Türk tarafında "evet", Rum tarafında "hayır" eğilimi ağır basıyor.Şimdi AB ve ABD, Rum tarafındaki "hayır"ı, "evet"e dönüştürmek için baskı yapıyorlar.Diyorlar ki:Rumlar hayır derse, Türkleri izolasyondan kurtarmak için çaba gösteririz. Yeşil Hat, ABnin sınırı olur.Bu baskı yöntemi Rumları korkutur mu? Görüşlerini değiştirir mi?Zayıf olasılık...AB şunu demiyor:"Rumlar hayır derse 1 Mayısta ABye üye olamazlar. Üyelikleri askıya alınır."Veya şunu da demiyor:"Rumlar hayır derse, KKTCyi tanırız. Ambargoları kaldırırız."Böyle deseler belki baskının bir etkisi olur.Diyebildikleri, Türkleri izolasyondan kurtarmak için elimizden geleni yaparız.AB, Güney Kıbrısı AB üyesi yapma karar ve kararlılığından milim sapma yapmayacaktır. Yunanistan ve Güney Kıbrıs açısından işin esası çözülmüştür.Onların Annan planının son haline itirazları, uzlaşmaya ihtiyaçları olmadığındandır. Kıbrısın tümünü kontrol etmek için geçiş sürelerini beklemeye dahi tahammülleri olmadığındandır. Verdikleri mesaj, Kuzey Kıbrısı hemen ve anahtar teslim yöntemiyle devralmaktır. Bunun dışında koşullarla yalvarsanız da uzlaşmaya yanaşmaya niyetleri yoktur. Ve bu yeni bir şey değildir.Rumlara böyle davranabilme gücünü ve
Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkökün basın toplantısında açıkladığı görüşlerinden Kıbrısla ilgili olanları ön plana çıktı. Gündemin en sıcak konusu ve sorunu Kıbrıs olduğu için ilk gün diğer konuları gölgelemesi doğaldı.Org. Özkök, Kıbrısın yanı sıra, laiklik, üniter devlet yapısı, Atatürk milliyetçiliği, bilginin önemi gibi konularda da önemli mesajlar verdi.Kara Harp Okulunun düzenlediği ve dün başlayan "Uluslararası Liderlik Sempozyumu"nda konuşan Kara Kuvvetleri komutanı Org. Aytaç Yalman da, Atatürkçülük ve değişim, bilgi ve yeni liderlik anlayışıyla ilgili üzerinde durulması gereken bir konuşma yaptı.Org. Özkökün, Kıbrıs dışındaki mesajlarından başlarsak... Genelkurmay Başkanı, devletin üniter yapısı açısından gelecekte olumsuz etkiler yaratabileceği kaygısıyla tartışılan temel kamu yönetimiyle ilgili yeni düzenlemelere ilişkin girişimleri anımsatan, izlenen yöntem açısından biraz eleştiri yüklü şu değerlendirmeyi yaptı:"Milli güç unsurları açısından güçlü bir ekonomi ile güçlü Silahlı Kuvvetler arasında doğrudan ilişki vardır. Bunun yanı sıra milli gücümüzün en önemli unsurlarından birini de güçlü devlet yapımız ve devlet geleneklerimiz oluşturmaktadır. Türkiye
Bu durum AByi rahatsız ediyor. AB ve ABD, şimdi Rum tarafından da "evet" sonucu alabilmek için çaba gösteriyorlar. Rum yönetiminde sorumlu arıyorlar.Oysa, bugün rahatsızlık duydukları tablo, ABnin hatalar zinciri sonucunda ortaya çıktı. Rum veya Türk tarafında sorumlu aramaya gerek yok. Sorumlu ABdir. Kıbrısta referanduma 10 gün kaldı. Tarafların eğilimi giderek daha belirgin hale geliyor. Türk tarafı "evet", Rum tarafı ise "hayır" eğilimi gösteriyor. Annan Planı masaya sürüldüğü gün, Rum tarafının uzlaşsın veya uzlaşmasın 1 Mayısta ABye üye olacağını açıklayan ve her fırsatta teyit eden ABdir. Bunu yaparken Türk tarafına da, "Annan Planını kabul etmezsen, Türkiyeye tarih vermem, Kuzey Kıbrısa ambargoyu sürdürürüm" diye tehdit savuran, şantaj yapan da ABdir. Sürekli Rum tarafına arka çıkıp Türk tarafını bastıran AB, bu dengesiz müzakere masasında dayatmacı tutumundan hiç vazgeçmemiştir. Türk tarafının istediği güvenceyi de vermemiştir. Denktaşın ve Türkiyenin direnci ve ABDnin ağırlık koymasıyla planda Türk tarafı lehine düzenlemeleri, ABnin birincil hukuku saymayacak şekilde zoraki kabullenmesi dışında, hep Rum tarafının arkasında durmuştur. AB dayatmadan vazgeçmedi Şimdi Rum
Org. Özkök, ne tam "destek" ne de tam "karşı çıkış" sergilemiştir. Annan planının "olumlu" ve "olumsuz" yönlerini saymış, TSKnın anayasal zeminlerde görüşlerini muhataplarına ilettiğini belirtmiş ve kararı, "Hür iradeleriyle Kıbrıs Türk halkı ve TBMM verecektir" diyerek, siyaset kurumuna gönderme yapmıştır.Bu noktada dikkati çeken, Org. Özkökün, "Çözüm önerisinin nihai değerlendirmesi ve verilecek karar Türk ulusu adına TBMMye aittir" sözleridir. Org. Özkök, son sözü TBMMnin söyleyeceği ve bunun Kıbrıs Türkünü de bağlayacağı vurgusu yapmıştır. TSKnın durduğu yeri de bu bağlamda "Ordu TBMMnin ordusudur" sözleriyle işaretlemiştir.TSKnın duruşunu belirlemek açısından şu sözleri de önemlidir:"TSKnın her konuda tavır koyan taraf olması veya her şeyi kamuoyuyla paylaşması da beklenmemelidir."Bu sözler her şeyi askerden bekleyen sivillere mesaj niteliğindedir.Tabii, üç kez Başbakanlığa ilettiklerini açıkladığı ancak kamuoyuyla paylaşılmasının beklenmemesi gerektiğini belirttiği, Kıbrıs konusundaki TSK görüşünün içeriği ve taşıdığı öneriler de önem taşımaktadır.Org. Özkökün, bu süreçte hükümetin TSKnın görüşlerini aldığını belirtmekle birlikte, "Ancak bu işbirliğinden her konu ve sorun
Özellikle, ulusal bir konuda dış dünyanın gözüyle bakıldığında, sadece Türkiyenin tanıdığı ve koruduğu KKTC Cumhurbaşkanına ve yaşça aktif politikadaki Türk liderlerinin büyüğü konumundaki Denktaşa, yapılan bu muamele hoş bir görüntü yaratmıyor. Türkiyeye, Türk örf ve adetlerine, siyasi geleneklerine uymuyor.KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş, Başbakan Erdoğanın, bu sözüne doğrudan yanıt vermek istemiyor. Ancak, Erdoğanın "Marjinal gruplarla birlikte olmasını izliyorum, üzülüyorum" sözlerine şu karşılığı vermekle yetiniyor:"Ben Kıbrıs davasını milli bir dava olarak gördüm. Ömrümü bu davaya verdim. Bu süreçte Türkiyede hiçbir kişiyi, kurumu ayırmadım. Ayrı gözle görmedim. Türkiyeden hangi kişi veya kurum davet ederse gittim, konuştum, davamızı anlattım. Milli bir davada siyasi görüş farkı gözetmedim. Türkiyedeki herkesi bir gördüm."Ankara, Başbakan düzeyinde Denktaşa yüklenmeye devam ediyor. Referandumda "evet" sonucu çıkması için bütün ağırlığını ortaya koymuş durumda. Kuşku yok ki, Ankaranın ağırlığı, Türkiyede hükümetin ne söylediği Kıbrıs Türkü için önemli. Onun oyunu etkileyecek en önemli faktörlerin başında geliyor Ankara. KKTCde referandumun "evet"le sonuçlanmasında Ankara
Yönetimi Iraklılara devredeceğini açıkladığı 30 Haziran 2004 tarihi yaklaştıkça Irakta direnişin gücü ve yaygınlığı da artmaya başladı.Bu süre içinde belki en kritik ölçü olarak görünen, "Irak halkının desteğini alma, güvenini kazanma" konusunda bir ilerleme sağlayamamış olması, belirleyici önemde...İşgalin başında Irak halkının Saddam yönetimine olan karşıtlığıyla ABD askerlerine gösterdiği sempatiden bugün eser yok. Aksine, halkı kazanma konusunda direnişçilerin başarılı olduğu gözleniyor.Bugün Irakta kesimlerin konumuna baktığımızda ortaya şu tablo çıkıyor:İşgal sırasında ABD ile işbirliği yapan Kuzey Iraktaki Kürtler, bu desteklerini sürdürüyorlar, ancak, başlayan direnişten kendi gelecekleri için de ürkmeye başladıkları gözleniyor.Başından beri ABD askerlerine direniş gösteren Sünni Araplar, Fellucede görüldüğü gibi eylemlerini, ABD askerlerine dönük saldırılarını yoğunlaştırdılar, şehir gerillası yöntemleriyle bir yandan ABD askerlerine kayıp verdirirken bir yandan işbirlikçilerin gözünü korkutmayı, bir yandan da halk desteği sağlamayı amaçlıyorlar. Bu yolda zemin tuttukları açık.Uzun süre direniş göstermeyen ve gelişmeleri izlemeyi yeğleyen Iraktaki çoğunluğu oluşturan
Bir ABD askeriyle iki Iraklı çocuğun fotoğrafı... Üçü de başparmaklarını havaya kaldırıp "zafer" işareti yapmışlar.12 - 13 yaşlarındaki çocuklardan biri elinde, üzerinde İngilizce yazı bulunan bir karton tutuyor, onun hemen arkasında da ABDli çavuş sırıtırken görülmekte...Fotoğrafın altında da şu bilgi var:"Medeni ülkenin askerleri hakkında bilgi için fotoğrafa bakınız...İlk bakışta fotoğrafta bir sorun görünmüyor. Iraktaki bir Amerikan askeri iki çocukla neşeli bir hatıra pozu vermiş.Ama askerin çocuğun eline tutuşturduğu kartonu okuyunca insanın kanı donuyor. Yazı İngilizce ve belli ki Iraklı çocuk ne yazdığından haberdar bile değil. Ama o kartonda Çavuş Boudreault babamı öldürdü ve sonra kız kardeşime tecavüz etti yazılı. Belli ki Çavuş Boudreault, fotoğrafta bize sırıtan asker.ABD Başkanı George W. Bush ve avanesinin medeni dünya adına yürüttüğü işgalden küçük bir hatıra."Belli ki, Çavuş, insanlıktan nasibini almamış, hayvan kalmış biri...Çocuğun elindeki kartonda yazılanları yapmış veya yapmamış olabilir. Ama, ülkesine "kahramanlık kanıtı" olarak böyle bir fotoğraf götürmeyi akıl ettiğine göre, Irakta yaptığı veya en azından yapmak istediği, savaştan, işgalden anladığının bu
Örneğin, ABD Başkanı Bushu ve Iraklı liderleri çağırsa...Dese ki: "Bu yüzyılda savaş da ne oluyor, hemen barış yapacaksınız! Görmüyor musunuz değişen dünyayı, algılamıyor musunuz?"Sonra eklese:"İşte size takvim... İşte size barış planı. Ya kendi aranızda anlaşırsınız ya da ben bu planı 30 Haziranda referanduma sunarım. Ya evet dersiniz ya da evet. Barış böyle sağlanır."Fena mı olur?Ya da...İsrail Başbakanı Şaronu çağırsa..."Gel bakalım buraya kardeşim" dese..."Şu vakte kadar Filistinle barış anlaşması imzalayacaksın. Bu kadar. Arafatı da çağırdım, ona da söyleyeceğim. İşte size barış planı. Ya aranızda anlaşırsınız ya da ben planı uygularım."Fena mı olur?Fena olmaz tabii de, Annan bunları diyebilir mi?Diyemez...Aslında demesi gerekir de, diyemez...Neden diyemesin? Türkiyeye, Yunanistana diyor da ABDye, İsraile niye diyemesin? Onların da BM Genel Sekreteri değil mi?Değil...Onların ne BM taktıkları var, ne BM Genel Sekreteri...Bunu en iyi de Annan biliyor. ABDnin Irakı işgalinden önce bir kez daha öğrenmiş, boyunun ölçüsünü ABD Başkanı Bushtan almıştı..."Ben" demişti Bush, "Baktırıyorum arkadaşlara bu BMye gerek var mı yok mu, diye..."Annan, susmuştu...Irakta kan gövdeyi götürüyor.