Ancak...Sonuç alınamadı. Medya karşısında "husumet andı" söylemini telaffuz etmek istemiyorum ama "ittifak" oluşmuş görünüyor.Muhalefet de ne yazık ki aynı mevzilerde...Ne hazin...Oysa... "Konuşan Türkiye", "Sesi kesilmemiş demokrasi" gün gelir hepsine lazım olur. Oktay Ekşi'nin "sözcüklerle çizdiği manzara" kendisinin tanık olduğu bir ibret verici toplantıyı yansıtıyor.Aynen sunuyorum...Tek kelime eklemeye gerek yok. .................................. Bu anlayış oradayken işimiz zor... (Oktay Ekşi, Hürriyet, 14 Mayıs 2005)BU bir hayal kırıklığı yazısı... Bu 'Demokrasi gömleğe benzer, kirlenince çıkartır atarsın' anlayışı ile onu özümseyen anlayış arasındaki farkı gösteren bir örneği anlatma yazısı... Biliyorsunuz, bir süredir kamuoyunda yeni Ceza Yasası'nın hukukumuz açısından bir modernleşme adımı mı teşkil ettiği yoksa dili ve sistemi bozuk, sayısız sakıncalar doğuracağı belli, uygulanma kabiliyetinden mahrum bir düzenleme mi olduğu tartışılıyor.Bu sorunun yanıtını bu yasa fiilen uygulanmaya başladıktan yani 1 Haziran 2005'ten sonra birlikte öğreneceğiz. Oysa iletişim (basın, ifade) özgürlüğü açısından ne kadar sakıncalı hükümlere sahip olduğunu şimdiden biliyoruz.İşte o
Yaz sonunda Almanya'da yapılacak seçimlerde iktidarı Schröder'den devralması beklenen Angela Merkel'in "değişeceği" kanısında."Sorumlu ve yetkili olduğunuz zaman farklı düşünüyorsunuz. Muhalefetteyken söylenen sözler, büyük ölçüde geçerliliğini kaybediyor" dedi.Bu saptamada gerçeklik oranı yüksek.En azından Türkiye'de de AKP iktidarı, muhalefetteki söylemlerini sürdürebiliyor mu?Örneğin... "Başörtüsü/türban" gibi duyarlı ve en iddialı olduğu konuda bile muhalefetteki söylemleri buzluğa konulmadı mı?.........................Yani...Merkel, seçildikten sonra Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği konusunda "karşı tavrından" geri adımlar atacak mı?Bu konuda hiç kimse iyimser değil.Almanya'daki Türkiye Araştırmalar Merkezi Başkanı Dr. Faruk Şen'e göre, "Durum hiç de iç açıcı değil."Anlatıyor:"Angela Merkel aslında karizmatik bir siyasetçi sayılmaz.Kamuoyu araştırmalarına göre kişisel olarak Schröder'i destekleyenlerin oranı yüzde 51... Merkel'in desteği ise, yüzde 34'te kalıyor.Buna karşılık ikisinin siyasi partileri için oy oranlarında durum tersine dönüyor.Schröder'in Sosyal Demokrat Partisi, Merkel'in Hıristiyan Demokrat Partisi karşısında hayli gerilere kayıyor.Merkel, partisini değil,
AB'nin Türkiye için nasıl bir "çağdaşlık" tetikleyicisi olduğunu gösterir. Dünkü Olimpiyat Stadı, Paris'te, Roma'da, Londra'da, Almanya'da maç izlerken sunulan güzellikleri -neredeyse- yakalamıştı.Önce... Daha dışarıda düzen vardı; işaretler, otoparklar, insan gibi muamele... Çiçek, ağaç gene hak getire, çoraklık berdevam ama buna da şükür. Çadırlar kurulmuştu. Sandviçler, içecekler, bayraklar, sohbet... Seyirciler, kışlaya değil, futbol maçına girmenin keyfini daha dışarıda yaşıyorlardı. Turnikeler önünde yığınlar yoktu.Ok işaretleri ve numaralarla yönlendirme sağlanmıştı. Konsere girer gibiydi.Merdivenler insan kümeleriyle tıkanmış değildi. Tuvaletler temizdi. (Hiç değilse uzun süre...)Tribünlere açılan ortak mekânlara büfeler kurulmuştu.Her çeşit yiyecek içecek...Ve bunlar için -bazı bölümlerde- ayrıca ödeme yapılmıyordu. Avrupa'da olduğu gibi bilet ücretleri üzerine bir ilave fon konulmuştu, yeme içme her şey bilet ücretlerine dahildi.Yani, taraftara, seyirciye saygı vardı..........................Futbol, sadece sahada oynanan 90 dakika değildir. Keyfi, tartışmaları ve takılmaları karşılaşmadan günlerce önce başlar. Ve haftalarca sürer... Stada giderken ve maç öncesi stat
Medeniyetler çatışması" teorisiyle küresel çapta tartışmayı başlatan Profesör Samuel P. Huntington, böyle bir girişe neden gerek duymuştu?Dün İstanbul Swissotel'in Fuji Salonu'nu onu dinlemek için dolduranlar, bu sorunun cevabı için çeşitli olasılıkları konuştular.Galiba en doğrusu şuydu:"Eşinin Ermeni olduğunu kendisi dile getirmeseydi, ilerleyen dakikalarda, soru/cevap bölümünde bu gerçek zaten önüne konulacaktı. İslamla Batı arasında uygarlıklar çatışması tezi oluşumunda eşinin Ermeni olduğu gerçeğinin katkısı sorgulanacaktı. Huntington bu özelliği, kendisi vitrinine koydu."Diplomaside bir söylem vardır: "İtiraf edilen şey, yarı yarıya hoşgörülmüş sayılır..." (Faute avouÈe est ç demi pardonnÈ.) Huntington da bunu yaptı.Her neyse... Böyle ilişkiler gene de etkili olabiliyor...........................Dünyanın en saygın üniversitelerinden biri olan Harvard'da tarih bölümü başkanlığı önemlidir. Teorileri ve görüşleri "eşi Ermeni'dir" söylemiyle devalüe edilemez.Ama... Onun, konuşmasına başlarken uyguladığı yöntemi, ben de yazımın başında uyguladım. Nedeni sonraki satırlarda.............................Huntington, bundan önceki kitabında "uygarlıklar çatışmasının kaçınılmaz olduğunu
Futbol yıldızları, teneke bir kulübede, yoksul bir ailede işte bu öpücüklerle doğarlar. Çocuklukta, gün batana, top görünmez olana dek varoşların çıkmaz sokaklarında top koşturarak geçer yılları...Sonra... Becerileri tribünlerde depremler yapar, beceri pırıltıları, yeşil sahayı gündüze çeviren projektör ışıklarıyla yarışır.Top, futbol yıldızına gülücükler dağıtarak gelir.Yıldız da topa güzel sözler söyler, onunla flört eder. Çalımlar, topuk pasları, röveşatalar, kafaya yükselişler, vuruşlar onun topla dansıdır.Ve fileyle seviştirir.Fener'de böyle iki, "yazgı değiştiren yıldız" var.Önce Alex... FB'yi şampiyon yaptı. Tıpkı, geçen yıl da Pierre Van Hooijdonk'un Sarı-Lacivertli renklere lig kupasını armağan etmesi gibi...Sarı-Lacivert 12. oyuncu taraftarsa, 24 gol ve 12 asistlik bir Alex, 13. oyuncu."13 mü?.."Belki 14 ve 15. de...GS onlar yüzünden şampiyon olamadı ama ikisinden de "güzel futbol şölenleri" izledik.Hem futbollarıyla hem de hiç çamurlaşmayan efendilikleriyle örnek oldular. .......................Neden Galatasaray'da bir Alex, bir Hooijdonk yok?Çünkü...Napolyon'un sihirli formül diye nitelediği "para" yok.Yönetim iyi mi?Buna kim "evet" cevabını verebilir?Birinin diğerini
Onun böylesine güven kazanmasının simgesi, milli mücadelenin ilk yıllarında Sivas'taki bir "gaz lambası"dır. Bu öyküyü, "gaz lambası"nın değil, "ampul"ün simge olduğu 2005 yılı 19 Mayıs gecesi okudum. Satırların yaptığı çağrışımı, yazının sonlarına bırakıyorum. Bakalım size de aynı çağrışımı yaptıracak mı?.........................Altemur Kılıç, "KILIÇ'tan KILIÇ'a" adlı kitabında (*) babasının asıl adının Asaf olduğunu, I. Dünya Savaşı'nda genç subay olarak çarpıştığını ve savaş sonrası Azerbaycan'dan İstanbul'a döndüğünü anlatıyor.2 genç subay arkadaşıyla, "Birlikte ne yapabiliriz?" diye düşünüyorlar ve karar veriyorlar. Orta Asya'da bulunan Enver Paşa'ya katılacaklardır. İttihat ve Terakki günlerinden tanıdıkları cemiyetin muhasibi, Akhisar'daki Galip Hoca'ya (Celal Bayar) giderler. Ondan yol parası isterler."Parayı vereyim, Orta Asya'ya gidin... Enver Paşa'ya katılın ama geri dönünce acaba Anadolu'yu yerinde bulacak mısınız?" sorusuyla karşılaşırlar. Celal Bey, "Bana kalırsa siz Sivas'ta Mustafa Kemal'e iltihak edin (katılın)" der. Böylece üç genç subay, Mustafa Kemal'in Sivas'taki karargâhına varırlar.Ne var ki Mustafa Kemal, "onların, Enver Paşa'nın adamları
Nereden nereye!.. Onunla karşı karşıya geldiğimde üzerinde açık mavi ipek janjanlı bir takım vardı. Beyaz ipek gömlek ve Leonard marka daha çok Erbakan ve arkadaşlarının rüküşlük simgesi eflatun cart sarı ve açık mavi renklerden oluşan Lotüs çiçekli bir kravat...Açık mavi çoraplar...Topukları yüksek ve sivri burunlu lacivert renkli, timsah derisi mokasenler...Koltuğunun hemen yanında ayakkabısıyla takım timsah derisinden lacivert bond çanta duruyordu.Böyle giysiler New York, Paris, Londra'da kulaklarından dolar taşan Ruslar ve Araplar için özel mağazalarda ya da Arap petrol zenginlerinin görkemli yatlarını demirledikleri Fransa Riviera'sındaki Cannes ve Saint-Tropez gibi kentlerin sahildeki -sadece parası bol görgüsüz müşterilere odaklanmış- butiklerinde satılır.Süveterler, çoraplar, tişörtler, donlar, fanilalar bile ipek ya da ipek karışımıdır.Ayakkabılar, kemerler, çantalar, cüzdanlar da aynı renk timsah ya da yılan derisi."Fiyatlar uçuşur" diye eklememe gerek var mı?......................Saddam Hüseyin, başkanlığı boyunca Irak'tan hiç ayrılmamıştır.Sadece bir kez Mısır'a gitmiştir. O da kendisini terk ettiğinden kuşku duyduğu eşini Kahire'den Bağdat'a geri getirmek
Böyle şey olmaz.Aynı AİHM için böylesine çelişkili tavırlar koymak hem bunu yapanların kafa karışıklığını gösteriyor, hem de onlar toplumun da kafasını karıştırıyorlar.Tutarlı olmak gerekir. Gerçek şu ki... AİHM, başörtüsü konusunda hep aynı çizgidedir.Türkiye ise, AKP iktidarı ile birlikte Anayasa'nın laiklik ilkesini daha önceki kadar güçlü vurgulamıyor. Örneğin, son duruşmada Türkiye'nin sözlü savunması, başörtü için daha önceki "siyasi İslamın simgesidir" mesajını vermiyor.Buna karşılık yazılı savunma, daha öncekilerle aynı. Yani, sözlü savunmayla tabana verilen mesaj, seçim meydanı nutuklarına çok da aykırı değil.Yazılı savunmada ise, "resmi ideoloji" sürüyor.Vurgu tonunda renk açılıyor..........................Öcalan konusuna gelince... AB'nin ya da AİHM'nin tavırları bir yana, Ankara, bir adada ve dört duvar arasında tuttuğu Öcalan'ın uzaktan kumandayla PKK'yı yönetmesini önleyemiyor. Bir terör örgütü başı, parmaklarının ucunda elektronik kumanda aleti varmışçasına basıyor düğmeye, eylem koyabiliyor.İmralı'nın Bekaa'dan ne farkı kaldı?Öcalan'ın Bekaa'dayken "Türk jetleri alçak uçuş yaparak ansızın vurur, helikopterlerle iner, tutuklar mı?" diye küçük de olsa bir kuşkusu