<#comment>#comment>
Başbakan Bülent Ecevit, rahatsızlığının yoğunlaştığı yaz aylarında birtakım siyasi ve ticari hesaplarla çekilmeye zorlandı. İyileşmesi için değil, adeta rahatsızlığının daha da ilerlemesi için neredeyse dua edenler oldu. Hastalığı üzerine siyaset kuranlar, siyasetten ve yaşamdan çekilmesini umanlar ortaya çıktı. Siyasi miras beklentisine girenler çoğaldı.
Ecevit’in rahatsızlığı bir siyasi komplonun, bir sivil hükümet darbesinin malzemesi olarak kullanılmaya çalışıldı. Ancak, bu hesaplar tutmadı. Ecevit’in direnci, siyasi deneyimi, dayatmalara boyun eğmeyen kişiliği bu oyunu bozdu.
Türkiye, seçim ortamına bu oyunun sahipleri tarafından sürüklenmiş oldu. Oyunu tutturamayanlar seçimden kaçmak için ellerinden geleni yaptılar, ancak, o konuda da başarılı olamadılar. Ecevit’i devirelim derken kendilerini sandığın önünde buldular. Kaçmak için hala yol arıyorlar. Şimdi Ecevit, önümüzdeki yıl görevi bırakabileceğini söylüyor. Son olarak Bursa mitinginde bu konuyu daha somut biçimde gündeme getirdi. Başbakan Ecevit’le, bu yöndeki kararını konuştuk.
Ankaranın ABD müdahalesine karşı olduğu biliniyor. Türkiyenin ilk tercihi Iraka bir askeri müdahale olmaması. Ancak, Ankara, bu olasılığın çok yüksek olduğunu değerlendiriyor.Iraka ilişkin üst düzey toplantılarda Körfez Savaşı dönemi ve sonuçları da inceleniyor, o dönemden dersler çıkarılıyor.Kuzey Irak ve Iraktaki muhtemel gelişmelere ilişkin olarak MGKnın asker ve sivil kanatları arasında tam bir görüş birliği olduğunu söyleyebiliriz. Yapılan değerlendirmelerde varılan ortak sonuç, Türkiyenin yaşamsal önemde saydığı bu bölgedeki gelişmelere seyirci kalmayacağı biçiminde özetlenebilir.Askeri kaynaklarca yapılan değerlendirme, Türkiyenin olayları pasif biçimde sınırdan izlemeyeceği yönünde. ABDnin müdahalesiyle veya bir başka etkenle, bağımsız Kürt devleti kurulması, Türkiyeye sınırına doğru büyük bir göç başlatılması, Türkmenlerin can ve mal güvenliğinin tehlikeye atılması ve varlıklarının yok sayılması, PKK terörünün yoğunlaştırılması, sınır ihlallerinin çoğalması gibi haller doğarsa, Türk güvenlik güçleri olayları sınırdan izlemeyecek. Göç veya başka gelişim ve oluşumları sınırında karşılamayacak. Aktif önlem alacak. Oldu - bittilere izin vermeyecek ve kabullenmeyecek.Ankara ve
<#comment>#comment>Kuzey Irak’taki gelişmeler Ankara tarafından dikkatle izleniyor. Çankaya’da toplanan güvenlik zirvesinde de Kürt Ulusal Parlamentosu toplantısı dahil konu enine boyuna masaya yatırıldı.
Ankara’nın ABD müdahalesine karşı olduğu biliniyor. Türkiye’nin ilk tercihi Irak’a bir askeri müdahale olmaması. Ancak, Ankara, bu olasılığın çok yüksek olduğunu değerlendiriyor.
Irak’a ilişkin üst düzey toplantılarda Körfez Savaşı dönemi ve sonuçları da inceleniyor, o dönemden dersler çıkarılıyor.
Kuzey Irak ve Irak’taki muhtemel gelişmelere ilişkin olarak MGK’nın asker ve sivil kanatları arasında tam bir görüş birliği olduğunu söyleyebiliriz. Yapılan değerlendirmelerde varılan ortak sonuç, Türkiye’nin yaşamsal önemde saydığı bu bölgedeki gelişmelere seyirci kalmayacağı biçiminde özetlenebilir.
Askeri kaynaklarca yapılan değerlendirme, Türkiye’nin olayları pasif biçimde sınırdan izlemeyeceği yönünde. ABD’nin müdahalesiyle veya bir başka etkenle, bağımsız Kürt devleti kurulması, Türkiye’ye sınırına doğru büyük bir göç başlatılması, Türkmenlerin can ve mal güvenliğinin tehlikeye atılması ve varlıklarının yok sayılması, PKK terörünün yoğunlaştırılması, sınır
Bir zamanlar 55 bin kömür işçisi barındıran TTK, artık bölgeyi ayakta tutmakta zorlanıyor. 1970lerde bölge insanının her ihtiyacını karşılayan gücü artık yok. 1990da Ankaraya yürüyen 40 bin maden işçisinden 15 bin işçi kalmış durumda. TTKnın hızla küçülmesi Zonguldaklıyı tedirgin ediyor. Yıllardır aranan alternatif ekonomi ise henüz bulunabilmiş değil. Yaşam kaynağı yine kömür damarları...On yıllardır izlenen klasik KİT politikası, devlet malı deniz anlayışı Zonguldakı da kemirmiş görünüyor. Özel sektörün teşvik adı altında işletilen özel ocaklarda çakmakla grizu kontrolü bile yapılabilmesi Zonguldakta canın ne kadar ucuz olduğunu gösteriyor.Bu koşullar altında Zonguldak, 3 Kasım seçimleri sonrasında can simidi gibi yapıştığı TTKnın ne yapılacağı sorusunu soruyor. Bir zamanlar Türk sanayinin en önemli enerji kaynağını oluşturan ve parlak yıllar yaşayan Zonguldak, kamu işletmeciliğini, madenciliği bir kenara iten anlayışın elinden kurtulmaya çalışıyor. Oysa Zonguldak, yeraltı zenginliği ve doğal güzelliği ile kalkınmayı en kolay yakalayabilecek koşullara sahip. Ülkenin en kaliteli kömür rezervlerine sahip bölgede kömüre pazar aramayan, mevcut pazarları da kalitesiz ithal kömüre
<#comment>#comment>
Zonguldak kömür havzası yıllardır geleceğini tartışıyor. Havzaya hayat veren Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun (TTK) akıbeti merak konusu.
Bir zamanlar 55 bin kömür işçisi barındıran TTK, artık bölgeyi ayakta tutmakta zorlanıyor. 1970’lerde bölge insanının her ihtiyacını karşılayan gücü artık yok. 1990’da Ankara’ya yürüyen 40 bin maden işçisinden 15 bin işçi kalmış durumda. TTK’nın hızla küçülmesi Zonguldaklı’yı tedirgin ediyor. Yıllardır aranan alternatif ekonomi ise henüz bulunabilmiş değil. Yaşam kaynağı yine kömür damarları...
On yıllardır izlenen klasik KİT politikası, devlet malı deniz anlayışı Zonguldak’ı da kemirmiş görünüyor. Özel sektörün teşvik adı altında işletilen özel ocaklarda çakmakla grizu kontrolü bile yapılabilmesi Zonguldak’ta canın ne kadar ucuz olduğunu gösteriyor.
Bu koşullar altında Zonguldak, 3 Kasım seçimleri sonrasında can simidi gibi yapıştığı TTK’nın ne yapılacağı sorusunu soruyor. Bir zamanlar Türk sanayinin en önemli enerji kaynağını oluşturan ve parlak yıllar yaşayan Zonguldak, kamu işletmeciliğini, madenciliği bir kenara iten anlayışın elinden kurtulmaya çalışıyor. Oysa Zonguldak, yeraltı zenginliği ve doğal güzelliği
Çillerin itirazı şu:"Medya seçim sonrasında bir AKP - CHP koalisyonu kurulmak zorundaymış gibi davranıyor. Bu yönde telkinde bulunuyor. Buna iki yönden itirazım var. Birincisi, DYP olarak merkez sağda çok güçlü konumdayız. Medya bunu görmüyor. İkincisi, öncelikle DYP - CHP koalisyonu konu edilmelidir. Medya bunun da üzerinde durmuyor."Çiller, her parti gibi DYPnin de önceliğinin tek başına iktidar olduğunu vurguladıktan sonra 3 Kasım sonrasıyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapıyor:"Türkiyenin bugünkü koşullarında eğer tek parti iktidarı olamayacaksa tercih edilmesi gereken DYP - CHP koalisyonu olmalıdır. Ben muhatap olarak karşımda CHPyi görmek isterim. Ama bazen demokrasi partileri ve liderleri istemedikleri koalisyonlara da zorluyor. Bu benim başıma geldi. Refah Partisi ile koalisyon yapmak zorunda kaldım. Ama ANAP da Refahla masaya oturmuştu. Ayrıca, Demirel ve Ecevit de aynı şekilde Erbakanla koalisyon yaptılar. Bu bazen zorunlu olabiliyor. Ancak 3 Kasım sonrasında DYP olarak AKP ile koalisyon yapmak zorunluluğu doğarsa, koşullar bunu bize zorlarsa o zaman benim tercihim bu koalisyonu yapmak olmaz, yeniden seçime gitmek olur. Öyle bir durum doğarsa benim Meclisten
<#comment>#comment>DYP lideri Tansu Çiller, 3 Kasım seçimlerine sonrasına dönük olarak medyada oluşan havadan şikayetçi.
Çiller’in itirazı şu:
"Medya seçim sonrasında bir AKP - CHP koalisyonu kurulmak zorundaymış gibi davranıyor. Bu yönde telkinde bulunuyor. Buna iki yönden itirazım var. Birincisi, DYP olarak merkez sağda çok güçlü konumdayız. Medya bunu görmüyor. İkincisi, öncelikle DYP - CHP koalisyonu konu edilmelidir. Medya bunun da üzerinde durmuyor."
Çiller, her parti gibi DYP’nin de önceliğinin tek başına iktidar olduğunu vurguladıktan sonra 3 Kasım sonrasıyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapıyor:
"Türkiye’nin bugünkü koşullarında eğer tek parti iktidarı olamayacaksa tercih edilmesi gereken DYP - CHP koalisyonu olmalıdır. Ben muhatap olarak karşımda CHP’yi görmek isterim. Ama bazen demokrasi partileri ve liderleri istemedikleri koalisyonlara da zorluyor. Bu benim başıma geldi. Refah Partisi ile koalisyon yapmak zorunda kaldım. Ama ANAP da Refah’la masaya oturmuştu. Ayrıca, Demirel ve Ecevit de aynı şekilde Erbakan’la koalisyon yaptılar. Bu bazen zorunlu olabiliyor. Ancak 3 Kasım sonrasında DYP olarak AKP ile koalisyon yapmak zorunluluğu doğarsa, koşullar
Ankaraya göre ABD ile Türkiye arasında stratejik ortaklık anlayışı içinde birlikte hareket edilmesi gerekiyor.Sadece Irakla ilgili olarak değil aynı zamanda Ortadoğu ve Kafkasya ile Orta Asya petrol yolları için de ABD ile Türkiyenin yakın işbirliği gerekiyor.Bu açıdan bakıldığında Türkiyenin Irakla ilgili duyarlılığının Washington tarafından esas alınması gerektiği vurgulanıyor. Şöyle ki:ABDnin müdahalesi sonrasında Irakın bölünmesi Ankaranın kabul etmeyeceği bir sonuç olarak görülüyor. Kuzey Irakta fiilen kurulan Kürt devletinin kaos ortamında bağımsızlığı denemeye kalkması Ankaranın askeri güç dahil müdahale edeceği bir gelişme olarak değerlendiriliyor.Buna karşılık, Kuzey Iraktaki Kürt devleti oluşumunun bu aşamaya kadar gelmiş olmasında Washingtonun koruyucu ve cesaretlendirici tutumunun etkili olduğu saptaması yapılıyor. Bir ileri aşamaya ulaşmadan bugünkü fiili yapının Bağdatta gevşek bir federasyon modeli ile statüye kavuşturulması konusunda da Ankaranın çekinceleri var. Böyle bir yapılanmaya gidilmesi halinde Türkmenlerin tümüyle devre dışı bırakılmaları ve ezilmeleri olasılığına karşı özerk bölge niteliğinde de olsa Kuzey Iraka sağlanacak statüye eş veya yakın bir