Anayasanın eşitliği düzenleyen 10. maddesinde, devlete, kadınlar lehine düzenleme yapma olanağı ve görevi veren bir hüküm yer alacak mı?CHP almasını istiyor. AKP ise karşı görünüyor, gereksiz buluyor.Oysa, AKP tarafından hazırlanan değişiklik taslağının ilk halinde böyle bir hüküm vardı. ABdeki düzenlemelere de uygun olarak hazırlanan ve pozitif ayırımcılığa olanak sağlayan fıkra, AKP grubundan gelen tepkiler üzerine metinden çıkarıldı.CHP şimdi çıkarılan hükmün yeniden maddeye eklenmesini istiyor. Bu amaçla bugün önerge de verecek.AKP, pozitif ayırımcılık fıkrasını çıkardı ama gerekçesini çıkarmayı unuttu. Genel Kurula gelecek metinde fıkra yok ama gerekçe duruyor.Önce çıkarılan fıkraya bakalım:"Devlet, kadınların ve erkeklerin her alanda eşit haklara sahip olması için kanuni ve idari düzenlemeler dahil gereken tüm önlemleri alır. Ancak, kanun önünde özelliği nedeniyle belirli bir cinsiyet için diğerinden farklı olarak kanuni ve idari düzenlemeler yapılmasını veya başka önlemler alınmasını engellemez."Bu iki cümle kadınlar lehine pozitif ayırımcılığa izin veriyor ve bunun eşitlik ilkesini zedelemeyeceğini ifade ediyordu.AKP bu hükmün gerekçesini şöyle açıklıyordu:"Maddenin ikinci
Paket konusunda CHPnin tavrı ne olacak?CHPnin bir engelleme tavrı içinde olmadığını ve olmayacağını söyleyebiliriz, ancak, bazı maddelerle ilgili değişiklik önerisi vereceği ve kabulü için çaba göstereceği de anlaşılıyor.CHP lideri Deniz Baykala, dünkü görüşmemizde, Anayasa paketiyle ilgili yaklaşımlarını sorduk. Şu yanıtı verdi:"Biz Anayasa değişikliklerinin ABnin siparişiyle sınırlı olmasına karşı olduk. TBMM, fason Anayasa değişikliği yapan bir kurum konumunda olmamalı. Türkiyenin temel ihtiyaçları ne ise onlara yanıt verecek genişlikte bir Anayasa değişikliği yapmalı. Yoksa AB sadece bu maddeleri sipariş etti, biz de onları yapıyoruz. AB istemediğine göre diğerlerini yapmaya gerek yok gibi bir yaklaşımı kabul etmemiz mümkün değil. Örneğin, Anayasa değişikliği gibi önemli ve geniş uzlaşı gerektiren bir çalışma yapılıyorsa, buna toplumun üzerinde mutabakat sağladığı konuları da eklemek gerekir. Dokunulmazlık konusu böyledir. Başbakanın sözü var. Toplum bunu istiyor. Hazır Anayasa değişikliği yapılırken bu konuyu neden pakete koymuyorlar? Biz bunun yapılmasını istedik, hala da istiyoruz. Ama hükümet buna yanaşmıyor. Bizim kırmaya çalıştığımız, sipariş üzerine fason Anayasa ve
Türkiye de Başbakan düzeyinde üyelik törenine katıldı. Tören için İrlandaya hareketinden önce Başbakan Erdoğan, Güney Kıbrısın, Türkiye tarafından da tanınacağını açıkladı. Gerekçe olarak özetle, "Bütün dünya tanımış, siz tanımasanız ne olur, dünya gerçekleriyle ters düşmek yanlış olur" dedi.Rumlar, ABnin ısrarla savunduğu Annan Planına hayır demiş olmalarına karşın ABye girdiler, Türkler ise evet demelerine karşın giremediler. Sonuç bu...Bu sonuç, AB tarafından aylar önce zaten ilan edilmişti. Hata veya tercih başından yapılmıştı.Şimdi, Türkiye, üyelik törenine de katılarak, sonucu kabullenmiş oldu.Sadece Rum kesiminin üyeliğini kabul etmek değil, ayrıca, Türkiye ve Yunanistanın üye olmadığı uluslararası kuruluşlara Kıbrıs üye olamaz hükmünü taşıyan 1960 anlaşmalarındaki hakkını da savunmaktan vazgeçti. ABnin bir uluslararası hukuk ihlali yaptığını dile bile getiremedi. Bundan böyle bu tür bir itiraz yapması mümkün değil.Zaten böyle bir niyeti de yok.Bunun nedeni kuşkusuz Türkiyenin Aralık 2004te ABden müzakere tarihi alma umudu. Bu umutladır ki, AB ne derse kabul ediyor.Ankara bu tutumuyla Aralık 2004 tarihine kadar AB veya Rum tarafından gelecek bütün öneri ve talepleri de
AB, DEP davasından mahkum olan Leyla Zana ve arkadaşlarının serbest bırakılmasını istiyor.Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin adil yargılanma yapılmadığı yönündeki kararı gereğince Zana ve arkadaşlarını yeniden yargıladı ve mahkumiyet kararında ısrar etti.Yeniden yargılama sürecinde beklenti, Zana ve arkadaşlarının serbest bırakılmasıydı. Duruşmaları izleyen Avrupalı parlamenterler, her defasında bu istek ve beklentilerini dile getirdiler. Duruşmalar sonrasında ise tepkilerini ifade ettiler. Hatta bunu yaparken bazen hadlerini aşarak, mahkemeye, Türk yargı sistemine hakaret de ettiler. Mahkeme, mahkumiyet kararında ısrar edince, Türkiyenin ABden müzakere tarihi alamayacağını ifade eden Avrupa parlamentosu üyeleri de oldu. Bir bakıma Zana ve arkadaşlarının bırakılması, tarih almanın koşullarından biri olarak da anıldı.Durumu değerlendirirken, siyasi istekler, duygular ile hukuku ayırmak gerekiyor...Davanın hukuki ve siyasi boyutlarını ayrı ayrı ele alırsak...Leyla Zana ve arkadaşları, Türk Ceza Yasasının örgüt üyeliğini yaptırıma bağlayan 168. maddesine göre mahkum oldular. Ve cezaları da Terörle Mücadele Yasasının 5. maddesine göre
Bu kitaplara bir yenisi daha eklendi.Mustafa Balbayın, Cumhuriyet Kitaplarından çıkan, "Irak Bataklığında Türk - Amerikan İlişkileri" isimli kitabı...ABDnin, Irak operasyonu öncesinde Türkiyeden dudak uçurtan taleplerde bulunduğunu ilk kez Mustafa Balbayın haberiyle öğrenmiştik. İnanılması güç taleplerdi bunlar. Neredeyse bütün Anadoluyu açık bir üs olarak istiyordu ABD. On binlerce ABD askeri için Anadolu topraklarının açılmasını, 14 havaalanı, 5 liman tahsis edilmesini talep ediyordu. Sabiha Gökçen Havaalanından Trabzon Limanına kadar kullanma hakkı, bildirimsiz geçiş istisnası istiyordu.Türkiyede hükümetler değişti, ABDnin talepleri değişmedi. 2003 yılı Türk - ABD ilişkilerinde en sıcak, en sorunlu yıl oldu. Türk sivil ve askeri yetkililerine 57, 58, 59. hükümetler döneminde Ankarada, Washingtonda özel brifingler verildi, gizli pazarlıklar yapıldı. Balbay, belgelerle donattığı kitabında bu brifingleri, pazarlıkları aydınlatıyor. Savaş planlarını, detaylı haritaları kamuoyuna sunuyor.Her gazetecinin kolay kolay ulaşamayacağı orijinal belgelerle güçlendirdiği kitabında Türk - ABD ilişkilerinin nerelere kadar savrulduğunu, Türkiyenin nerelerden döndüğünü görmek mümkün Balbayın
Baykal, dünkü görüşmemizde, şu yaklaşımı gösteriyor:"Referandum sonrasında muazzam bir tablo yakaladık. Bunu değerlendirmeliyiz. Çıtayı yüksek tutmalıyız. İşe KKTCnin tanınması için ortak çaba göstermekle başlamalıyız." CHP lideri Deniz Baykal, Kıbrıstaki referandum sonuçlarını analiz ederken, Türkiye ve KKTCnin kaçırılmaması gereken bir fırsat yakaladığını vurguluyor. Baykal, referandumda Rumların hayır oyu vermekle tarihi bir hata yaptıkları kanısında. Bu hata nedeniyle de Türklere tarihi fırsatlar doğduğunu kaydediyor ve şöyle diyor:"Rumlar Kıbrıs konusunda iki büyük, tarihi hata yaptılar:Birincisi, 1974te Sampson darbesiydi. İkincisi ise, bu referandumda hayır oyu vererek Annan Planını reddetmeleri olmuştur.Birinci hataları sonucunda Türkiye haklı olarak uluslararası anlaşmaların gereğini yerine getirdi ve Türk askeri Kıbrısa çıktı. Bu, Türklerin Kuzeyde, Rumların Güneyde toplanmaları sonucunu doğurdu ve fiilen iki ayrı toplum, iki ayrı kesimi yurt edinmiş oldu. Bu fiili durum kimsenin burnu kanamadan 30 yıl sürdü ve kökleşti.İkinci hatalarının sonucunda ise, asıl uzlaşmaz tarafın Rum tarafı olduğu bütün dünya tarafından görüldü. Ayrıca Kıbrısın AB yolunda Türkiyenin önüne bir
Eşit, egemen iki toplum tezi, iki kurucu devlet tezini reddediyor. Bunu oylarıyla da kanıtladı.Hayır sonucu alınmasında en önemli etken olarak görülen AKELin lideri Dimitris Hristofyas, Annan Planının ölmediğini söylüyor. Belli ki, Güney Kıbrıs, AB üyesi olduktan sonra planı, Rumlar lehine değiştirip yeniden masaya getirme olasılığı görüyor. Ayrıca, "Türk vatandaşlarımızın AB olanaklarından yararlanması" söylemiyle de AB üyesi Güney Kıbrısın cazibesini kullanarak, Doğu Almanyanın Batı Almanyaya katılması gibi bir "yamanma" , bir "teslim alma" projenin ipuçları da Rum kesiminde baş göstermeye başladı.AB, Türkiyenin müzakere tarihi alma umudunu sonuna kadar kullandı. Türkiyeyi bu umutla yönlendireceğini anladı. Ancak, referandum sonucu artık bu yöntemin uygulanamayacağını ortaya koymalı. AB yeni süreçte hatasını tekrarlayarak, Rum kesiminin yaklaşımına destek vermemeli. Türkiyeyi ve Kıbrıs Türklerini, her şeye evet demeye hazır görmemeli. Türkiyenin ve KKTCnin beklentisinin "lütuf" değil, haklarının teslim edilmesi olduğunu bilmeli.Rum tarafından gelen işaretlere karşı Türkiyede ve KKTCde kararlı, sağlam bir duruş sergilemek önem taşıyor. Referandum sonuçlarının, küçük hesaplar
KKTCden evet, Güney Kıbrıstan hayır, sonucu çıktı...Belki de Türkiye ve Kıbrıs Türkleri için en iyi ikinci değil, en iyi sonuç buydu...Ankarada hükümet, Annan Planının taşıdığı risklere karşın, "evet" denilmesini destekledi. Önemli riskler üstlendi. Planın, AB birincil hukukuna dahil edilmemesi, Türkler lehine hükümler açısından risk oluşturuyordu. Bunları göze alan hükümet, referandum sonucunda, Türkiye ve Kıbrıslı Türkler açısından olabilecek en iyi sonucu aldı ve uygun bir zemin yakaladı. Rumların plana yüksek oranda hayır demeleri, yeni koşullar doğurdu. Bu koşullar Türkiye ve Türk tarafı için yeni olanakları birlikte getirdi.Referandum sonucu, her şeyden önce çözümsüzlüğün asıl kaynağının Rumlar olduğunu ortaya koydu. 30 yıldır Türkler aleyhine yürütülen propagandanın gerçeği yansıtmadığını, bir arada yaşamayı, birleşmeyi asıl istemeyenin Rum tarafı olduğunu gösterdi. Yüzde 75 oranında hayır oyu bunu kanıtladı.Referandum sonucunun ortaya koyduğu bir diğer gerçek de, bu süreçte ABnin hatalı, yanlı ve haksız bir tutum izlediğidir. Rumların yüksek oranda hayır oyu kullanmaları ABnin izlediği yanlış politika yüzündendir. Bu sonucu hazırlayan bizzat AB olmuştur. Nitekim Verheugen