12 Eylül darbesiyle siyaset dışına itilen liderlerden önce Demirel rövanşı aldı. Sonra Erbakan.18 Nisan seçimlerinde de rövanş sırası Ecevit ve Türkeş'teydi. Ecevit'in DSP'si birinci parti oldu. Kendisi hayatta olmasa da Türkeş'in partisi MHP, Devlet Bahçeli'nin önderliğinde seçimden galip çıktı.Tabii ki, seçim sonuçları basit bir "rövanş" yaklaşımının çok ötesinde anlamlar taşıyor. Herkesin cevabını aradığı soru şu: Neden DSP, neden MHP?Her iki partiye yönelişin ortak nedenini, Türkiye'nin yeni rotasında aramak gerekiyor.1- Seçim sonucu, halkın, Türkiye'nin Avrupa'dan dışlanmışlığına tepkidir. Avrupa Birliği'ne üyelik ve PKK terörü konusunda Batı'nın Türkiye'ye karşı aldığı olumsuz tavır, ülkede "ulusalcılık" tercihini ön plana çıkarmıştır.2- Bu tercih "ulusal sol"u savunan DSP ile "ulusal sağ"ı temsil eden MHP'yi zirveye taşımıştır. İki partinin bir koalisyonla ortak iktidar olması, seçmenin tercihiyle çelişmeyecektir. Ortak paydaları "ulusalcılık"tır. "Milliyetçi Cephe"leşme herhalde yanlış olur.3- ANAP ve DYP'deki gerileme, iki partinin de çözüm üretemeyen politikalarından
Demokrasi dün hayalet gibi geldi Türkiye'ye. Daha gün doğmamıştı. Sandıkların önünde kuyruklar uzarken, alacakaranlıkta kimin kim olduğu belli değildi. Gölgeli yüzlerin tek bir kimliği vardı: "Seçmen."
Acaba hangi seçmen? Örneğin şu kuyruktakilerden hangileri yüzde 17'yi bulan işsizler ordusundandı? Seçemedim. Yoksa şu adam, yüzde 30'u işsiz olan eğitimli gençlerden biri miydi? Ya şu kadın? Yüzde 77'si ortaokul veya ilkokul mezunu ya da hiç eğitim görmemiş işçi - memur kitlesinden mi geliyordu? Anlayamadım.
Şu yedinci sıradaki adam acaba sigortasız mıydı? Yoksa maaş kuyruğunda ölmeye aday bir sigortalı mı? Farkedemedim. "Vicdanıyla cüzdanı arasında sıkışmış" hakim ve savcılardan kaç tanesi kuyruktaydı? Acaba çete mensupları da kuyruktaki yerlerini almışlar mıydı?
Ya da üstüne 876 kişi düşen bir doktor, 4.182 kişi düşen bir diş hekimi, 3.335 kişi düşen bir eczacı, 865 kişi düşen bir hemşire, 1.314 kişi düşen bir ebe?.. Kuyruğun neresindeydiler acaba? Alacakaranlıkta seçilmiyordu ki...
Hele şu onuncu sıradaki kadından iyice kuşkulanıyorum. Binde 38'i bir yaşına gelmeden ölen bebeklerden birini doğuracak gibi göründü
Seçim bir günlüğüne de olsa insanlarımızı eşitledi.
Herkesin değeri "bir oy"da eşitlendi.
Seçmenin sandığa giderken, bayrama gider gibi özenli hallerinden de belliydi bu.
4 - 5 yılda bir de olsa "eşit", hatta "üstün" olmanın güven ve keyfi vardı seçmenin yüzünde...
Başbakan Ecevit'in sandık başındaki tavrı her zaman özen gösterdiği mütevazılığın güzel bir örneğiydi.
Ecevit, sandığa sadece "seçmen" sıfatıyla geldi ve eşiyle birlikte ısrarlara rağmen kuyrukta bekleyerek oyunu kullandı.
Hani epeydir tartışılıyor:
"Devlet değil, birey" diye...
"Önce birey...
Devlet için birey değil, birey için devlet" diye...
Elbette...
İçine birey koymadığınız ne anlam kazanabildi ki?
İnsanların gerçekten yalnız oldukları çok az an vardır.
Uykuya geçmeden önceki birkaç dakika gibi...
Uyandıkları an gibi...
Temizlendikleri an gibi...
Oy kullandıkları an da, böyle bir andır...
Diğer gözlerden uzak birkaç dakika...
Ekonomik ve buna dayalı ideolojik siyaset sanki l983 seçimleri öncesinde Turgut Özal'la Necdet Calp arasındaki "sattırırım - sattırmam" tartışmasına takıldı kaldı gibi...
Siyaset ve siyasi partiler sosyo - ekonomik zeminden çok, sosyo - psikolojik zemine basar hale geldi.
Refah'ın "adil düzen"inden bu yana tartışılan bir parti programı yok.
Refah'ın, asıl siyaset temeli olan "din" ortak paydasına, ekonomik eksenli somut vaat programıyla yeni destek halkaları eklemeyi başardığı 1995 seçimlerinde görüldü.
Ancak sonraki süreçte maddi temel yerine, asıl olan manevi temel ön plana çıkınca, yeni halkaların bağı zayıfladı veya koptu.
Ekonomik kaynaklı siyasi ayrışımın belirleyici olmaktan yavaş yavaş çıkmasıyla doğan boşluğu, düşünceden çok inanca, sınıftan çok üstyapı özelliklerine dayalı siyaset doldurmaya başladı.
Demokrasi geliştikçe bir çelişki belirginleşiyor.
Batılı ülkelerde seçime katılım düşüyor.
Kimileri buna "entel tembelliği" diyorlar...
Kimileri de sorunsuzluk.
Sorunsuzluk sorumluluğu azaltıyor.
Üzerine entellik de binince sandığa gitmek, fazla gelişmişlikten bir çeşit "ilkel" davranış gibi görülüyor.
Anadolu'yu Müslümanlaştıranlar Alevilerdir. Alevi kültürüyle yoğurulmuş Türklerdir. Ancak Türkler, yüzyıllar içinde Anadolu'nun ikinci sınıf insanları olmaktan kurtulamadılar.
Aleviler, Osmanlı devletinin kuruluşunda da kilit rol oynadılar. Osmanlının gözünde Aleviler fetihler için kullanılan "göçebe Türkmen taburları"ydı. Osmanlı da, artık gerek kalmadığını hissettiği zaman Alevileri önce dışladı, sonra Safevi savaşları bahanesiyle ya katletti ya baskı altına aldı.
Baskılar, Cumhuriyet'le birlikte sona erdi.
Ancak laik Cumhuriyet'in kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı, yeniden katı Sünniliğin kalesi haline gelmeye başladı. Aleviler yine devlet kuruluşlarından dışlandılar. CHP'nin tek parti iktidarı Alevilere şans tanımadı. Çok partili rejim başladı; Aleviler, DP'den de umduklarını bulamadılar, yine saha dışına itildiler. 27 Mayıs umudu da çabuk söndü. Hep oy deposu olarak görüldüler. 12 Eylül, her şeyle birlikte Alevileri de darmadağın etti.
Alevi gençlerin bir kısmı çıkmaz sokak Marksizme saptılar. Bazıları ayrılıkçı hareketlere saplandılar. Ancak geniş Alevi kitleleri bu yanlışların peşinden sürüklenmedi. Bin yıllık