Darbe girişiminde bulundukları iddia edilen muvazzaf veya emekli subayların hangi mahkemede yargılanacakları konusu tartışmalıydı.
Son olarak Ergenekon soruşturması sürecinde konu yeniden gündeme gelmişti. Ergenekon savcıları, darbe planlarının sonucunun askeri mahal dışında meydana gelecek nitelikte olması nedeniyle, askeri mahalde planlanmış olsalar bile sivil mahkemelerin bakacağı bir konu olduğunu savlamışlardı. Darbe planlayan veya azmettiren kişilerin general ya da muvazzaf asker olmalarının “askeri mahal” kavramı nedeniyle askeri yargı tarafından yargılanmaları sonucu doğurmayacağını öne sürmüşlerdi.
Önceki gece yarısında, AKP’nin verdiği bir önergenin TBMM’de kabul edilmesiyle, bu konu askeri yargının yetki alanından çıkarıldı. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesinde yapılan bir değişiklikle, muvazzaf askerlerin savaş ve sıkıyönetim hali dışında, ağır cezalık suçlarına sivil mahkemelerde bakılacağı hükmü getirildi.
CHP’nin tutumu
AKP’nin gece yarısı verdiği önergeyle bu düzenlemeyi yapmasına ana muhalefet partisi CHP, “yöntem”
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, merakla beklenen basın toplantısını yaptı. Başbuğ, dün de ünlü “belge” ortaya atıldığı gün gibi kendinden emin, açık ve rahattı. Genelkurmay Başkanı’nın konuşması devlet adamı ölçüleri ve üslubu içindeydi.
Dünya nerede, biz nerede?
Org. Başbuğ, “AKP’yi ve Gülen’i bitirme planı” olarak gündeme gelen belge konusuna girmeden, dünyanın neyle bizim ise neyle uğraştığımızı vurgulamak gereği duydu. Dünyanın küresel ekonomik kriz ve yarattığı sosyal sorunlarla uğraşırken, İran, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerde çok önemli gelişmeler yaşanırken, Kıbrıs görüşmeleri sürerken, Türkiye’nin iki haftadır bir kâğıt parçasının etrafında enerjisini tükettiğine dikkati çekti. Başbuğ’un bu sözleri, bu kadar ciddi sorunun ortasındaki bir ülkede, zaman ve enerji kaybına yol açan bu tartışmaları körükleyen ve sürükleyenlere eleştirel bir göndermeydi.
Birlik görüntüsü
1- Org. Başbuğ’un
Anayasa’nın geçici 15. maddesinin kaldırılması ve 12 Eylül’ü gerçekleştiren Kenan Evren ile hayattaki diğer komutanların yargılanması için yolun açılması hakkında Evren’le konuştum.
Evren, “Yapacak başka bir şeyimiz yoktu” dedi ve ekledi: “Biz o Anayasa’yı halkoyuna sunduk. Yüzde 92 oyla halk onay verdi. Yine aynı yolu kullansınlar. Eğer halk ‘evet’ derse, hiç yargılamaya gerek yok.”
“AKP ve Gülen’i bitirme planı” diye kamuoyuna sunulan belge tartışmaları, sonunda 12 Eylül’e geldi. CHP lideri Deniz Baykal, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a, “Madem darbecilerle hesaplaşmak istiyorsunuz, gelin Anayasa’nın geçici 15. maddesini kaldıralım” önerisinde bulundu.
Baykal, 12 Eylül’ü gerçekleştiren Kenan Evren ve hayattaki diğer komutanların yargılanması için yolun açılması için AKP’ye teklif de götürdü.
Başbakan Erdoğan ise Baykal’ın önerisini “Sulu şaka” diye nitelendirdi. Ancak Baykal, “şaka” yapmadıklarını
Genelkurmay Askeri Savcılığı, “AKP’yi ve Gülen’i bitirme planı” diye sunulan belgeyle ilgili olarak kovuşturmaya gerek olmadığına karar verdi. Dosyayı İstanbul Başsavcılığı’na gönderdi.
Askeri savcılık, söz konusu belgenin Genelkurmay’da hazırlanmadığını, aslı olmayan belgedeki imzanın Albay Dursun Çiçek’e ait olduğuna ilişkin bir delil bulunmadığını tespit ederek, günlerdir süren tartışmanın bir yönüne son noktayı koymuş oldu. Askeri savcılığın bu kararından çıkan ilk sonuç, Genelkurmay karargâhında böyle bir belge hazırlanmadığıdır. O halde TSK’nın emir-komuta zinciri içinde bir darbe hazırlığı içinde olduğu tezi çürümüş durumdadır. Bu zaten Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un açıklamalarıyla da çoktan anlaşılmıştı. Keza, askeri savcılığın kararı, Genelkurmay’da bir cunta tarafından hazırlanmış olabileceği tezini de büyük ölçüde geçersiz kılmaktadır.
Geriye kalan en yüksek olasılık, belgenin TSK’yı hedef alan sahte bir belge olduğudur.
Askeri
“AKP’yi ve Gülen’i bitirme planı” adıyla kamuoyuna sunulan “belge” nedeniyle günlerdir yürütülen tartışmalar, yapılan temaslar önemli derslerle doluydu.
Hem siyasilerin hem askerlerin hem de basının dikkatle okuması gereken bu dersleri şöyle özetleyebiliriz:
Kriz yönetimi
1- Türkiye siyaset-asker ilişkileri hâlâ kırılgan bir yapıya sahip. Güven sorunu tam aşılabilmiş değil. Bu ilişkinin provokasyonlara karşı daha dikkatli korunması gerekiyor. Sivil otoritenin de askeri otoritenin de üçüncü güç merkezlerinin oyununa gelmemeleri büyük önem taşıyor.
2- Artık “tehdit” ve “kriz” üzerinden puan toplama çabalarına halk prim vermiyor. İnandırıcı bulmuyor. Gerçek ortaya çıkmadan, yayınlara sarılıp “tehdit” altındayız politikasının geride bırakılması gerekiyor.
3- Ünlü belgenin yarattığı “kriz” havası, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’la görüşmesinden sonra söndü. Bu
Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nde belge hukukuna 8 yılını vermiş bir yargıç aynı zamanda. Birçok özelliğinin yanında sahtecilik davalarında uzmanlaşmış bir isim.
Prof. Dr. Selçuk, günlerdir Türkiye’nin gündemini meşgul eden ünlü “AKP’yi ve Gülen’i bitirme” belgesiyle ilgili olarak yürütülen tartışmaları “gölge boksu”na benzetti.
Bu benzetmenin gerekçesini de şöyle açıkladı:
‘Fotokopi esas olmaz’
“Bir imzanın, imza sahibi olduğu iddia edilen kişiye ait olup olmadığı, ancak elle imzalanmış belge üzerinden anlaşılabilir. Fotokopi üzerinden anlaşılmaz. Fotokopi bir fotoğraftır. Dolayısıyla bir fotokopi üzerinden günlerdir yapılan tartışmalar gölge boksunu andırıyor. Anlamsız bir tartışma yürüyor.”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Adına ne derseniz deyin Türkiye’nin en önemli sorunudur” diye tarif ettiği Kürt sorununun çözümü konusundaki inancını ve güvenini koruyor.
Cumhurbaşkanı’nın, önceki gün Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası temsilcilerini kabulü sırasında yaptığı değerlendirme de bunu gösteriyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Galip Ensarioğlu ve beraberindeki heyeti kabulünde, üzerinde durduğu iki mesaj önem taşıyor. Gül, çözümü demokrasinin kökleşmesi ve derinleşmesinde, bunun için öncelikle terörün kınanması ve dışlanmasında görüyor.
Gül’ün iki yaklaşımı
Oda Başkanı Ensarioğlu, Cumhurbaşkanı’nın kabulünde, bölgedeki ekonomik ve sosyal sorunları dile getiren bir sunuş yapıyor. Cumhurbaşkanı Gül, bölge sorunlarına bu yönüyle de zaten hâkim. Ekonomik ve sosyal sorunlardan sonra konu doğal olarak Kürt sorununa geliyor. Cumhurbaşkanı’nın bu konuda yaptığı değerlendirme
AKP’yi ve hükümete yakın çizgide duran gazetelere bakarsanız, ünlü belgedeki imza Albay Dursun Çiçek’e ait. Bu gazetelerin dünkü manşetleri bu yöndeydi. İmzanın yüzde 90 Albay’a ait olduğunu yazan da vardı, daha kesin ifadeyle, “Askeri rapor savcılığa geldi, imza benziyor” diyen de.
Tam aksi haberlere de rastlamak mümkündü. “Belge yüzde 99 sahte” diyen gazete de vardı.
İmzanın Albay’a ait olduğunu yazan gazetelerde haber kadar yorumlar da dikkat çekiyordu. Örneğin, imzanın Albay’a ait olması, belge emir-komuta zinciri içinde mi hazırlandı, sorusunu gündeme getirdi, diyen haber-yorum karışımı ifadeler dikkat çekiciydi.
Aynı saftaki gazetelerin, imza Albay’a ait noktasından hareketle, belgenin Genelkurmay’da ve emir-komuta zinciri içinde hazırlanmış olmasını kanıtlamaya, en azından bu imzayı o yönde bir karine saymaya yönelik bir gayret gözleniyor.
Oysa iki önemli gerekçe nedeniyle belgenin Genelkurmay Başkanı’nın emriyle ve emir-komuta zinciri içinde