Havada “barut” kokusu var. Ankara’da “Kandil” için bir “güzellik(!)” paketi hazırlandığı hissediliyor.
“Artık sözün bittiği yerdeyiz” kelimeleri “şifre” değil “şifrenin bittiği yer” olarak okunmalı.
Türkiye elindeki kartları açıyor.
“Demokratik çerçevede Kürt açılımı” diye bir girişimi başlatan, “böylece kanın duracağı” sözünü veren bir hükümet, sonunda akan kan debisinin tavan yaptığı bir süreçle karşı karşıya kalmışsa bir şeyler yapmak zorundadır.
Her gün karakollarının, askeri üslerinin PKK tarafından basıldığı, güneşin her sabah şehit bedenlerinin üzerine doğduğu, büyük kentlerde bombaların, mayınların patladığı bir Türkiye manzarası ağır sorumluluktur.
Uzun süre taşınamaz bir yüktür.
Toplum sorgular, cezayı keser.
Ertuğrul Özkök “gırtlak 9 boğum” retoriği gereği dilinin ucuna gelip gerisin geriye yuttuğunu dile getirdi.
Özellikle “Ege”den başlayarak dalga dalga insanlarımızın içlerinden püsküren “lavları” Hürriyet’teki köşesine döktü.
Gerçekten artık “gına” geldi.
Elbette kimse güzel ve yalnız ülkemizin bölünmesini istemez.
Ama...
Gerçekten...
“Kabak tadı” verdiler.
Medyanın bir kesiminde Anayasa Mahkemesi üyesi Fulya Kantarcıoğlu için “ret cephesi” açıldı.
Eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ile yaptığı iddia edilen bir telefon konuşması o “ret cephesi” tarafından “karar temayülü açıklamak” olarak yorumlanmakta.
Fulya Kantarcıoğlu bu yoruma karşı gereken izahı yaptı.
Samimi olduğuna inanıyorum.
Çünkü...
Onun karakterini bilirim.
Anlatayım.
Türkbükü’nün “sesler omleti”nden gereğince uzak ama oraya uzanmak isteyenler için de yeterince yakın bir “Bodrum nişi” KUUM...
Ay bakır bir tepsi gibi dağların üzerine asılmıştı.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile İsrail Sanayi ve Ticaret Bakanı Bünyamin Ben Eliezer’in bir otel odasında “gizli” buluşmaları Türkiye’yi ve İsrail’i karıştırdı.
“Kim kimi arayarak bu görüşmeyi önerdi?”
Bu da tartışılıyor.
Kimse yadırgamasın...
Elbette bu “gizli buluşma” siyaset gündeminde ilk sıraya oturacak.
Karşılıklı bunca “efelenme” olduktan sonra “çaktırmadan” otel odasında “halvet” konuşulmaz mı hiç?
Kamuoyu önünde “ulu orta sallamak” ama otel odasında “buluşmak” iç politika batağına çekiverir adamı...
Bu köşenin devamlı okuyucuları bilirler. “Tekzip” konuğumuz olmaz.
Gerçeği araştırırım.
Hukukçu olduğum için de özenle irdelerim.
48 yıllık gazetecilik yaşamımda toplam tekzip sayısı 5’i geçmez.
Zaten...
Yazımdaki satırlara bir cevap ya da düzeltme metni gelirse ilke olarak hemen yayımlarım.
Yanlışım varsa özür dilemekten yüksünmem.
Önce “Kürt açılımı...” Ardından açılımın adı “demokratik açılım” oldu.
Sonra...
“Milli birlik ve bütünlük açılımı...”
Bu 3 evre bile geri adımları göstermekte.
Birincisi “ayrımcılık” gibi algılanmıştı.
“Habur’dan PKK’lıların zafer işaretiyle giriş görüntüleri” de tüy dikmişti.
Kamuoyu araştırmaları iktidar oylarının kaymakta olduğunu gösteriyordu.
Aşağıdaki satırların yansıttığı izlenim henüz çok yeni...
Yansıtıyorum...
Hakkâri’ye seyahatimizin başlangıcı, Van havaalanından itibaren gerçekleşti. Taksi şoförü köy boşaltmalar sonucu şehre zor koşullarla geldiğini ve Van’daki eski belediye başkanının, (X) ailesiyle birlikte yaptığı mega yolsuzluklardan bahsetti.
Van şehri tarihsel baktığınızda eski bir Türk şehri.
İlk göç Kemal Atatürk’ün göç iltica talebini kabul etmesiyle birlikte gelen Azerbaycan’dan Kürt Kinyas Kartal’ın büyük aşireti.
Sonra çevredeki Kürt köylerinin gerek ekonomik gerekse zorunlu boşaltılmaları nedeniyle şehir yoğun nüfus akışına maruz kalıyor. Hakkâri’den farklı nitelikte... Bir bakıma AKP yolsuzluk zafiyeti nedeniyle şehri BDP ve ekibine teslim etmiş durumda. Gene de Van’ın serhat şehri özelliğini koruduğunu ifade edebiliriz.
Hakkâri yolunda birkaç defa refakatçılarımız bizi şehre sokmak konusunda tereddüt gösterdiler.