Deniliyordu ki, "Ankara Abdullah Öcalan'ı aldı. Aldı ama acaba karşılığında ne verdi?"
Arkasından "kuşkular" sayılıyordu:
- ABD, Öcalan'ı, Kıbrıs'ta ödün karşılığı verdirdi!
- Sadece Kıbrıs'ta değil Kuzey Irak'ta Kürt devleti karşılığında verdi!
- Kosova'dan sonra sıra Güneydoğu'ya gelir!
Kimse Öcalan'ın getirilmesini Ankara'nın başarısı olarak görmeye yanaşmadı.
Maliye derslerinde öğretirler:
- Katıksız kamu hizmetinin tipik örneği nedir?
- Adalet.
- Neden?
- Adalet hizmetini özel sektör veremez de ondan.
- Ama her şey özelleştiriliyor?
İranlı gençler Tahran'da bir hareket başlattılar.
İstedikleri "İran İslam Devrimi"ne karşı "biraz devrim."Özel olarak basın özgürlüğü.Genel olarak "biraz daha özgürlük."Humeyni'nin başarısı Şah karşıtı tüm muhaliflerin desteğini alması, hareketi böylece halka ve orduya yayabilmesi, Şah'ı devirdikten sonra da kendisine destek olan diğer muhalif hareketleri tasfiye ederek rejimini oturtmasıydı.Şimdi üniversiteli gençlerin başlattığı eylemler, bu kez İran rejimine karşı benzeri bir hareketin habercisi sayılabilir mi?Bu sorunun yanıtı, Tahran'ın geleceğini belirleyecek önemde.Bugün Tahran'da, Humeyni rejiminin 20 yıllık geçmişinin en reformist, en yumuşak yönetimi işbaşında.Cumhurbaşkanı Hatemi'nin temsil ettiği bu yönetim, rejimin radikal kanatlarına göre ileri, gençlerin "özgürlük ve demokrasi" hareketine göre geri.Hatemi, radikaller için de, rejim karşıtları için de ehven - i şer.Cumhurbaşkanı, vaaddettiği reformları beklenen hızla yapamıyor.Tahran'dan gelen haberler dini lider Hameney ve Meclis yönetiminin Hatemi'nin elini -
Herkes sıranın Kıbrıs'a geleceğini biliyordu. Sorunun çözümü için Türkiye'nin hırpalanması gerektiğini düşünenler, aylardır bu görüşü dile getirdiler. Yunan tezine destek veren dış güçler de, Türkiye'nin Saddam ya da Miloşeviç yerine konulmasından huzur duyan bazı "iç yorumcular" da aynı konuda birleşiyordu. Avrupa Birliği organlarında ya da G - 8 zirvelerinde Türkiye'ye yönelik Kıbrıs baskısı kimilerini sevindiriyordu. İşte o günler geldi çattı. Baskı arttıkça arttı. Alman Dışişleri Bakanı Fischer, İngiliz Dışişleri Bakan Yardımcısı Quinn ve bugün beklenen Amerikan Savunma Bakanı Cohen'in ziyaretleri, Kıbrıs trafiğinin sadece bir bölümü. Eylüle kadar baskıların daha da artması bekleniyor.
Ancak, bu arada beklenmedik bir şey oldu. Şiddetli baskılar karşısında aşağıdan alması beklenen Türkiye, aksine sertleşti. Başbakan Ecevit'in Kıbrıs'la ilgili açıklamaları, savaştan bu yana belki de en sert ifadeleri içeriyor. Ecevit, KKTC'nin bağımsızlığından kesinlikle vazgeçilemeyeceğini vurguladı. Üstelik, KKTC'nin güvenliğinin Türkiye savunmasının bir parçası olduğunu söyleyerek, dış tehdit değerlendirmesi yaptı, bir anlamda köprüleri attı. Yarından itibaren
Sosyal güvenlik reformu Meclis'e sevk edildi.
Reform tasarısını savunanlar da, eleştirenler de "esasını" gözden kaçırıyor.
SSK sisteminin çöktüğü ve reformun zorunlu olduğu doğru.
Ancak sistemi çökerten de, kurtaracak olan da emeklilik yaşı değil.
Emeklilik yaşı sosyal güvenlik sisteminin aktüaryal dengesini etkileyen faktörlerden biridir. Ama en etkini değildir.
Türkiye'de uygulanan sosyal güvenlik sistemi "primli sistem"dir.
Hükümetin gündeminde, pişmanlık yasasıyla paralel uygulamaya geçirmeyi planladığı bir de af yasası var. Bu tasarı üzerinde pişmanlık yasasıyla birlikte çalışılıyor. Başbakan Ecevit'le dün bu konuyu konuştuk.
Başbakan'a "pişmanlık"la, "af" arasındaki "eşzamanlı"lığın nedenini soruyoruz:
- Pişmanlık yasasından dağdaki terörist yararlanacak. Suçlarının niteliği göz önünde tutulduğunda dağdaki teröriste göre çok daha hafif sayılabilecek suçluların sınırlı bir aftan yararlanmalarının gerekli olacağını düşündük.
Ecevit, pişmanlık ve af konularında kamuoyunun çok duyarlı olduğunun farkında.
"Af" çalışması bir yönüyle "suçlular arasında adalet" arayan ve sağlayan bir işlev görecek.
Başbakan, af çalışmasının çok kapsamlı olamayacağını vurguluyor.
Tarihin tekerini tersine çevirmek isteyenlerin sonu hep hüsran oldu. Bir dönem bir toplumu, bir ülkeyi, bir bölgeyi belki geri bıraktılar ama, sonunda tarihin ileri dönen çarkları arasında eriyip gittiler.
İran'da geçen hafta patlayan ve giderek yayılan olaylar, bu ülkede geri dönülmez bir sürecin başlangıcını işaret ediyor. Tahran'da başgösteren eylemler, kısa sürede ülkenin diğer önemli kentlerine de sıçradı. Elli binden fazla genci sokağa döken öfkenin, artık şiddet yoluyla ilelebet bastırılması olanaksızdır. Belki, öğrenci isteklerinin bir kısmı karşılanarak eylemler bir süre yatıştırılabilir, ama çok geçmeden yine başlar. Çünkü olay, sadece öğrenci talepleriyle ilgili değildir. Sorun, özgürlük sorunudur. İran'ın 20 yaş gençliği, özgürlüğün bayraktarlığını yapıyor. Bu gençler, İran'da molla rejimini kuran ayaklanma günlerinde doğan insanlardır. Sınırlı basın özgürlüğüne bile katlanamayan rejimin baskıları, bu gençlik ayaklanmasının çıkış noktasıdır. Gençlik ve basın özgürlüğü. Bu ikisinin karşısında durmak o kadar kolay değil.
Kimi yorumculara göre İran'da yaşanan olaylar, rejim değişikliğine kadar gidebilecek bir harekete dönüşebilir.
İngiltere'ye yaklaşan uçağın pilotu anons ediyor: "Şu anda tarihi Dover kıyılarını görüyorsunuz." Yolcular aşağıya bakıyor, Manş Denizi'nin bittiği yerde belli belirsiz sahilleri fark ediyor. İkinci Dünya Savaşı'nın en büyük harekatı Normandiya Çıkarması'nın başlangıç noktası olan Dover kıyılarını uçaktan turistlere göstermek bile İngiliz düşüncesine yerleşmiş. Ellerinden gelse, çamurlu Thames Nehri'ne bakmayı bile paralı hale getirecekler.
Ya Mısır? En çok turist çeken yerinde her milletten yüze yakın turistin köktendinciler tarafından baltalarla doğrandığı bu ülkede turizmin ebediyen bittiği düşünülüyordu. Öyle mi oldu? Aksine bir yıl sonra dünyanın dört bir yanından (özellikle de Türkiye'den) Mısır'a turist akmaya başladı. Dün Mümtaz Soysal'ın da belirttiği gibi, Ramses romanlarına varıncaya kadar her reklam ve tanıtım yöntemi kullanıldı. Eski Mısır tarihi bütün dünyaya yayıldı. Mısır, eskisinden de yaygın moda oldu.
Elalem çölleri satıyor, biz ne yapıyoruz? Cenneti yakıyoruz. Gelibolu'da 5 yıl önce dört bin hektarlık orman yanıp kül olmuştu. 5 yıl sonra dört hektar daha yandı. Çanakkale şehitlerine saygıyı zaten unuttuk. Bari yörenin