Ekonomi son 3 ayda yüzde 10.3, son 6 ayda yüzde 11.0 büyüdü. Neye göre büyüdü? Geçen yılın aynı dönemlerine göre büyüdü.
- Geçen yılın ikinci 3 aylık döneminde (Nisan-mayıs-haziran aylarında) ekonomi (2008 yılının aynı dönemine göre) yüzde 7.6 oranında küçülmüştü. Bu yılın ikinci 3 aylık döneminde (geçen yılın aynı dönemine küçülen milli gelire göre) yüzde 10.3 büyüdü.
- Aynı şekilde geçen yılın ilk 6 ayında yüzde 12.2 oranında küçülen ekonomi, bu yıl (geçen yılın ilk 6 ayına göre) yüzde 11.0 oranında büyüdü.
Oranlara bakılarak neyin ne olduğu anlaşılmayabilir. Büyüklüklere bakmak daha iyi olur. Milli gelir belli bir dönemde (3 ayda, 6 ayda, 12 ayda) ülkede üretilen mal ve hizmetlerin parasal (katma) değerinin toplamıdır. Enflasyon etkisini yok etmek için rakamlar 1998 yılı sabit fiyatına dönüştürülerek değerlendirilir.
- Yılın ikinci 3 aylık döneminde 2008 yılında yaratılan milli gelir 25.2 milyar TL idi. 2009 yılında 23.2 milyar TL’ye indi. Bu yılın ikinci üç ayında 25.7 milyar TL oldu. Demek ki bu yılın ikinci 3 ayındaki üretim ile kriz öncesi rakamı yakalamış durumdayız.
- Yılın ilk 6 ayında yaratılan milli gelir 2008 yılında 49.6 milyar TL idi. 2009 yılında bu
AKP yandaşı olsun olmasın, Sayın R. T. Erdoğan’ı sevsin sevmesin işadamları, evet oylarının çokluğu karşısında rahatladı. Büyük bir sermaye grubunun temsilcisi referandum sonuçlarını bu sözlerle değerlendiriyor.
Ve ekliyor: ”Eğer ‘hayır’ oyları daha fazla olsaydı, pazartesi piyasalarda ‘kaos’ yaşanırdı. Çünkü iş âlemi her gün adımını yarınları, geleceği düşünerek atar. ‘Hayır’ oylarının çokluğu gelecek için belirsizlik yaratırdı. Seçimler konusunda tereddütler oluşurdu. Önce R. T. Erdoğan’ın sinirleri gerilir, daha sonra ülkede politik tansiyon yükselirdi. İnsanlar, yerli ve yabancı iş çevreleri bırakınız orta dönemi kısa dönem için bile riske girmekten çekinmeye başlar, harcamaları kısardı.
Siz bakmayınız iş çevrelerinin şikâyetlerine... Şöyle veya böyle her işadamı, mevcut duruma göre pozisyonunu almış durumda. İşini yürütebilen yürütüyor. Eğer ‘hayır’ oyları çoğunlukta olsaydı, her işadamının düzeni şöyle veya böyle bozulacaktı.” İş camiasının önde gelenlerinden biri olan, çevresi geniş bir işadamı bunları söylüyor. Sayın R. T. Erdoğan, oylama öncesi TV‘deki konuşmalarından birinde, İstanbul sermayesi ile Anadolu sermayesi ayrımı yapmıştı. İstanbul sermayesinin “evet” yanlısı
Halkımız oy çoğunluğu ile Sayın R. T. Erdoğan’a güvenini ifade etti. Oy verenler anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesine evet demekten öte, Sayın R. T. Erdoğan’a evet dedi. Sayın R. T. Erdoğan’ın ekonomi politikalarının, sosyal politikalarının, dış politikasının, Kürt açılımının halkın büyük çoğunluğu tarafından beğenildiği, desteklendiği görüldü.
Eğer halkın işsizlikten, parasızlıktan şikâyeti olsaydı, herhalde bu sorunlar reye yansırdı. Ekonomiyi rakamlara bakarak değerlendirenler, köyleri, sanayi bölgelerini, çarşıları, pazarları gezerek halkın sorunlarını yansıttıklarını sananlar bundan sonra dikkatli olmak zorundadırlar.
Devletin yayınladığı göstergeler, krizde çok kişinin işten çıkarıldığını, çok kişinin iş aradığını, ülke genelinde üretimin ve gelirin gerilediğini, gelir dağılımının bozulduğunu, iç göçün hızlandığını ortaya koyuyordu.
Halk memnun
Köyleri gezenler maliyetlerin kurtarmaması nedeniyle köylünün tarlalarını boş bıraktığını, hayvanlarını elden çıkardığını görüyorlardı. Köylünün yakınmalarını dinliyorlardı.
Anadolu’da esnaf durgunluktan, siftah edememekten söz ediyordu. Bazı iktisatçılar, yazarlar da herhangi bir partiyi destekledikleri için
Kullandıktan sonra doğaya attığımız (yol kenarlarına, ormanlara, denizlere, derelere fırlattığımız) plastik poşetler- torbalar, plastik içecek şişeleri, plastik gıda kapları karada 800 yıl denizde 400 yüzyılda yok olabiliyor.
Ve de bu artıklar zamanla kimyasal değişime uğrayarak doğayı kirletiyor. Dolaylı olarak canlıları zehirliyor.
Plastik güneşe veya ısıya duyarlı bir madde. Işık plastikte kimyasal değişime yol açıyor. Zaman içinde zehirli petro- polimerler oluşuyor. İçindeki polimer maddeler yağ ile çözünüp kansorejen maddeye dönüşüyor. Son yıllarda kanser hastalarının artışının en büyük etkilerinden birinin aşırı plastik kullanımı olduğu söyleniyor.
Plastik torbalar ve plastik şişeler bundan 3040 yıl önce yoktu. Açık anlatımıyla 'olmaz ise olmaz' diye bir şey söz konusu değil. Şimdilerde doğayı kirlenmekten kurtarmak için birçok ülkede plastik torbalar yasaklanıyor. Plastik şişelere depozito zorunluluğu getirilerek iadesinin veya toplanmasının teminine çalışılıyor.
Dünyayı bez torbada taşı
Türkiye'de, "Bez Torba Kullananlar" girişimi "Dünyayı Bez Torbanda Taşı" sloganı ile bez torba kullanımını yaygınlaştırmaya çalışıyor.
Sema gösterileri giderek “sahne show”una dönüştürülmeye başlandı. Giderek “göbek dansı”nın yerini alacak. Geçen ramazan ayında bazı turistik lokantalarda, iftardan gece yarısına kadar, salonun ortasında bir semazen döndü durdu. İstanbul’da havaalanının dış hatlar terminalinde, yurda gelen turistler için koridorlarda semazenler döndürüldü.
İnsanların, toplumların, ülkelerin bazı değerleri vardır. Bu değerlere saygı gösterilmesi gerekir. Para için bu değerler satılamaz. Bu değerler paraya çevrilemez.
Hz. Mevlana’nın 22. kuşak torunu Esin Çelebi Bayru semayı şöyle anlatıyor:
- Sema, Mevlevilik tarikatının en önemli unsurlarından biridir. Mevlevi dervişi olmak isteyen kişi önce nev-niyâz (yeni tâlib) unvanıyla Mevlevihanenin matbahında üç gün postta (Saka Postu) oturur, bu süre sonunda eğer tarikata kabul edilme onayı almışsa başına sikke giydirilerek Mevlevihanede çalışmaya ve sema meşk etmeye başlar. Artık bu kişi ‘can’ diye anılır. Bir taraftan matbahta bulunan ortasında bir çivinin çakılı olduğu meşk tahtasında sema öğrenip tarikatının asıl objesini yerine getirmeye çalışan can diğer taraftan Abrîzcilik, Pazarcılık, Şerbetçilik, Süpürgecilik, Çerağcılık ve Somatçılık gibi
Bayram öncesi İstanbul’da Mısır Çarşısı çevresinde, Mahmutpaşa’da, Tahtakale’de alışılmış canlılık, alışılmış kalabalık yoktu. Esnaf geçmiş bayram alışverişlerine göre bu yıl ciddi bir gerilemeden yakınıyordu.
Eskilerde bayram öncesi, çarşılarda pazarlarda canlılık görülürdü. Talep artar, insanlar sadece bayramlık almaz, evin önemli ihtiyaçları da genelde bayram öncesi temin ederlerdi.
Alış-veriş merkezleri ve hatta büyük marketler, ortanın üstü ve üst gelir grubundaki halka markalı mallar, ithal malları satıyor. Orta ve alt gelir grubu buralardan alış veriş yapamıyor. Ben alt ve orta gelir grubunun durumunu izlemek için arada sırada Mısır Çarşısı, Mahmutpaşa, Tahtakale çevresinde dolaşırım. Sadece İstanbul’da yaşayanlar değil, Anadolu’dan gelenler de buralardan alış veriş yapar.
Belediye Yenicami, Mısır Çarşısı, Tahtakale ve Mahmutpaşa çevresini düzenledi. Artık sokakları işportacılar işgal etmiyor. Polis, belediye zabıtası emniyeti ve düzeni sağlıyor. İnsanlar rahat rahat geziniyor.
Pantolon 20 TL
Bayram öncesi alt ve orta gelir grubu bayramlıklarını işportalardan satın alıyordu. Kot pantolon 20, elbise pantolonu 29 TL, elbise ceketi 70 TL idi. Gömlek 5TL’ye, spor
Sanayi üretiminde kriz öncesi çizgiyi yakalayamadık. Kriz dönemine göre sanayi üretiminde artış var ama, artış hız kesti... Sanayi üretimini
2 göstergeden izliyoruz:
- Kapasite kullanım oranları: Bizde normal dönemlerde kapasite kullanım oranı yüzde 85’lerde seyreder. Krizde yüzde 60’lara geriledi. 2010 yılı başında yüzde 67 oldu. Temmuzda yüzde 74.7 iken ağustosta yüzde 73.4’e geriledi.
Görülüyor ki, normal kapasite kullanım oranı olan yüzde 85’lerden henüz uzağız. Nisandan bu yana bir duraklama var.
- Mevsim ve Takvim Etkilerinden Arındırılmış Sanayi Üretim Endeksi: 2005 yılı sanayi üretimi 100 kabul edilerek düzenlenen endeks 2008 yılında, kriz öncesi 120’lerde dolanırken, krizde 96’ya kadar geriledi. 2010 yılı başında endeks 110 idi. Temmuzda 114 oldu.
Demek ki, kriz öncesi sanayi üretiminde yakaladığımız çizginin henüz altındayız. Ama daha da önemlisi üretim artışında bir durağanlık var.
Sanayi üretimindeki göstergeleri değerlendirirken 2 noktaya dikkat etmekte yarar var:
1986 yılında bir kanun ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu oluşturuldu. Bu fonda birikecek paralarla yardıma muhtaç vatandaşların temel ihtiyaçlarının karşılanması hedef alındı. 2004 yılında bu fonun yönetimi Başbakanlık’a bağlı olarak çalışan Sosyal Yardımlaşma ve Genel Müdürlüğü’ne verildi.
“Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu”nda biriken paraların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması için her ilde ve çok sayıda ilçede “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı” kuruldu.
Şimdilerde ülkede 973 yerel vakıf var. Bu vakıfların başkanlığını illerde valiler, ilçelerde kaymakamlar yapıyor... Belediye başkanları, defterdarlar, milli eğitim müdürleri, sağlık müdürleri, tarım müdürleri bölgelerindeki vakıfların mütevelli heyeti üyesi oluyor.
Bu vakıflar, fondan gelen paralarla yörelerindeki ihtiyaç sahiplerine yardım ediyor.
Vali kömür dağıttı, kaymakam pirinç dağıttı, belediye başkanının eşi kapı kapı dolaşarak gıda paketi dağıttı söylentileri işte bu sistemin işleyişinden çıkıyor.
Dağıtılan kömürün, pirincin, gıda paketinin parasını ve partililer, ne vali, ne kaymakam, ne belediye başkanı ödüyor. Bu para Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’ndan geliyor.