüz, ne ile vakit geçiriyoruz.
12 yıldır iktidarda tek parti var, AKP. Öyleyse her şey yolunda gitmeli, koalisyonlardaki gibi değil. Ama bugünkü halimiz koalisyonlara toz kondurmayanlara hak vermenizi gerektiriyor.
İktidarda yıllardır tek parti var ama ülkede istikrar yok.
***
Medya mensubu olmak, doğru bildiğini yazmak, yaymak demektir.
Medya, muharip güçlere yardımcı olan, onlar için çalışan, istihkâmın, sıhhiyenin, levazımın işini üstlenemez, göremez.
Yani gazeteci, medya doğruya doğru, eğriye eğri demelidir.
Selahattin Demirtaş Kürtçü zannediliyordu.
Kürt değil Kürtçü, yani bölücü.
Ama insanımızın çoğu Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde “Onu Türkiye kazandı” diye sevindi.
Halk onu, Cumhurbaşkanlığı propaganda konuşmaları sırasında bütünlükten yana, yani ayrımcılık yapmayan bir genç politikacı olarak tanıdı.
Demirtaş’ı Türkiye de ileride daha önemli rollerde üstlenecek bir genç politikacı olarak gördü. Sevinildi.
“Solu işte bu genç ileride lider olarak temsil eder,” diyenler çıktı. Ve seçim sonucu da bu umudu gösterdi.
***
Erdoğan sık sık Birleşmiş Milletler’e veryansın ediyor.
Öncelikle “Güvenlik Konseyi”nin daimi üyelerini ele alıyor ve “5 devlet dünyayı temsil eder mi?” diyor. Yıllar geçti, dünya değişti ve bu böyle...
Üstelik Tayyip Erdoğan “bu 5 devletin arasında Müslüman devletlerden birinin bile bulunmadığını” söylüyor.
Bu “haksız tutum” sebebiyle BM’yi kınıyor.
Doğru değil mi?
Doğru.
Peki, ama bu doğruyu Müslüman devletler duymuyor mu?
Dünyada böyle mi? Yani siyasiler birbiri aleyhine devamlı öyle şeyler söylüyorlar ki akıl almaz. Sokak çocukları bunu yapmaz.
Anlıyoruz, bu yol kolay. Böyle siyaset “kes yapıştır” gibi. Her gün say dök, olsun bitsin, sonra da lider denilsin, siyasetçi denilsin.
Hele grup toplantılarındaki atışmalar, sanki miting meydanı.
Hep kış, bahar havası yok. Halk devamlı galeyana getiriliyor.
***
Oysa bu memleketi düşünmek gerek. Bu konuşmalar vatandaşın tansiyonunu ne duruma getiriyor acaba?
Bu ülkenin ekonomik problemleri yok mu, 76 milyonun eğitim problemleri yok mu, sağlık problemleri yok mu, iş problemleri yok mu, geçim problemleri yok mu, mesken problemleri yok mu, çevre problemleri yok mu?
Bir yanda “çözüm süreci”, öte yanda Güneydoğu’da süren PKK faaliyetleri.
Birbirine zıt mı zıt.
Önce hükümet “çözüm süreci” için realist olmalı.
Yani PKK’dan silah bırakmasını istemek inandırıcı, realist olamaz. Zaten geçen gün, KCK yöneticisi Sabri Ok da bunu belirtti. Kobani olayları da silahsızlandırmayı değil silahlanmayı gerektiriyor.
Ama PKK’nın silahlı kuvvetlerinin Türkiye sınırları dışına çıkması gerçekleşmeli.
Hiçbir şey buna mani sayılmamalı.
***
CHP’ye rakip bir parti kuruldu. “Anadolu Partisi.”
Bu yeni partinin nasıl bir yol izleyeceğini henüz duymadık, daha doğrusu “yol haritası”nı daha görmedik, göreceğiz.
Ama bildiğimiz bir şey var. Bu parti CHP’ye rakip olmak, onun yerini almak için kuruldu.
Peki, bu amacı yerine getirebilir mi?
Kılıçdaroğlu CHP’nin başında kaldıkça, evet olabilir, alabilir, diyebiliriz.
Ben bu hükme ezberden varmış değilim.
Her meslekten arkadaşlarımla yemek yediğimiz bir gün bazıları “Artık oyumuzu Kılıçdaroğlu yüzünden ne yapacağımızı düşünmeyeceğiz... Şimdi yeni bir parti doğdu, iyi oldu” dediler.