ECEVİT YİNE SAVUNDU Atatürk'le eski yakınlıkları var "Benim, kendiliğimden ortaya çıkıp da 'Vahdettin hain değildi' demek gibi bir düşüncem yoktu. Gazetecilerle yaptığım söyleşilerde konu buraya geldi ve soru yöneltilince bunu söyledim. Benim Atatürkçülüğüm konusunda kimsenin kuşkusu herhalde yoktur. Ben Vahdettin'i yücelteyim, Atatürk'ü küçülteyim gibi bir düşünce içinde hareket etmedim. Böyle bir düşünceye sahip olduğumu da herhalde yine kimse söyleyemez. Atatürk'ün yaptığı doğrudur. Bunda bir kuşku yok. Benim söylediğim, sadece hain nitelemesinden önce o dönemi artık 80 küsur yıl geçtikten sonra daha ayrıntılı incelemek gerektiğidir. Nitekim, o dönemin entrikalı, karanlık günlerinde doğruların, gerçeklerin tam yansıması da mümkün değildir. Nitekim o döneme baktığınızda Vahdettin'le Atatürk'ün yakınlığının eskiye dayandığını da görüyorsunuz. Mustafa Kemal'in Bandırma Vapuru'yla ve resmi görevli olarak Samsun'a yola çıkmasından Padişah Vahdettin'in ve İngilizlerin haberinin olmaması mümkün değildir." "Vahdettin hain değildi demek ihtiyacını neden hissettiniz?" sorusuna Ecevit, şu yanıtı verdi: Ecevit, Mustafa Kemal'in Samsun'a gidişinin Vahdettin'in bilgisi dahilinde olduğuna
Klasik basın toplantısı formatında, Genelkurmay brifing salonunda gerçekleştirilen bu toplantılar bir süredir yapılmıyordu.Dün değişik formatta bir Genelkurmay brifingine tanık olduk. Genelkurmay İkinci Başkanı Org. İlker Başbuğ, yine terörle mücadele ağırlıklı olarak Genelkurmay'ın görüşlerini özetledi ve yine gazetecilerin sorularını yanıtladı ama toplantı birkaç yönden farklıydı.Genelkurmay brifinglerindeki kısa süreli görüntü alınma uygulaması dün gerçekleşmedi. Bunun yerine Genelkurmay Başkanlığı foto film şubesinden iki görevlinin kaydettiği görüntüler basın kuruluşlarına dağıtıldı. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, ayda bir, bazen iki ayda bir basını bilgilendirme toplantısı yapar, gündemdeki konulara ilişkin Genelkurmay'ın görüşlerini açıklar ve gazetecilerin sorularını yanıtlardı. Daha önce Org. Başbuğ, brifing salonunda kürsüye çıkarak konuşurdu.Bu kez brifing salonu yerine, "İnönü Salonu"nda ikramla ağırlanan gazeteciler, aynı salondan geçtikleri ikinci bir salonda, ay biçimindeki toplantı masasında oturdular. Org. Başbuğ, sağında İstihbarat Başkanı Korg. Aslan Güner, solunda Genelkurmay Genel Sekreteri Tümg. Sabri Demirezen olmak üzere toplantıyı
Irak'ta gerçek egemen güç ABD olmasına karşın Myres'ın gösterdiği adres Bağdat yönetimiydi.Bağdat yönetiminden İçişleri Bakanı El Zubeydi de başka bir adres gösterdi. İstanbul'da yapılan Irak'a Komşu Ülkeler İçişleri Bakanları Toplantısı'na katılan El Zubeydi, NTV'nin sorularını yanıtlarken, sınır ötesi harekât için şu değerlendirmeyi yaptı: Türkiye'de son günlerde artan terör eylemleri konusunda Başbakan Erdoğan'ın gerekirse sınır ötesi harekât yapılabileceğine ilişkin açıklamasına, ABD Genelkurmay Başkanı Myres, "Irak hükümetiyle muhatap olmanız gerekir" yanıtını vermişti. "Sınır ötesi harekâtta izin verme yetkisi Irak parlamentosundadır. Merkezi hükümetin güvenlik gücü, sınırları korumaya yetmiyor. Kuzeyde sınırları peşmergeler koruyor."El Zubeydi, kuzeyde Barzani'nin İçişleri Bakanı'yla da bu konuları sık sık konuştuğunu sözlerine ekledi.El Zubeydi'nin verdiği mesaj yeni bir adres gösteriyordu:"Kuzey Irak'ta oluşturulan Federe Kürt Devleti."Türkiye, eğer sınır ötesi harekât yapacaksa, hem Irak parlamentosundan izin almalıydı, hem de kuzeyde sınırı koruyan peşmergelerin bağlı olduğu Barzani'den...Bağdat'ta Irak Cumhurbaşkanı olarak Talabani, Kuzey Irak'ta da bölge başkanı
İşin başlangıcında, Türkiye ile ABD'nin "Irak sorunu"na bakışları zaten farklıydı. Bu farklılık, amaçlar arasındaki çatışmadan kaynaklanıyordu. ABD'nin hedefi Saddam yönetimiydi. Bu nedenle muhalif grup olarak Kürt grupları yandaş olarak görüyordu. Türkiye'nin asıl sorunu ise Bağdat yönetiminden ziyade Kuzey Irak'taki gelişmeler ve PKK'nın bölgedeki varlığıydı.Amaçlar arasında örtüşme değil çatışma vardı.Türkiye, Irak'ın toprak bütünlüğü etrafında bu çatışmayı ortadan kaldırmaya, en azından yumuşatmaya endeksli bir politika izledi. Hâlâ da izliyor.Ancak, Türkiye - ABD ilişkilerinde Irak konusu bir ikilem oluşturmayı sürdürüyor. İki farklı süreçte yaşananlar Türkiye - ABD ilişkilerini olumsuz etkiliyor. Irak, Türkiye - ABD ilişkilerinde önemli bir sorun alanı oldu. Özellikle 1 Mart tezkeresinin reddedilmesiyle sorun krize dönüştü. Son dönemde "kriz" olarak nitelenmese de Irak, Ankara - Washington arasında sorunlu alan olmaya devam ediyor. Irak konusunda Türkiye'yi ilgilendiren iki farklı süreçten söz etmek mümkün.Politik süreçte Türkiye, Irak'ın yeniden yapılanmasına kendi çapında katkıda bulunmaya çalışıyor ve zaman zaman ABD'den de teşvik görüyor. Türkiye, politik süreçte yine
Anadolu Ajansı'nın ismini vermediği bir kişiye dayalı haber yapmasını yanlış bulduğunu söyledi. Ayrıca, ABD böyle bir tutum içinde diyemeyeceğini, derse bunun yanlış olacağı anlamında bir değerlendirme yaptı. Başbakan, Türkiye'nin gerekirse sınır ötesi harekât yapabileceğini, uluslararası hukukun buna olanak tandığını da ekledi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Anadolu Ajansı'nın Washington'dan geçtiği ve ismin vermeyen bir ABD'li yetkilinin, Türkiye'nin sınırları içinde PKK'ya karşı insan haklarını ihlal etmeden operasyon yapabileceğini ancak sınır ötesi harekât yapamayacağını içeren haberine tepki göstermişti. Erdoğan'a, "kaynağı belli" yanıt gelmekte gecikmedi. ABD Genelkurmay Başkanı Myers, "ismini vermeyen ABD'li yetkili" gibi konuştu. Türkiye'nin Kuzey Irak'ta harekât yapamayacağı sonucu çıkan bir değerlendirme yaptı. Irak'ın egemen bir devlet olduğunu, Türkiye'nin Irak'la muhatap olması gerektiğini ve böyle bir durumda da Bağdat'ın Türkiye'ye söyleyeceği çok şeyi olacağını ifade etti.Sözü uzatmaya gerek yok. Başbakan'ın "Yaparız" dediği sınır ötesi harekât için "Yapamazsınız" demiş oldu.Myers "Irak egemen bir devlet" diyor ama Irak'ta gerçek "egemen"in ABD olduğunu herkes
YÖK Başkanlığı'nı bıraktıktan sonra emekli de olan ve aldığı bir davet üzerine ABD'de Harvard Üniversitesi'ne giden Prof. Dr. Gürüz, oradan gönderdiği bir mektupla, yeni sistem ve YÖK'ün bazı kararlarıyla ilgili tartışmalara katıldı. YÖK Başkanlığı görevinden ayrıldığı Aralık 2003'ten bu yana suskunluğunu koruyan Prof. Dr. Kemal Gürüz, üniversiteye giriş sınavındaki değişiklikler üzerine ilk kez görüşlerini açıkladı. Gürüz, mektubunda, bugüne kadar konuşmadığını, yerine YÖK Başkanlığı'na gelen Prof. Dr. Erdoğan Teziç ve yönetimine katkıda bulunmaya çalıştığını, bunu görev saydığını, ancak alınan yeni kararlar karşısında görüş ve önerilerini açıklama gereğini vurguladıktan sonra, üniversite giriş sınavında lise 2 ve lise 3 müfredatını da kapsamına alan yeni sistemle ilgili eleştirilerini şöyle sıralıyor:"Yükseköğretim Kurulu'nu bugün yönetenlere soruyorum. Dünyadaki sistemleri incelediniz mi? 1999'dan bu yana uygulanan sistem üzerinde hangi bilgisayar simülasyonlarını yaptınız? Basına yansıyan katsayı değişikliği önerileriniz nereden çıktı? Bu soruların cevabını herkes aklını ve bilgisini ortaya koyarak ve de vicdanını dinleyerek vermelidir." Teziç'e sorular Prof. Dr. Gürüz, YÖK'ün
Şener'in yabancı sermayenin uzun vadede kâr transferleriyle çıkışa geçeceği alanlara yönelmesi yerine Türkiye'ye döviz kazandırıcı, istihdam yaratıcı alanlara yönelmesine ilişkin değerlendirmeleri, "Şener yabancı sermayeye karşı mı?" sorularına yol açtı. Hatta Şener'in yaklaşımı, yabancı sermayeye yatırım çağrısı yapan Başbakan Erdoğan ile "çatışma hali" olarak da yorumlandı. Abdüllatif Şener'in yabancı sermaye ile ilgili yaklaşımının esası nedir? Şener nasıl bir mesaj vermek istedi? Şener'e dünkü görüşmemizde bu soruları yönelttik. Verdiği yanıt şöyle: Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener'in Milliyet'in manşetinden yansıttığımız yabancı sermaye ile ilgili görüşleri tartışma yarattı. "Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Benim görüşlerim gayet açık: 1. Yabancı sermayeye karşı değilim. Yabancı sermaye yararlıdır.2. Özelleştirme gereklidir. 3. Yabancı sermaye yatırımları kısa dönem etkileriyle değil uzun dönem etkileriyle analiz edilmeli ve bu konuda uzun dönem stratejileri yapılmalıdır. Ülkeye giren yabancı sermayenin uzun dönem etkilerinin analiz edilmesi gerektiğine inanıyorum. Benim son günlerde gündeme gelen görüşlerim, kısa dönemle ve sıcak gelişmelerle ilgili
Ertuğrul Özkök, Ergun Babahan ve Ekrem Dumanlı'ya şöyle söylemiş:"Ama bazı atamalar Çankaya'dan hiç sebepsiz geri dönüyor. Artık uzlaşma aramaktan vazgeçiyorum. Kararnamemi gönderip kapıya çıkacağım ve bunu açıklayacağım."Bu sözlerden anlaşılıyor ki, atamalar konusu Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında önemli anlaşmazlık alanlarından biri.Anayasa'ya göre yürütme organını birlikte oluşturan bu iki kurumun uyumlu çalışması çok önemli.Başbakan'ın kararnameleri Çankaya'ya gönderip kamuoyuna açıklama yöntemini seçmesi, bir çatışmanın da habercisi gibi görünüyor... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Amerika'dan dönüş yolunda meslektaşlarımıza Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in atamalarla ilgili tutumundan şikâyetçi olmuş. Gerek başbakanlığı, gerek cumhurbaşkanlığı döneminde zaman zaman bu çatışmaları yaşayan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, çözümü, "by-pass yasası"nda görüyor. 12 yıllık başbakanlığı ve 7 yıllık cumhurbaşkanlığı süresince edindiği deneyime dayanarak, Demirel'in Başbakan Erdoğan'a tavsiyesi şöyle:"Anayasa'ya göre cumhurbaşkanı da yürütmenin içinde. Görevi var ancak sorumluluğu yok. Dolayısıyla bu alanda sık yaşanılan durum, Cumhurbaşkanı'nın, 'Ben noter miyim?' diyerek