Öyküsünü anlatayım................................4 minareli bir yağlıboya resim.Ancak... Minareler 45 derecelik açıyla öne eğilmiş. Rampalarında hedefe yöneltilmiş ve ateşlenmeye hazır 4 füze görüntüsünde...Tanrı'nın sevgi dolu mesajlarını çoğaltmak ve yaymak amacıyla tasarlanmış "minare mimarisinin" böyle "füze" görüntülerine dönüşmesi düşündürücü..."İslam adına" iddialarıyla estirilen "terör" rüzgârları, empresyonist bir ressamın fırçasından "füze minare" algılaması ile yansıyor.Bu ilginç resim, Müze Pera'nın 5. katında "genç yaklaşım" sanatçılarının yapıtları arasında..."Yobaz kafa" karanlıklardan uzanıp "caminin kutsallığına saldırı" diye baykuş çığlıkları hiç atmasın. Hatırlatayım. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bir mitingde okuduğu ve yargılanarak hapse girdiği şiirin mısraları neydi?"Minareler süngü,kubbeler miğfer,camiler kışlamızdır.Müminler asker..."Ziya Gökalp'e ait olduğu iddia edilen ama başkasına ait olduğu görüşleri de savunulan bu şiirde, minareler "süngü" olarak yansıtılıyor.Süngü ya da füze... Her ikisi de minareleri silahla örtüştürmüyor mu?..............................Suna-İnan Kıraç'ın Beyoğlu'nda açtıkları Müze Pera'daki bu tablonun adı, "45 derecelik
1- Erken seçim2- Af3- Devalüasyon.Bugüne kadar tersi hiç olmamıştır. Hiç "af" konuşulmaya başlayıp da çıkmadığını anımsıyor musunuz?Cezaevlerinde bu söylem dolaşmaya başlamışsa, kamuoyunda konuşulmuşsa... Artık dönüşü yoktur.Adalet bakanları yalanlar... Başbakanlar "nereden çıktı" derler ama öyle bir rüzgâr, öyle bir basınç alanı oluşur ki, sonunda "af" çıkar.Sonuncusu da böyle çıktı.Bir önceki hükümetin bütün yetkilileri "af yok" dedi.Medya ve sivil toplum örgütleri karşı koydular ama bir bakıldı ki, bu kez de dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit, "affı" söke söke çıkarttırdı.Rahşan Ecevit aslında o söylentinin kaynağıydı da...İlk o telaffuz etmişti.Bir kere telaffuz edilmesi bile yetti.Kamuoyu oluştu.Karşı koyanlar neredeyse "vicdansız" gibi görüldüler."Sosyal bir gerçeklik" ve onun dayattığı "zorunluk" haline geldi.Sonunda bir baktık çıkmış............................"Devalüasyon" da öyledir.Önce söylentisi çıkar, ardından bakanlar, başbakanlar yalanlar.Hatta Merkez Bankası başkanları da suyuna tirit açıklamalarla "böyle bir durum yok" derler.Bu arada gazetelerin ekonomi sayfalarında, yabancı basında "TL'nin olması gereken değeri ile var olan değeri arasındaki
Fransa'da 2007'de yapılacak cumhurbaşkanı seçiminde favori aday Sarkozy'ye belden aşağı vuruluyor. Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olan Sarkozy'yi hiç sevmem ama Sarkozy'ye yapılan şey adiliktir. İşte RADİKAL'de yayımlanan Fransız medyasından satırlar:.........................."Karşılıklı ihanet var Louis adında bir oğulları olan sekiz yıllık evli Sarkozy çiftinin dostlarına dayandırılan rivayetler boşanma nedeni olarak karşılıklı ihanetleri gösteriyor. Publicis Event reklam ajansı direktörü Richard Attias ile birlikte olduğu ve geçenlerde Ürdün'ün Petra kentinde Nobel ödüllü aydınların katıldığı forumda buluştukları öne sürülen Cecilia'nın da elinde, eşinin kendisini defalarca aldattığını gösteren kanıtlar bulunduğu söyleniyor. ..........................Sarkozy çifti de krizde Fransa'da 2007 cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda Jacques Chirac'ın halefi olacağına kesin gözüyle bakılan ve Türkiye'nin AB üyeliği karşıtlığıyla tanınan iktidardaki Halk Hareketi Birliği (UMP) lideri Nicolas Sarkozy'nin aşk hayatı yolunda gitmiyor. Fransız basınına göre Sarkozy, eşi Cecilia ile ciddi sorunlar yaşıyor. France-Soir gazetesi dün yayımladığı haberde, Sarkozy'ye yakın bir isme atfen çiftin
Türkiye gibi Fransa'da da cumhurbaşkanının 7 yıllık görev süresi 2007'de doluyor. Yeni cumhurbaşkanının seçimine daha 2 yıl var. Ama... Fransa'da en "sıcak" tartışma konusu, "Sarkozy'nin cumhurbaşkanlığı adaylığı..." Türkiye'nin AB üyeliğine karşıtlığı nedeniyle iyi tanıdığımız Sarkozy daha geçen yılın ortalarında "Başkanlık yarışında varım" mesajını vermişti.Chirac ona karşı tavır koymuştu. Hatta Sarkozy'nin burnunu sürtmek için AB Anayasası'nı yasal gerek olmadığı halde referanduma sundu.Son referandum, Fransa'da "Chirac'ın yenilgisi" olarak yorumlandı. "İstifa etmesi ve öne alınmış cumhurbaşkanı seçimleri" bile istendi.Chirac kendi yerine oynayan Sarkozy'yi yeni hükümetin başbakanlığına getirmedi ve bir bakanlık vermekle yetindi.Fransa medyası, siyaset çevreleri ve kamuoyu bütün bunları "2007 cumhurbaşkanı seçimlerinin şimdiden başlamış savaşımı" olarak yorumluyor ve tartışıyor.Ve Fransa'da hiçbir bakan bu tartışmaları "vatana ihanet" ve "belirli odakların tezgâhı" diye tanımlamıyor..............................Aslında 2007 cumhurbaşkanı seçimi "yanlış noktadan depar almış ama doğru kulvarda süren bir koşu" görünümünde.Çünkü, Anayasa'da ve yasalarda olmayan bir "yasak"
Ünlü para sihirbazı Soros da aramızda ama söyleşi Türkçe olduğu için -Allahtan- anlamıyor.Sorun şu: "Hükümetin bu Suriye ısrarı neden?" Bir dizi "gerekçe" tahmini yapılıyor ama hiçbirinin mantık geometrisi oturmuyor.Masaya uğrayan ve Erdoğan'ın gezisine de katılmış bulunan bir eski diplomat gülümseyerek, "ABD Suriye'nin izole edilmesine katkıda bulunun mesajını vurguladıkça onlar da Suriye'nin Lübnan'dan geri çekilme sürecini Ankara'nın başlattığını söylüyorlar" diyor. Dinleyenlerin de yüzünde bir tebessüm belirince, "Üstelik söylediklerine inanıyorlar da" diye ekliyor..............................Bir başka görüş şöyle dile getiriliyor:"PKK'nın kökleri İran ve Kuzey Irak'tan besleniyor. Ankara'nın kaygısı, PKK'nın eskiden olduğu gibi Şam'ın himayesinde Suriye'de üslenmesi ve Suriye'den de Anadolu'ya geçmesi olabilir."İtirazlar oluyor:"Suriye sanki Türkiye'ye dostluk olsun diye mi Öcalan'ı ve PKK kamplarını gönderdi? Hayır...Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Ateş Paşa ile başlayan ve hiyerarşik düzende dönemin Cumhurbaşkanı Demirel'e kadar uzanan 'Türkiye'nin, Apo'yu hudut dışı edin. Bunu yapmamanızı savaş hali sayacağız' söylemleri sonunda, Şam, onları kovmak zorunda kalmıştı.
Mikonos (Mykonos) bunun bir örneği...Başka bir zaman boyutunda yaşanıyor.Yaşam önce kafelerde başlıyor.13.00 dolaylarında afyon patlatmak için mis kokulu kahve...Kahvaltı 14.00-14.30'da...Daha sonra harikulade kumsallar, koylar, kristal gibi turkuaz pırıl pırıl su...Sürekli içki servisi ve plaj partisi... En güzel plajı ikiye bölünmüş... Birinde erkekler(!), diğerinde kadınlar(!) Böyle ayrımcılığı olmayan sıradan dünyalılara zaten Ada'nın tümü açık.21.00 dolaylarında otellere dönüş.Duş, belki yarım saat-bir saat siesta... Gece için hazırlık... O saatlerde Mikonos sokakları boş. Sanki görüntü donmuş...12.00'ye doğru ada birden hareketleniyor.Yemek ve disko...Sabah 4 dolaylarında plajlara yeniden akın başlıyor. Sabaha kadar içki, dans... Plajlarda sevişen çiftler... Ve deniz... Sabah 9'a kadar böyle sürüyor. .............................Mikonos'ta sanki zamanın ayağı kaymış ve başka saatlerin yaşandığı bir 24 saat................................Mikonos, zaman kavramı kadar, yaşam kavramı da satıyor.Bir coğrafyada turizm, ancak tarih, sanat ve kültür tabanı üzerinde yükseliyorsa tutulur.Mikonos da sadece "seks/içki"nin adası olarak algılanırsa, yüzeysel yaklaşım olur. Mikonos,
Yani... 1 Mart tezkeresi Meclis'ten geçseydi ve TSK Kuzey Irak'ı tutsaydı...1- Türkiye'nin savaşa katılmadan ve sınırların ötesine geçmeden verdiği şehit sayısından daha az olabilirdi. Hiç tartışmasız gerçeği, İngiliz askerlerinin can kaybı rakamı ortaya koyuyor. ...........................Okuyucu notlarından bir başka yaklaşım da şöyle:"Türk askerlerinin ve subaylarının başına çuval geçirilmesi ile başlayan ve Başbakan'a randevu konusunda Beyaz Saray'ın ayak sürümesine kadar uzanan -prestij erozyonu- olmazdı."2- Türkiye, hâlâ kırılan vazo parçalarını Washington'da bir araya getirip bütünleştirmeye çalışıyor.Beyaz Saray ise, "Yapıştır... Bakalım bir şeye benzeyecek mi? Seni izlemeye devam edeceğim" havasında...1 Mart tezkeresi geçseydi, ABD'nin stratejik ortağı, Kuzey Irak Kürtleri değil, Türkiye olabilirdi.Kırmızı çizgilerde hafıza kaybı yaşanmazdı. Kerkük, Musul nüfus kütükleri tahrip ve tahrif edilmezdi.Türkiye'de eğer ABD'ye karşı rüzgârlar esiyorsa, bunu, Başbakan Erdoğan'ın "Irak'ta şehit olan Araplar" söyleminden öte, Türk subay ve askerlerinin başına çuval geçirilerek, adeta paketlenerek tutuklanmasında aramak gerek.ABD ile yeniden ilişkileri düzeltmek ve hataları onarmak
Böylece AB için Kopenhag kriterleri, ekonomi için IMF kriterlerinden sonra bir üçüncüsü daha...Bir gözüyle AB'nin, diğer gözüyle IMF'nin yeşil ışığını gözlerken, Uzakdoğu öğretilerinde görünmeyen ama alnında var olduğu söylenen "3. gözü" ile de Beyaz Saray'ın ışıklarını mı gözleyecek?İki eliyle üç topu havada döndüren gösteri ustalarına "jonklör" denir.Ankara'daki yönetimlere bir tür "siyasi jonklör" sanatçısı rolü düşüyor.Zor iş...Alnında var olduğu kuşkulu bir 3. gözle Atlantik'in ötesindeki beyaz evin ışıklarını görebilmek... İki eliyle üç topu havada çevirebilmek... Durmak yok. Durursa, toplardan biri yere düşer.Sıfır hata... Aksi halde top yerde...Burada gösteri rolü, Erdoğan'la örtüşüyor değil.Senaryoda Türkiye'ye verilmiş olan işlev.Ankara'da kim yönetimde olursa olsun, beklenti böyle............................Usta jonklör, toplardan birini yere düşürmez.Kendi iradesiyle, oyunun sonuna geldiğine karar verir, bir bakarsınız art arda bir eliyle topları havada yakalar ve kıvrılmış olan kolunun dirsek içine koyar, selamını verir, alkışlarla çekilir.İşte beklenen şey, bu ustalıktır.Sorumluluğun gereğidir. Siyasette de bu uluslararası topları çevirebilmek ve herkeste olmayan bir