Güneydoğu’daki STK’ların ortak açıklaması, üzerine düşen PKK gölgesine rağmen gene de olumluya dönüşebilecek işarettir.
Açıklamada “PKK’ya eylemsizlik çağrısı yapılması” öngörülmüştü.
Ancak son gece Kandil’den gelen “asıl Ankara’ya çağrı yapın” mesajı ile taslak metin değişti.
“Operasyonlar dursun, PKK eylem yapmasın” diye özetlenebilecek bir ifade üretildi.
Pratiği olmayan bir formül...
Devlet dağına da, kentine de, ırmağına, denizine, hava sahasına tek egemendir.
Başka bir egemenlik iddiasının üzerine gitmek devletin görevi ve zorunluluğudur.
Suada’da Aşk-ı Memnu’nun “Veda” gecesindeyiz... Dev ekrandaki finalde Adnan Ziyagil, Bihter’e “senden ayrılmaya karar verdim” dediği anda inanılmaz bir alkış koptu.
“Veda” başlamadan da alkışlar kesilmiyordu. “Gösterim” başladıktan sonra da sık sık “kocaman” alkışlar sürdü. Ama... Boşanma kararını söylediği andaki alkış bir fenomendi.
Türkiye toplumunun tepki dalgaları yükselmiş yükselmiş, Suada’da patlamıştı.
Bu söylemden sonra Kıvanç Tatlıtuğ bile Selçuk Yöntem’e “çak” yaptı.
Bunun yanı sıra her oyuncu ayrı ayrı iyiydi.
Diyaloglar ve sözcükler güzel seçilmişti.
Oyunun ruhuyla örtüşüyordu.
Güneydoğu’ya “olağanüstü hal” ilanı tartışılıyor. Ama...
PKK sadece Güneydoğu’da kan döküyor değil ki...
Saldırılarını Türkiye’ye yaydı.
O halde “olağanüstü hal yetmez sıkı yönetim” mi?
Bugün hafta sonu içinde kan olmayan bir “sıkı yönetim” yazısıyla hem düşündüreyim hem gülümseteyim.
Sıkı yönetimin hamam baskınından, tüm eşcinsellerin toplanmasına ve Bülent Ersoy’a “sahne yasağına” kadar uzanan kara mizah örneği bu.
Sırrı Süreyya Önder’in satırlarını -özetle- yansıtıyorum.
Bir kez daha vurguluyorum...
İspanya, İtalya, Sırbistan, Yunanistan yani bütün Kuzey Akdeniz ülkelerinde iç savaş dehşeti yaşandı.
İspanya’da komünistlerle General Franco’nun sağcıları, İtalya’da komünistlerle faşistler, Yunanistan’da komünistlerle kralcılar ve cumhuriyetçiler çarpıştılar.
Kardeş kanı sel suları gibi aktı.
Sırbistan coğrafyasında II. Dünya Savaşı sonrasında Tito’nun komünistleri egemenliği sağlayıncaya kadar kan aktı.
Tito’nun ölümünden sonra kanla kurulan Sırbistan yakın tarihin en gaddar iç savaşları sonucu gene kanla dağıldı.
Büyük insanlık suçları işlendi.
Nefes nefese izlemiştik NEFES’i... Levent Semerci’nin bu filmi, biraz yüzbaşının komuta ettiği 40 kişilik birliğe PKK baskınını yansıtır.
Güneydoğu’da 2365 metre rakımlı bir sınır karakolunda yaşamını yitirenlerin öyküsüdür.
PKK telsizleri ile karşılıklı konuşmalar, PKK şefinin komutana “dışarı çıkma, seni görüyorum. Kurşunu yersin alnına” tehdidi...
Göğüs göğse çarpışmalar...
Yıkılan, yakılan karakolda sabaha karşı çatışma bitmiştir.
Hayatta kalabilmiş bir er, Atatürk büstünü kucaklayıp kaidesine koyar...
Kamera bu kez subay lojmanlarını gösterir.
Brezilya Başkanı Lula, İran için “uranyum takas anlaşmasından çekildiğini” açıkladı.
Türkiye İran ile baş başa kaldı.
Türkiye’nin eksen kayması tartışmaları yapılırken çok talihsiz bir gelişme bu.
Dünya kamuoyunda “İran imajı” için simgesel bir örnek “Soraya’yı Taşlamak” filmidir.
Bu film büyük ödüllere koşmakta.
İranlı bir kadının köyün erkekleri tarafından taşlanması sahnesinde dehşet ve tiksinti sarmalında savruldum.
Meğer bunun bir ritüeli varmış.
Zihnimde lego parçaları gibi uçuşan eylemler, söylemler, tavırlar...
Bunları bir araya getirerek büyük fotoğrafa varmaya çalışıyorum.
İşte onlardan ikisi...
1. Körfez Savaşı sırasında Suudi Arabistan’dayım ABD kumanda merkezi olarak kullanılan otelin bir odasında dinlediklerim dehşet verici.
Amerikalı yarbay duvardaki harita üzerinde Türkiye’nin Güneydoğusu’nu ve Kuzey Irak’ı işaret ediyor.
Avucunu o coğrafyada dolaştırırken şöyle diyor:
‘Savaş bitecek. Amerika Irak’tan çıkacak. Giderken silahlarının büyük bölümünü bırakacak.
ANTALYA/Kemer Fransız tatil köyüne (Club Med) büyük bir Harley Davidson’cular grubu geldi. Ankara, İstanbul, İzmir ve diğer şehirlerden Harley Davidson tutkunları.
Eşleri de onları otomobillerle izliyorlar.
Tatil köylerinde yerel renkler diye çoğu kez beşinci sınıf uyduruk göbek dansçıları, yağlı güreş özentileri gösteri yapar.
Doğrusu propaganda değil “karşı propaganda” etkisi izlenimleri alırım.
Yıllar önce dünyanın bütün Club Med’lerinde Mustafa Sandal’ın “onun arabası var” şarkısı karşılama müziği olarak çalınıyordu.
Mustafa Sandal da “onur konuğu” olarak çağrılmıştı.