TARİHİN cilvesine bakın...
Lenin'in "kendi ulusal kaderini tayin hakkı" ilkesini, NATO yaşama geçirmeye çalışıyor.
Bu amaçla Marksist - Leninist kültürde yetişmiş Miloşeviç'i bombalayarak.
Sosyalist Miloşeviç de "hakim ulus" üstünlüğünü kullanmakta Hitler'i solluyor.
Sırp lider, Lenin'in, "ulusal sorunda, ulusların siyasal ayrılma ve bağımsız ulus - devlet kurma hakkının bulunduğu" tezini sanki duymamış...
"Herhangi bir ulusun bağımsız devlet olmak isteyip istememesi veya olup olmaması veya devletlerin sınır durumları değil, önemli olan demokrasi ve proletaryanın enternasyonalist birliğidir. Her ikisi de ulusların kendi kaderini tayin hakkının kabulünü gerektirir" diyen Lenin'i, sosyalist Miloşeviç hiç okumamış gibi...
Bir intihar saldırısı da Bingöl'de yapıldı. Hedef Vali Süleyman Kamçı'ydı. Vücuduna bağladığı bombanın pimini çeken terörist öldü. Vali, şans eseri yara almadan kurtuldu. Yoldan geçen 16 yaşındaki bir kız hayatını kaybetti. 3'ü polis 12 kişi de yaralandı.
Abdullah Öcalan yakalandıktan sonra bu tür eylemler bekleniyordu. Çankırı Valisi'ne bombalı saldırı, Mavi Çarşı'nın yakılması, Taksim Meydanı'nda bombalı intihar eylemi. Ve diğerleri... Masum insanlar öldü, yaralandı.
İntiharda çaresizlik vardır. Tükenmişlik vardır. Bunlar da bitecek. Bunlar son çırpınışlar...
Madalyonun öbür yüzünde bir şey dikkatinizi çekmiyor mu?
Canlı bomba olarak kullanılan teröristlerin hemen hepsi kadın. Hakkari'de, Batman'da, Tunceli'de, Taksim'de, Bingöl'de ve başka yerlerdeki 11 intihar saldırısında ölen canlı bombaların 8'i kadın.
Neden?
"Temsil krizi"nin pençesindeki demokrasi iki hafta sonra bir seçim sınavına daha giriyor. Medyada her gün tahminler yapılıyor: Şu parti şanslı, bu aday avantajlı, vesaire... Ama herkes biliyor ki, 18 Nisan seçimleri de siyasi tabloyu fazla değiştirmeyecek.
En çok oy alanın bile yüzde 20'lerde dolaştığı, günübirlik koalisyonların, azınlık hükümetlerinin umut olduğu bir sistemde uzun vadeli hesaplar yapılabilir mi?
Türkiye, 1983'ten beri hep erken seçime gitti. Demek ki, ortada ciddi bir yanlış var. Demek ki, parlamenter sistemimizin çarkları tam yerine oturmuyor.
Bir yıl önceden alınmış erken seçim kararıyla Türkiye sandığa gidiyor. Tıkanmaya yol açan etkenler yerli yerinde durduğu halde.
Anayasa aynı, Siyasi Partiler Yasası aynı, Seçim Yasası aynı, liderler aynı, seçim barajları aynı... Aynı malzemeyle, aynı koşullarda aynı sonuçları alırsınız.
18 Nisan'dan sonra hangi koalisyon kurulursa kurulsun "yönetemeyen demokrasi"nin sorunları ağırlaşarak devam etmeyecek mi? Kabardıkça kabaran Meclis gündemi, parti liderlerinin ağzına bakan sus - pus milletvekilleri, hükümetten hükümete devredilen önemli iç ve dış
Kosova kovanına çomak sokuldu bir kez... Füze yağmurları kesilince, göçler durulunca Balkanlar artık eskisi gibi olmayacak.
Sanki Soğuk Savaş hiç yaşanmadı. Sanki İkinci Dünya Savaşı hiç yaşanmadı. Sanki 85 yıl öncesine, Birinci Dünya Savaşı günlerine döndü dünya. Sırbistan'ın arkasında yine Rusya var. Avusturya - Macaristan İmparatorluğu yok, yerine Almanya oturmuş. Osmanlı'nın yerinde Türkiye. Başrol oyuncusu İngiltere'nin yerini Amerika almış.
Birinci Dünya Savaşı, dünya haritasını yeniden çizerken sahneye Amerika'yı çıkardı. Karşısına da Sovyet Rusya'yı. 20'nci yüzyıl bu iki dev gücün amansız rekabetiyle geçti. Kavga İkinci Dünya Savaşı sonrasında doruğa ulaştı. Yeryüzünün hemen her noktasında, yaşamın her alanında etkinlik dalaşına girdiler. Yerel çatışmalarda karşı karşıya geldiler. Uzayda bile kapıştılar. 1990'ların başında kazanan Amerika oldu. Sovyet Bloku dağıldı, komünizm çöktü.
Bugün Kosova'da yaşanan, Amerika'nın, bozguna uğrattığı Rusya'yı kovalamasından başka bir şey değildir.
Artık Amerika'nın dediği oluyor.
Amerika, Arnavutluk ve Makedonya'yı kanatlarının altına aldı. Polonya, Macaristan
Büyük bir gayretle küçük çentikler atıyorlar ağaçlara Kosovalı anneler.
Ola ki, bir gün dönersek, bulalım bebeklerimizi, diye...
Ağaç diplerini seçiyor, oraya gömüyorlar ölü bebeklerini...
Ve ağaca bir çentik atan anne, belli ki, söz veriyor bebeğine:
"Dönüp bulacağım küçük mezarını. Söz sana!"
Donmuş gözyaşlarıyla yürümeye devam ediyorlar.
Son vergi düzenlemelerine çeşitli kesimlerden tepkiler gelmişti.
Özellikle formaliteleri ağırlaştıran hükümlere...
Bunlardan birisi de, gazeteci - yazar - çizer ve sanatçılara getirilen defter tutma yükümlülüğüydü.
Bir gazeteci - yazar olan Başbakan Bülent Ecevit, vergi bürokrasisini artıran işlemlere, bu kesimden gelen eleştirilere duyarlı.
Maliye Bakanı'na bu tür yükümlülüklerin azaltılması için talimat veriyor. Maliye Bakanı Prof. Dr. Nami Çağan, bu konuda bir çalışma başlatıyor.
Çalışma önümüzdeki günlerde sonuçlandırılacak.
NATO hava harekatıyla Miloşeviç'i durdurabilmiş değil.
Olayda Rusya faktörü giderek belirginleşiyor.
Rusların 8 savaş gemisini Adriyatik'e gönderme kararı endişeleri artırdı.
Ankara Rusya'nın bu kararını nasıl görüyor?
Başbakan Ecevit, Rus savaş gemilerinin boğazlardan geçişinin Montrö Anlaşması'na uygun olduğunu söylerken, bu gelişmenin Miloşeviç'i "yüreklendireceğini" de vurguluyor.
Ankara'da devletin zirvesinin bu gelişmeyle ilgili endişelerini şöyle özetlemek mümkün:
1995 seçimlerinden sonra yaşadığımız süreç bazı çelişkileri su yüzüne çıkarıp netleştirdi. Bu süreçte ortaya çıkan en çarpıcı çelişki "iktidar - iktidar" çelişkisidir.
Refahyol iktidarı, "iktidar"la çelişti. Rejimin kurallarını ve kurumlarını değiştirmeye zorlayacak kadar iktidar kullanmaya kalkınca, rejimin siyasi partiler dışındaki iktidar kurumları tarafından muhalefete itildi. Devrildi.
18 Nisan sonrası siyasi iktidar bu ölçüyle belirlenecektir. Çok partili sistemin tanıdığı bütün olasılıklar kullanılarak rejimin iktidar güçleriyle çelişkiye düşen, bugün Fazilet Partisi'nin temsil ettiği siyasi akım muhalefette tutulmaya çalışılacaktır.
Seçim hangi sonucu verirse versin, en parçalı hükümet modeli de olsa, FP dışındaki partilerin koalisyonu iktidar olacaktır. Bu, bugünden görünen bir gerçektir.
Bu gerçek ışığında siyasi partiler işlevleri açısından değerlendirildiğinde;
DSP - ANAP ekseni, hem siyasi yapı dışındaki rejim kurumlarının hem de Fazilet (Refah) - rejim çelişkisinin yarattığı tehlikeyi gören toplum kesimlerinin iktidar tercihidir.