<#comment>#comment>Avrupa Birliği'nin Kürtçe konusundaki beklentileri ile Türkiye'nin atabileceği adımlar örtüşür mü?
Ulusal Program'ın tartışıldığı liderler zirvesindeki varılan ortak sonuç, böyle bir örtüşme olmayacağı yolunda. Zirveye katılan Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel, Avrupa'nın beklentisinin, Kürtçeye standart bir dil niteliği kazandırılması olduğunu söylüyor ve hemen ekliyor:
"Avrupa Birliği'nin bizden kendilerinden daha ileri bir çözsüm beklemesi normal ve doğru değil. Avrupa'nın yapmadığını biz niye yapalım?"Avrupa açıkça ifade etmese de, Kürtçe konusundaki eğitim ve yayın beklentisinde olanların dille siyasi hedefler arasındaki bağlantıyı ya görmediklerini ya da görmek istemediklerini veya gizlemeye çalıştıklarını vurgulayan Gürel şöyle diyor:
"Bizim yaklaşımımız şu: Türkçe dışındaki gündelik diller, lehçe ve ağızlarla ilgili olarak bir uğraş niteliğinde ders saatleri dışında çalışmalar yapılabilir. Türkçe dışındaki diller, yaklaşımı, sadece Kürtçeyi değil bu tanıma giren bütün lehçe ve ağızları da kapsar. Ancak özel olarak Kürtçe vurgusuyla ve onu bir standart dil haline getirmeye dönük çabalarla siyasal hedefler taşıdığını unutmamak gerekir."Gü
<#comment>#comment>Bakmayın şimdilerde, "memur, işte" deyip geçildiğine...
Öyle herkese kolayca verilen bir paye değildi, memurluk...
"Memurum" deyince, akan sular dururdu. Memur, devletin hem kendini, hem de vatandaşı "emanet" ettiği kişiydi. Sözü senet, yazısı devlet sayılırdı.
Devlet, memuriyeti o kadar önemsemiştir ki, Devlet Memurları Kanunu, memurun kim olduğu ve nasıl olması gerektiği konusunda onlarca maddeyle doludur.
Örneğin, her önüne gelen "memurum" demesin diye, kime memur denileceğini sayar. Memur mu, değil mi tereddütü yaratacak mesleklerin hangilerinin memur sayılayacağını bile belirtir.
Örneğin der ki, "Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası üyeleri, Genelkurmay Mehteran Bölüğü sanatkarları, Devlet Tiyatrosu ile Devlet Opera ve Balesi sanatkarları, memurdur."Klasik memurluktan farklı meslekleri tek tek sayar ki, "memurluk" unvanı gürültüye gitmesin.
<#comment>#comment>Koalisyon liderlerinin Ulusal Program için gerçekleştirdikleri zirvede en hassas konulardan birini Kürtçe oluşturdu.
Liderler, Ulusal Program'da, "Kürtçe" ve "anadil" sözcüklerinin kullanılmaması yönünde görüş birliği oluşturmuş durumdalar.
Avrupa Birliği'nin Kürtçe eğitim ve yayın konusundaki beklentisine karşılık Ankara'nın taşıdığı kaygılar nedeniyle atacağı adımlarda çok temkinli olacağı anlaşılıyor.
Kürtçe konusunda Ankara nasıl bir adım atabilir?
Liderler zirvesine katılan Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in yaklaşımı şöyle:
"Dil konusuna bireysel hak çerçevesinde yaklaşmak daha doğru olur. Bu yaklaşım içinde de özel kurslar düzenlenebileceği gibi resmi eğitim kurumlarında ders saatleri dışında dersler konulabilir. İsteyen öğrenciler için ders saatleri dışında düzenlenecek bu tür kurs ve etüdler yapılabilir. Avrupa'ya baktığınızda Türkçeye karşı çok daha sert ve ciddi sınırlamalar uygulandığını görüyorsunuz."Gürel, hemen hemen bütün Avrupa'da Türkçe'nin ders olmaktan çıkarıldığını vurguluyor. Birçok Avrupa ülkesinde Türkçenin ders saatleri dışında düzenlendiği, giden öğretmenlere zorluk çıkarıldığını da ekliyor. Keza Türkçe TV
<#comment>#comment>Hükümet, yolsuzlukla mücadele konusunda, yıllardır özlenen bir süreci başlattı. Denetim organları ve yargı denetimiyle devlette örtülmüş, korunmuş çıkar örgütlerini bir bir ortaya dökmeye başladı. Bu sürecin Türkiye için bir şans olduğunu birkaç kez vurgulamıştık.
Yolsuzluk soruşturmaları ve bağımsız denetim, dürüst memurları, dürüst işadamlarını, dürüst bankacıları da ürkütüp, özel ve kamu sektöründeki işleri durdurma noktasına getirir mi?
Turgut Özal, Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde bu gerekçeleri öne sürerek denetim organlarını ve elemanlarını etkisiz hale getirmişti. Sonradan Türkiye'de iş dünyasının ve bürokrasinin nerelere sürüklendiğini, rüşvetin, yolsuzluğun, soygunun, hırsızlığın hangi boyutlara ulaştığını bugünlerde hep birlikte izliyoruz.
Bankalar operasyonuyla bu sürecin başlamasına büyük katkıda bulunan İçişleri Bakanlığı ve Bankacılık Üst Kurulu, denetimin idareyi ve işleri durdurduğu iddiasına nasıl bakıyor? Bu saptamaya katılıyor mu?
<#comment>#comment>Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in yeni yıl nedeniyle Çankaya Köşkü'nde verdiği resepsiyon, sivil - asker, devletin üst kademesini bir araya getirdi.
Gerek Cumhurbaşkanı Sezer, gerek Başbakan Ecevit, gerekse Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nun etrafında yoğunlaşan sohbetlerde temel iki konu vardı:
1- Yolsuzluk soruşturmaları,
2- Asker - sivil tartışmaları.
Birinci konuda hem teşhis, hem de çözüm konusunda tam bir görüşbirliği bulunduğu söylenebilir. Cumhurbaşkanı Sezer, Başbakan Ecevit ve Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, yolsuzluğun her yanı sarmış olduğu ve yolsuzlukla mücadele konusunda hemen hemen benzer ifadeler kullandılar.
"Demokrasi, darbe, asker - sivil" tartışmalarına gelince...
<#comment>#comment>Başbakan Bülent Ecevit, "Beyaz Enerji Operasyonu"yla başlayan ve 28 Şubat'la devam eden, "asker - sivil" tartışmalarını değerlendirirken, söze "üzülüyorum" diye başlıyor:
- Balkanlar'a bile demokrasi geldi, biz hala tartışıyoruz, demokrasi var mı, yok mu, diye. Buna üzülüyorum. Türkiye bu tartışmaları çok gerilerde bıraktı. Bu nedenle bugün yaratılan ortam ve tartışmalar bana yapay geliyor.
Başbakan Ecevit'e, "bazı çevreler askere oynuyor" sözleriyle hangi çevreleri kastettiğini soruyoruz:
- Toplumunda çok az bir kesim oluşturan ama sesi gür çıkan sivil çevreleri kastediyorum. Askeri tahrik etmeye çalışıyorlar. Bu çok yakışıksız bir durum. Böyle davranmalarının nedeni ise çıkarlarının bozulmuş olması.
- Beyaz Enerji Operasyonu sırasında askerlere atfen verilen haber nedeniyle tepki göstermiştiniz. Bu tepkiniz ve daha sonraki tartışmaların operasyonu gündemin ikinci sırasına ittiği yorumları yapıldı. Siz ne düşünüyorsunuz?
- Bu iki konuyu birbirinden ayırmak gerekir. Benim tepkim rejimle ilgiliydi. Rejimin görüntüsü açısından ortaya çıkan durum nedeniyle tepki gösterdim. Sanki hükümeti, sivil otoriteyi devre dışı bırakan bir durum varmış gibi
<#comment>#comment>Yolsuzluk olayları çorap söküğü gibi arka arkaya ortaya çıkmaya başladı. Devletin en üst düzeyindeki yöneticilerini iki polisin arasında görmek içler acısı doğrusu. Hele bu zincire, Devlet Tiyatroları gibi bir kurumun yöneticileri de eklenince manzara daha da trajik bir hal alıyor.
Demek ki, Özal'ın mesajları arasında en çok benimseneni, "benim memurum işini bilir" vecizesi olmuş! Sanatçı memurlar bile işi öğrenmişler!
Devlet, nerede mal ve hizmet satıyorsa veya alıyorsa orada "işini bilen bir memur" mutlaka çıkmış. Devletin düşürüldüğü durum açısından elbette çok üzücü bir tablo bu...
Ancak bu görüntünün sevindirici yanı belki de daha önemli. Yolsuzluk ve rüşvet şebekelerinin bir bir ortaya çıkarılması, yeni bir dönemin işareti sayılabilir.
Türkiye belki de "benim memurum işini bilir" dönemini kapatıp bir arınma dönemine geçişi yaşıyor...
Daha önce "işini bilen"in takdir ve koruma gördüğü dönemde, yolsuzlukları ortaya çıkarmak ve izlemek zordu. Kamu gücü bu çıkar mekanizmalarını korumak için kullanılıyor, gerektiğinde siyasi koruma da takviye oluyordu. Böyle bir ortam içinde "işini bilmeyen" memur da, rüşvet ve yolsuzluk zincirini ortaya
<#comment>#comment>
Enerji Bakanı Cumhur Ersümer'in istifa etmesi gerektiği yolundaki yorumlar, "bakanlığının dinlendiğini öğrendiği anda bırakmalıydı" düşüncesine dayandırılıyor.
Ersümer, istifa etmeyi hiç aklından geçirdi mi?
Enerji Bakanı'yla dün görüşme olanağı bulduk ve bu soruyu yönelttik.
Yanıtı şu oldu: