Bankalar mevduat olarak topladıkları TL veya dövizin tamamını kasalarında tutamaz, tamamını kullanamazlar. Bugüne kadar topladıkları her 100 Türk Lirası’nın 5 TL’sini, topladıkları her 100 doların 10 dolarını Merkez Bankası’na yatırmak zorundaydılar.
Bankaların topladıkları mevduattan Merkez Bankası’na yatırmak zorunda oldukları para miktarına “Zorunlu Karşılık Oranı/Kanuni Karşılık Oranı” deniliyor. Kanuni karşılık yüksek olursa, bankaların mevduat olarak topladıkları Türk Lirası ile dövizden daha azı kasalarında kalır. Bu durumda (1) Bankaların topladıkları mevduatın maliyeti yükselir. (2) Bankaların kredi olarak kullandırabilecekleri paranın miktarı azalır. Böylece Merkez Bankası piyasadan Türk Lirası ve döviz çekmiş olur.
Normale döndük mü?
Normal olarak Merkez Bankası “Zorunlu Karşılık” oranlarını ekonominin ısındığı dönemde yükseltir. Ekonomiyi ısıtacak para miktarını azaltır. Yatırımların, üretimin, tüketimin yavaşladığı, piyasanın durgunluğa girdiği dönemlerde ise Merkez Bankası Zorunlu Karşılık oranlarını düşürerek, piyasaya TL ve döviz çıkmasını sağlar. Krizde Merkez Bankası Zorunlu Karşılık oranlarını düşürmüştü.
Dün ise “Artık kriz bitti” diyerek,
(1) TL
Ipsos KMG araştırma grubu perakende satış yapan işyerlerindeki kasa fişlerini değerlendirerek, hem hane halkının toplam harcamalarını hem de toplam harcama içinde hangi mallara ne kadar para harcandığını izliyor.
Bu izlemede aylık ve yıllık değişim ortaya çıkıyor. Mevsim ve takvim etkisi nedeniyle aylık değişimleri değerlendirmek zor oluyor. Fakat yıllık değişimlerde son 12 ay, bir önceki 12 ay ile karşılaştırıldığında daha sağlıklı bilgilere ulaşılabiliyor.
2009 Eylül-2010 Ağustos dönemi, bir önceki 12 aylık dönemle karşılaştırıldığında görülüyor ki,
- Sabit fiyatlarla (enflasyondan arındırılmış fiyatlarla) son 1 yılda gıda ve içecek harcamaları sadece yüzde 1 oranında artmış.
- Et, yağ ve alkollü içecek harcamaları gerilemiş.
- Buna karşılık üst gelir grubunun kişisel bakım ürünlerine yaptıkları harcamalar yüzde 9 oranında büyümüş.
Bir büyük hamburger zinciri ile bir büyük et işleme tesisi sağlığa zararlı gıda maddesi üreten ve satan firmalar listesine girmeseydi, Türk halkı salmonella ve listeria bakterisi içeren et ve et ürünlerini yediğini öğrenemeyecekti.
Tarım Bakanlığı denetçileri 21.172 firmayı denetlemiş. 1.171’inin sağlığa zararlı ürün ürettiği belirlenmiş.
Kullandığı ve ürettiği etlerde bakteri bulunduğu için isimleri her gün gündeme gelenler, bu 1.171 firmanın sadece 2’sidir. Kalanlar sağlığa zararlı ne üretiyor, ne satıyor? Sağlığa zararlı gıda maddesi ürettikleri, sattıkları belirlendi de ne oldu? Biz bu sağlığa zararlı gıda maddelerini yemeye devam ediyor muyuz? Bilemiyoruz.
Sağlığa zararlı olduğu söylenen salmonella ve listeria bakterileri nasıl bakterilerdir? Sordum, soruşturdum, bu bakterilerin ne olduğunu öğrenmeye çalıştım.
Salmonella insan ve hayvanların sindirim sistemi florasında bulunabilen bir bakteri. Pişmemiş olan çiğ etlerde, tavuklarda ve yumurtada bulunma olasılığı mevcut. Pişirilmeden yenen bazı gıdaların, mesela meyve ve sebzelerin çiğ et ile teması sonrasında çapraz bulaştırma sebebiyle de insanlara bulaşma olasılığı var. Gıdalarda yüksek oranda bulunduğunda hastalık
Altın fiyatları yükseliyor diye bir haber duyduğunda Ayşe Hanın Teyzem’in yüreği pat pat etmeye başlıyor ve soruyor: ”Üç kuruş param var... Paramın hepsi ile altın mı alayım?
Dün Cumhuriyet altınının 416 liraya çıktığını duyunca Ayşe Hanım Teyzem gene heyecanlanmış.
İyi de... İnen çıkan altın fiyatlarından Ayşe Hanım Teyzem nasıl para kazanacak ki?
Ayşe Hanım Teyzem Cumhuriyet altını alacak. Sonra bekleyecek ki, Cumhuriyet altınının fiyatı yükselsin.
Cumhuriyet altınının fiyatı nasıl yükselecek (1) Önce dünyada altın fiyatları artacak. (2) Sonra Türkiye’de dolar fiyatı ucuzlamayacak. Ya sabit kalacak ya yükselecek.
O zaman Cumhuriyet altınının da fiyatı artacak. Ucuz alınan Cumhuriyet altını, yüksek fiyatla satıldığında, bir miktar getiri sağlayacak.
İstanbul Altın Borsası’nda işlem gören altının onsu 2005 yılı sonunda 513 dolar iken, 2006 yılı sonunda 634 dolar, 2007 yılı sonunda 834 dolar, 2008 yılı sonunda 855 dolar, 2009 yılı sonunda 1.097 dolar olmuştu. Haziranda 1.242 dolara kadar tırmandı. Temmuzda 1.174 dolara indi. Dün ise altın 1.283 dolardan işlem gördü.
Tarım Bakanlığı “şehirli”ye ucuz et yedirmek çabasında, Türkiye’de hayvancılığı öldürüyor. Ucuz ithalat kapısı önce canlı kesimlik hayvan için açıldı. Ardından canlı kurbanlık koyun ithalatı gündeme geldi. Geçen hafta sonu Bakan “iftihar ile müjdeyi verdi”: Kesilmiş et ithalatı başlıyor. Hiç merak buyurulmasın yakında donmuş et ithalatına da izin verilecek.
Bir yanda dolar fiyatı ucuz. Öte yanda dış piyasalarda canlı hayvan ve dondurulmuş et stokları büyüyor. Bu durumda bizim hayvan üreticilerimizin ithalat karşısında yaşamlarını sürdürmeleri imkansızdır. Tarım Bakanlığı’nın bu yanlış politikalarının arkasında ne var? Şehirliye ucuz et yedirme arayışı var.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e bizim için önemli olan “şehirli”nin memnuniyetidir. “Zürra” diye adlandırılan ve köylerde yaşayan ziraat ile meşgul olan, ekip biçen, hayvancılık yapanlar önemsenmez. Onlar nasıl yaşıyor, dertleri nedir, para kazanırlar mı? diye düşünen olmaz. Çünkü onların sesi çıkmaz. Onlar hem gözden, hem gönülden uzaktırlar.
Şehirliyi memnun etmek isteyenler eskiden sadece “ekmek fiyatını” düşük tutmaya çalışırlardı. Yıllarca bu nedenle köylünün yetiştirdiği buğdaya para verilmedi. Köylü buğday ekmekten vazgeçer
Mağazaya girdim. Tezgah üzerindeki porselen çay kahve takımları dikkatimi çekti.
Bembeyaz, yabancıların "fine porcelaine" dedikleri ince porselenden üretilmiş. Şekilleri alışılmışın dışında. Satıcı, "Bunlar Faruk Malhan"ın yeni tasarımı. 'İstanbul' serisi cam çay fincanlarından sonra şimdi de porselen çay takımı ile kahve fincanları tasarladı" dedi.
Japonlardan öğrendim. İyi porseleni iki elinizin arasına alacaksınız.
Önce parmaklarınız ile porseleni kavrayacaksınız. Eğer parmaklarınızla dokunmak size bir hoşluk veriyor ise, iki avucunuzun arasında bir süre tutacaksınız. Yavaş yavaş okşayacaksınız. Kaliteli, ince porseleni okşamak, avuçlarınızın içinde hissetmek sizi rahatlatacaktır. O an başka düşüncelerden kurtulacaksınız, bambaşka dünyalarda (kısa süre de olsa) dolaşacaksınız.
Japonlar evlerinde çay ikram ederken, porselen bardaklara çayı boşaltmadan önce çay içecek olanlar, porselen çay bardaklarını ellerine alır, çaydan önce porselenin keyfini yaşar.
Ben de Japon usulü porselen çay fincanını elime aldım. Şekli kadar porselenin kalitesi de hoşuma gitti. Tabak olsun, fincan olsun, bardak olsun hoşuma giden porselenleri kimin ürettiğini öğrenmek için ters çevirir,
2010 yılının 12 ayında bütçe açığının 50.1 milyar TL olması bekleniyordu. İlk 8 ayda bütçe açığı 14.3 milyar TL olarak gerçekleşti. Yılsonunda 25 milyar TL dolayında kalabilir.
Açığın küçülmesinin nedeni bütçe gelirleri yüzde 20.4 artarken harcamalardaki artışın yüzde 6.8 oranında kalmasıdır.
Bu çok iyi bir gelişmedir.
- 2010 yılının 12 ayında döviz açığının (cari açığın) 18.0 milyar dolar olacağı varsayılmış, Orta Vadeli Program’ın 2010 yılı dengeleri buna göre kurulmuştu. Yılın ilk 7 ayında cari açık 24.2 milyar dolara ulaştı. Yılsonunda açık 40 milyar dolara ulaşabilir.
Bu ise hiç de iyi olmayan bir gelişmedir.
Döviz açığının (cari açığın) büyümesi iyi bir gelişme değildir, ama bu sayede bütçe açığı küçülüyor.
Çok kişi (bu arada Ayşe Hanın Teyzem) merak ediyor. Ekonomi yılık ilk 3 ayında yüzde 11.7, ikinci 3 ayında yüzde 10.3 büyüdü. Büyümede Çin ile yarışıyoruz. Dünya bize hayran... İyi de bu büyümenin nimetleri halka neden yansımıyor? Artan gelir kimin cebine giriyor?
Özet olarak neyin ne olduğunu anlatayım:
1) Büyümüyoruz. Krizde indiğimiz çukurdan çıkıyoruz. Henüz tam olarak çıkamadık.
Büyüme, sabit fiyat ile milli gelir artışından izlenir. 1998 yılı sabit fiyatları ile yılın ilk 6 ayındaki milli gelir rakamları şöyledir:
- 2008 49.5 milyar TL
- 2009 44.4 milyar TL
- 2010 49.0 milyar TL