İstersen değişirsin!

4 Ocak 2015

Bob ve Helena... İkisi de 35 yaşında ve ikisi de bu durumdan fena halde mutsuz. Bilseler Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirini, ağlaya ağlaya okuyacaklar, öyle inanmışlar yolun yarısında, Dante gibi ömrün ortasında olduklarına... Ya da onlar gibi ifade edersem ‘artık olayın bundan ibaret olduğunu’ düşünüyorlar: “Desteden sana dağıtılan el bundan başkası değil. Hayat bize kâğıtları dağıtıyor ve görünen o ki oyunu oynamıyoruz bile, sadece kâğıtları çevirip elimize bakıyoruz”. Velhasıl epeyce de umutsuzlar. Onları Edinburgh’da bir barda görüyoruz. Bir yaz akşamı, tam tarih vermek gerekirse 21 Haziran. Yılın bu en kısa gecesinde, Bob sıkıntıdan patlamak üzere, Helena ise programlarını iptal eden evli sevgilisi tarafından hayal kırıklığına uğratılmış. Bir de kendine itiraf edemediği bir derdi var Helena’nın. Bu yüzden o geceyi yalnız geçirmeme derdinde. Bir geceliğine başını dayayacağı bir omuz istiyor, iki kişilik bir sarhoşluk... Arkadaş çevresinde, hiçbir özelliği olmadığı için ‘alelade’ sıfatıyla anılan Bob’u kestiriyor gözüne. Yanına yaklaşıp, Dostoyevski’nin ‘Yeraltından Notlar’ını okuyarak neşelenmeye (!) çalışan
Bob’a soruyor: “Bu gece benimle sarhoş olmak ister misin?” Yarın

Yazının Devamı

Mevlut’la yürümek

28 Aralık 2014

Orhan Pamuk’un yeni romanı ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ı okuduğum 466 sayfa boyunca bozacı Mevlut İstanbul’un sokaklarını kafasının içini arşınlar gibi yürüyüp kenti/kendini ‘anlamaya’ çalışırken, peşi sıra takip ettim onu. Gözümle okuyarak, uzaktan izlemek yerine onunla basbayağı yola koyuldum. Romanın daha ilk sayfalardan okuru çekip içine katan güçlü havasından, suyundan oldu zahir, başka türlü bir okuma yapamadım. Yol boyunca Mevlut, İstanbul’un 1969-2012 yılları arasındaki dönüşümünü anlatırken, tek göz odalı gecekondusuna konuk oldum, karısı Rayiha evi süpürürken kalkan tozu gözlerimle gördüm, girip çıktığı türlü çeşit işte teşrik-i mesaide bulundum. Gençliğinde, yanlış kızı kaçırdığında ben ondan daha fazla üzüldüm. Bir türlü tutunamadığı halde, iyimserliğini hiç kaybetmiyordu, baktım bu iyimserlik bana da bulaşmış, tadını çıkardım.

Geniş bir aile romanı
Mevlut’un merkezde olduğu geniş bir aileydi romandaki. İlk sayfada yer alan ve kim kiminle evlenmiş, kaç çocuğu olmuş sorularına yanıt veren soyağacına sadece bir kez baktım zira her biri öyle sağlam çizilmiş karakterlerdi ki ne aralarındaki bağları karıştırmak mümkündü ne onları bir daha unutabilmek. Mevlut’un babası

Yazının Devamı

Yaprakları ‘edebiyat’tan takvim

21 Aralık 2014

Çocuklu-ğumda, yeni yıla birkaç gün kala babam elinde Büyük Saatli Maarif Takvimi’yle gelir, annem onu mutfağının başköşesine asardı. Takvim yapraklarını koparma zevkini yaşayan annem olurdu hep. Sonra bana uzatır, ben de ne bulsa okuyan çocuklardan biri olarak, satır satır okurdum yapraklarda yazılı her şeyi... Yemek tariflerinden fıkralara, tarihi bilgilerden o gün doğan çocuklara verilecek isimlere, çeşitli konulardaki püf noktalarına, şiirlere, özlü sözlere kadar... Günün birinde yapraklarını koparma ayrıcalığının sadece bana ait olacağı bir takvim hayali kurardım niyeyse. Gel zaman git zaman büyüdük tabii... Evdeki odama, daha sonra kendi evime bu takvimlerden alacak kadar... Ama o artık bir nostalji malzemesiydi ve dijital hamlelerle çevriliyordu takvim yaprakları, saatlerde, bilgisayarlarda, cep telefonlarında... Sanki eskisinden daha hızlı akarken zaman.
Yine yeni yıla günler kaldı. İşyerindeki masamda, şahane bir takvim duruyor. Adı “Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi 2015”. İletişim Yayınları’ndan çıktı. Büyük Saatli Maarif Takvimi mantığında hazırlanmış. Editörlüğünü Levent Cantek yapmış. 50’den fazla yazar katkı vermiş takvime, 15 de çizer... Ön sayfalarda, çeşitli

Yazının Devamı

Müzeyyen olma manifestosu

14 Aralık 2014

Erkeklerin büyüsüne kapıldığı, kadınların gıpta ettiği bir kadın modeli vardır. Hayatta da, sanatta da zaman zaman karşımıza çıkar ama sayıca çok fazla oldukları söylenemez. İşte o kadınlara, bu hafta gösterime giren, İlhami Algör’ün aynı adlı kitabından esinlenerek Çiğdem Vitrinel’in sinemaya uyarladığı ‘Fakat Müzeyyen, Bu Derin Bir Tutku’dan sonra kısaca Müzeyyen diyeceğiz.
Müzeyyen’i anlatmaya başlamadan önce filmde ilk kitabını yazmakla uğraşan, belli zamanlarda DJ’lik yapan Arif (Erdal Beşikçioğlu) karakterinden söz etmek gerekiyor. Onu gayet iyi tanırız. Hayatının merkezinde bizzat kendisi vardır. Elinin ucuyla dokunduğu, asla adamakıllı kavrayıp sahiplenmediği ilişkiler yaşar. Sonunda kadına şu soruyu sordurur: “Abi sen neden benimle birliktesin?” Nedenini kendi de bilmez esasen. “Bitse de olur, bitmese de” adamsendeciliğiyle yaşar ilişkisini. Ama bir yandan da kafa patlatır sözüm ona, ilişki, kadınlar, ayrılık ve aşk üzerine... Uygulamada kifayetsiz, çok bilmiş bir teorisyendir. Tıpkı bizim yazar adayı Arif gibi.

‘Bir yaşam istiyorsan, çal onu’
Derken günün birinde Arif’in karşısına kafasında bir vesikalık halinde duran o kadın çıkar: Müzeyyen (Sezin

Yazının Devamı

Bir şarkının peşinde...

7 Aralık 2014

Bu yılın bol ödüllü filmlerinden biri de Erol Mintaş’ın yönettiği, başrollerini Feyyaz Duman ve Zübeyde Ronahi’nin paylaştığı ‘Annemin Şarkısı’ydı. Ronahi, Nigar anne karakteriyle Malatya Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü aldı. Daha önce hiç sinema deneyimi yoktu üstelik. Filmde Ali’yi oynayan Feyyaz Duman, Antalya Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü ‘İtirazım Var’daki Serhat Keskin’le paylaştı. Saraybosna Film Festivali’nde ise tek başına aynı ödülün sahibi oldu. Film bunların yanı sıra Malatya’dan En İyi Senaryo ve SİYAD ödüllerini de kazandı. Antalya, filmde tek bir sahnesi olan Aziz Çapkurt’u En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu seçti; yılın En İyi İlk Filmi ödülünü de yine ‘Annemin Şarkısı’na verdi. Yönetmen Erol Mintaş ise Saraybosna’da En İyi Film Ödülü’nü Bela Tarr’ın elinden aldı.

Naif bir hikâye
İki hafta önce vizyona girdi ‘Annemin Şarkısı’. Naif bir anne-oğul hikâyesi. Nigar anne ile oğlu Ali, 90’lı yıllarda yakılıp yıkılan, boşaltılan Kürt köylerinden birinden İstanbul’a göç edip Tarlabaşı’nda yaşamaya başlıyorlar. Kentsel dönüşüm projesinin uygulamaya girmesiyle, buradan da ayrılmak, toplu konutlardan birine taşınmak zorunda kalıyorlar. Bu değişiklik

Yazının Devamı

Zeki Müren ve hayatın süsleri

30 Kasım 2014

Yağmurlu, soğuk, şemsiyelerin rüzgârla cebelleştiği bir gündü geçtiğimiz çarşamba. Öğle vaktiydi. İstiklal Caddesi’nde yürüyenlerin yüzünde, kış meraklılarını saymazsak, havanın grisiyle uyumlu üşümüş bakışlar... Ki bunlardan biri de bana aitti. Yapı Kredi Kültür Merkezi’nin kapısından girene kadar... O adımı atıp kapıyı kapadıktan sonrası ise, başka bir mevsime geçmek gibiydi. Merdivenleri çıkarken sol yanımızdaki duvarda plaj fotoğraflarıyla sıcacık bir Zeki Müren karşılaması vardı “İşte Benim Zeki Müren” sergisine hoş geldiniz dercesine, dışarıdaki soğuğa inat... Rüzgârın uğultusunun yerini Zeki Müren’in su gibi akan sesi almıştı. Usul usul okuyordu şarkılarını. O az önce gördüğüm bakışları dışarıda bırakmıştı insanlar. Her birinin yüzlerinde, sevgi, özlem, merak, hayranlık... Biraz da hüzün. Ayrıca öyle üç beş kişi de değillerdi. Sergideki her parçanın önünde, benden öncekinin incelemesini tamamlamasını bekledim. Velhasıl büyük bir ilgi vardı sergiye. Hafta içi öğle vakti bir sergide bu kadar çok izleyici olması sıradan bir durum değil. Zaten Yapı Kredi’den aldığım rakamlar da bunu doğruladı. 18 Kasım’da açılan sergiyi ilk 10 günde 7 bin 163 kişi gezmiş. Muazzam bir rakam!

Yazının Devamı

Kemal Sunal mucizesi

23 Kasım 2014

1999 yılının bir şubat akşamıydı, babam beyin kanaması geçirdiğinde. Dördü yoğun bakımda geçen, toplam 11 günlük hastane sürecinin ardından eve döndük. Sağ tarafının tamamında felç, konuşamıyor, hafızasında boşluklar... Her gün yeniden tanışıyorduk, annem ve beş tane kızı karşısına dikilip... Kanama yüksek tansiyon kaynaklı olduğu için ilaç tedavisinin yanı sıra tansiyonunu yükseltebilecek her şeye karşı aşırı bir temkinlilik halindeydik. GS-FB maçı var, acaba seyrettirsek mi? Olur da FB’li olduğunu hatırlar, bir de gol yerse takım, fırlamasın o tansiyon? Hemen doktoru aranıyor, onay isteniyordu. Yatağa bağlı olduğundan, onu oyalayacak tek araç televizyondu.

Babam gülümsesin diye...
Bir gün yatağının yanındaki koltukta otururken uyuyakalmışım. Gözümü açtığımda yaşadığım şaşkınlığı bugün gibi hatırlarım. Sağ yanı kaymış bir gülümsemeyle televizyona bakıyordu. Babam gülümsüyordu!!! Ekrandaki ise bir Kemal Sunal filmiydi. Eşini, çocuklarını tanımakta güçlük çeken babam Kemal Sunal’ı hatırlamıştı. O günden sonra gazetelerin televizyon sayfalarından Kemal Sunal filmlerini takip ettik, bazı kanalları arayıp, kaç zamandır Kemal Sunal filmi yayınlamıyorsunuz, n’olur bu aralar

Yazının Devamı

Serotonin yükselten şehir

16 Kasım 2014

Türkiye İstatistik Kurumu’nun Yaşam Memnuniyeti Araştırması’nın 2013 sonuçlarına göre, ‘ben mutluyum’ diyen insanların oranının en yüksek olduğu (yüzde 77.7) il Sinop. Artık ‘mutlu şehir’ deniyor Sinop’a. Alamet-i farikası ne ola ki diye merak edip duruyordum, bu hafta Sinop’a gidince anladım. Bir kere yeşille mavinin sokaklara sereserpe yayıldığı bir kent burası. Ağaçların arasında, deniz kokusunu içinize çekerek dolaşıyorsunuz neredeyse hemen her sokakta. Tarifi zor bir huzur hakim havaya, insanların yüzlerine... Sinop Valliği’nin son derece donanımlı İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun’dan başka ayrıntılar da öğrendim. 35 binlik nüfusun 20 bini maaşlı çalışıyor. Varoş denecek bir yerleşimi yok. Sınıf farkı yok. Trafik yok. Kimse kimseye karışmıyor, baskı yok. Yaşam standartları arasında uçurumlar yok. Ulaşım kolay, tek trafik lambasına bile rastlamıyorsunuz, yayalarla araçlar birbirlerine saygılı... E böyle bir şehirde mutlu olunmaz mı?

Çağdaş sanatı seviyorlar
Kültür sanat alanında da iddialı bir şehir Sinop. 10 yıldır düzenlenen Sinop Bienali’nin bu yıl 5.’si gerçekleşti. Melih Görgün’ün genel sanat yönetmenliğindeki bienale dünyanın pek çok ülkesinden

Yazının Devamı