CHP’nin 32. kurultayı hafta sonu yapılacak. Deniz Baykal dışında genel başkanlığa adaylığını açıklayan dört isim daha var.
CHP genel başkanlığına yeniden Deniz Baykal’ın seçileceğini tahmin etmek zor değil. Adaylığını açıklayan isimler, Baykal’ı zorlayacak gibi görünmüyor.
CHP’de kurultay tartışmaları içinde Baykal’a yöneltilen eleştiriler iki konuda yoğunlaştı:
1- Yeni isimlere fırsat vermiyor,
2- Sadece laiklik ve ulusal bütünlük üzerinden muhalefet yapıyor, kitlelere ulaşamıyor.
Adayların rüzgârı var mı?
Önce birinci eleştiriyi ele alalım.
CHP lideri Deniz Baykal, Sabah-atv’nin Çalık grubuna satılması ve bedelinin ödenmesi için kamu bankalarından kredi verilmesi işlemlerine tepki gösterdi.
Baykal, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı siyasi nüfuzunu ve kamu kaynaklarını kullanarak kendine yandaş medya oluşturmakla suçladı.
Baykal, ihale ve kredi işlemleriyle ilgili olarak, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Başbakan Erdoğan, herkesin gözü önünde siyasi nüfuz kullanarak ve bedelini de kamu bankalarından kredi biçiminde ödettirerek kendine yandaş bir medya oluşturuyor. Sabah-atv’nin satışından iyi kokular gelmiyor. Geçmişte Türkbank olayından daha vahim bir durumla karşı karşıyayız. Bu işin peşini bırakmayacağız.”
‘Damadının başında olduğu şirket’
CHP lideri Baykal, Sabah-atv satışında ihaleye açıkça müdahale edildiğini de belirterek şöyle konuştu:
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Atatürk’ün büyüklüğünü gösteren örneklerden biridir.
Dünyada çocuklara bayram armağan eden tek liderdir Atatürk.
Büyük zorluklarla kurduğu ve “En büyük eserim” dediği cumhuriyeti gençliğe emanet etmesi de Atatürk’ün ileri görüşlülüğüdür.
Cumhuriyeti gençlere emanet etmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş gününü de yarının gençleri olan çocuklara bayram günü diye seçmesi anlamlıdır.
Yarın ülkeyi yönetecek olan büyüklerin bugünün gençleri olduğunun bilinciyle hareket eden Atatürk, eğitim birliği ilkesiyle de çocukların yeşereceği, o gençlerin yetişeceği, hurafelerden uzak, bilimsel anlayışı yol olarak göstermiştir.
Hedef kitle çocuklar
Laiklik ilkesinin gereklerinden biri, kamu hizmetinin inanç farkı gözetilmeden sunulması, dini referanslara göre değil, bilimsel referanslara göre yürütülmesi ve herhangi bir ideoloji ve inancı dayatmamasıdır.
Türkiye’de, önemli bir kesimin duyduğu kaygının özü de budur.
Eğitim ve sağlık özel sektörce de verilebilen hizmetler olsa da bu durum hizmetin kamusal niteliğini ortadan kaldırmaz. Nitekim bu alanlarda hizmet veren özel sektör kuruluşlarının da uyması gereken kurallar ve ödevler yine kamu tarafından belirlenir.
Laiklik ilkesinin “hizmet alan-hizmet veren” ayırımına göre yaşama geçirilmesi tartışması bir yana, son dönemde kamu hizmetlerinde basına yansıyan bazı haberler düşündürücüydü.
Eğitimdeki işaretler
Türkiye, kamu hizmetinde ve üniversitelerde türbanı tartışırken, bazı kamu görevlilerinin dini referansla hareket ettiklerine ilişkin örnekler kamuoyuna yansıdı.
Gaziantep’teki bir lisede din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni, öğrencilere 35 dakikalık bir video
Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararıyla ilgili tartışmalara, kararın baskı altında verildiğini iddia eden haber ve yorumlara Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç nasıl bakıyor?
Kılıç’a dünkü görüşmemizde bu soruyu yönelttim. Yanıtı şu oldu:
“Vicdana saldırı”
“Bu tür çabalar, dava konusuyla, kararlarımızla ilgili iddialar, yorumlar, aslında hâkimin vicdanına yapılan saldırıdır. Amaç hâkimin vicdanına girerek, onun belki vicdani olarak onaylamadığı bir yönde karar vermesini sağlamaya dönüktür. Aslında Anayasa’nın 138. maddesi açıktır.
Buna göre hiç kimse, hiçbir organ mahkemelere emir ve talimat veremeyeceği gibi telkin ve tavsiyede de bulunamaz. Bu kadar açık bir hüküm. Bu hükme rağmen gösterilen çabalar hâkimin vicdanını etkilemeye dönüktür. Ancak Anayasa Mahkemesi de, üyelerinin vicdanları da bunlara kapalıdır.”
Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararını verdiği süreçte yaşananlar, dönemin Başkanı Tuğcu’nun yaptığı açıklama,
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Yener Karahanoğlu’nun, Anayasa Mahkemesi’ne 367 davasıyla ilgili kararı öncesinde baskı yaptığı iddiaları bir süredir basında tekrarlanıyor. Karahanoğlu’nun, dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu ile görüştüğü, “367 konusunda istenilen yönde karar almazsanız, ordu darbe yapacak” dediği, Tuğcu’nun, “Bunu çocuklarıma anlatamam” diyerek tepki verdiği, hatta “gözyaşlarını tutamadığı” ima ediliyordu.
Karahanoğlu’na dünkü görüşmemizde bu iddiaları sordum.
Karahanoğlu, bu konudaki haberleri ve köşe yazılarını hayretle karşıladığını belirttikten sonra şu yanıtı verdi:
‘Kimseyle konuşmadım’
“Dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Hanım’ı tanımam. Resmi törenlerde el sıkışmak dışında bir görüşmem, konuşmam olmadı. Onun sayısı da üçü geçmez. Tülay Hanım’la da mahkeme üyeleriyle de bir görüşmem, konuşmam olmadı. Bu nedenle gazetelerde çıkan haberlerin, yazıların tamamı hilaf-ı
Rahşan Ecevit’le laikliği konuştuk. Rahşan Hanım, laiklik konusundaki tartışmaları yakından izliyor. Laikliği Türkiye için yaşamsal önemde sayıyor.
Aşil’in topuğu
Rahşan Hanım, konuya Bülent Ecevit’in sözlerini anımsatarak girdi:
“Rahmetli Bülent, laikliği mitolojideki Aşil’in (Ahilleus) topuğuna benzetirdi. Siz de yazmıştınız. ‘Laiklik Türkiye Cumhuriyeti için Aşil’in topuğu kadar yaşamasal öneme sahiptir. Yani laiklikten vuruldu mu, bu cumhuriyet yıkılır, bu toplum çöker ve bu ulus çözülür’ derdi. Laikliğin yıkılması halinde Türkiye’nin çağın gerisine düşeceğini söylerdi.
Bülent’in, endişesinde ne kadar haklı olduğu bugün görülüyor. Türkiye, laiklikten vurulursa Aşil topuğundan vurulmuş gibi olur. Biliyorsunuz Aşil mitolojide önemli bir kahraman. Söylenceye göre, annesi, Kral Aşil’in Truva savaşlarında öleceğini bildiği için onu sihirli bir yeraltı suyuna sokmuştur.
Etnik kökenli, ayrılıkçı terör hareketlerinin ve buna dayalı siyasi akımların sıfıra indirilmesi mümkün değil. Dünya örnekleri bunu gösteriyor.
Bu nedenle, terörle mücadelenin hedefini, “terör olaylarını kabul edilebilir, marjinal düzeye indirmek” biçiminde tanımlamak gerçekçi olur.
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, KKTC’de, “Kamuoyu doğru ve açık bilgilendirilmeli, yetkililerce bilinçsiz yapılan açıklamalarla gerçek dışı beklentiler içine sokulmamalıdır” derken, bu gerçeğin altını çizmeyi amaçlamış olmalı...
Hedefi doğru tanımlamak, kamuoyunun terörle mücadeleyi doğru değerlendirmesi için bir önkoşul. Eğer hedef gerçekçi biçimde belirlenmez ve tanımlanmazsa, o zaman, kamuoyundaki beklenti de gerçekçi olmaz. Hayal kırıklığı, moral bozukluğu, başarısızlık duygusu öne çıkar.
Türkiye’nin 30 yıla yakın süredir mücadele ettiği terör, etnik kökenli ve ayrılıkçı karakterdedir. Bu nedenle, her zaman