İstanbulluların tepkisi etkili oldu. Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi yıkılmıyor.
Yenileniyor. 2009 yılı eylül ayında yenileme tamamlanmış olacak.
AKM’nin ilginç bir hikâyesi vardır... Dr. Lütfi Kırdar İstanbul Belediye Başkanı iken, Batı türü sanat etkinlikleri için İstanbul'da tek bir mekân olmadığını söyleyerek, İl Genel Meclisi'nden Taksim'de bir opera binası ve Taşlık'ta bir açıkhava tiyatrosu yapımı için karar çıkardı.
O zamanın kafasıyla dünyanın en ünlü mimarlarıyla temasa geçildi. Uluslararası yarışmada kazanan proje, savaş nedeniyle uygulanamadı. 1946'da proje küçültülerek temel atıldı. Belediye para bulamayınca proje yarım kaldı. 1953'te dünyaca ünlü mimarlar Prof. Bonatz ile Prof. Holzmeister İstanbul'a davet edilerek görüşleri alındı. 1956'da özel bir büro kuruldu. Başına rahmetli mimar Hayati Tabanlıoğlu getirildi. Yeni bir tasarıma dayalı bina 1969'da tamamlandı, 1970 yılında yandı. Onarımda Hayati Tabanlıoğlu'nun çizimiyle birçok şey değiştirildi. 1.300 kişilik
Amerikan yatırım bankası Lehman Brothers’ın batmasından sonra, bu bankanın garantörlüğündeki bazı yabancı şirket tahvillerinin Türkiye’de satıldığı, bunları satın alanların büyük zarara uğradığı anlaşıldı.
Para kaybedenlerin sesi çıkmıyor. Kan kusuyorlar, ‘Kızılcık şerbeti içtik’ diyorlar. Çünkü yapabilecekleri bir şey yok.
Onlardan önce de çok sayıda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değişik yabancı fonlarda para batırdı. Bu son krizde para kaybedecekler sadece Lehman’la ilişkili tahvilleri alanlar değil... Çok sayıda yatırım bankasının tahvillerini alan, fonlarına para yatıran çok sayıda kişi de zarar görecek.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını bu maceraya sürükleyen, yabancı yatırım bankalarının, yabancı fonların Türkiye’ye gelen ve “otel odalarında” iş bağlayan temsilcileri ile bazı yabancı bankaların “private banking” (özel bankacılık) bölümlerinin aracıları oldu.
Bu temsilciler ve aracılar büyük birikime sahip olan Türkleri “yüksek getiri vaadi” ile
Gönüllü yardımlar eskiden “kişisel” idi. Kişi, çevresinde yardıma muhtaçları görür, onlara imkânı ölçüsünde yardım ederdi.
Günümüzde her alanda olduğu gibi yardımda da “kurumsallaşma” var. Kişiler, yardımlarını ihtiyaç sahiplerine kurumlar eliyle ulaştırıyor.
Yardım kuruluşlarının “şeffaf olmaması” ve de “denetlenememesi” sonucu bugüne kadar birçok yardım kurumunda, derneklerde ve vakıflarda “suiistimal” (kötü kullanım) örneği ortaya çıktı. Bu kötü örnekler cumhuriyet döneminde kurulmuş köklü yardım kuruluşlarıyla son yıllarda kurulmuş büyük destek görmüş bazı vakıflara güveni yok etti.
İyi niyetli insanlar, yardım yapma arayışında olan insanlar ne yapacaklarını bilemez oldu. Kurumsal yardımdan tekrar kişisel yardıma dönüş başladı. Birçok kişi “okutacak öğrenci arayışına, desteklenecek aile arayışına” girdi.
Yardımın kurumsallaşması hem yardımda bulunacak kişiler hem de yardımdan yararlanacak olanlar
Başka ülkelerde kişi başı yıllık elektrik tüketimi 5 bin kwh (kilovat saat) dolayında. Bizde 2 bin kwh dolayında. Bizim kişi başı tüketimimiz de 5 bin kwh’ye doğru yavaş yavaş tırmanıyor. Kişi başı tüketim sadece evlerdeki tüketim anlamına gelmiyor. Sanayi ağırlıklı olarak ülkedeki tüm tüketimi yansıtıyor.
Bizde yıllık elektrik tüketimi ekonominin büyüme hızının 2 katı oranında artıyor. Ekonomi yüzde 5 büyürse elektrik tüketimi yüzde 10, ekonomi yüzde 7 büyürse elektrik tüketimi yüzde 15 dolayında artıyor.
Demek ki, elektrik üretimini her yıl yüzde 10 dolayında artırmaya mecburuz.
Rüzgâr, güneş, su yetmiyor
Şimdilerde yıllık elektrik üretimimiz 210 milyar kwh olduğuna göre, her yıl 20-25 milyar kwh dolayında üretim artışı gerekiyor.
Elektrikte üretim artışı için santral kurmak lazım. Santral kurmak hem zaman istiyor hem para istiyor.
Başbakan diyor ki, 2002’de milli gelir 230 milyar dolardı. 2007’de 658 milyar dolar oldu, yüzde 186 arttı. Basit anlatımıyla, 100 iken 286 oldu. 2.8 kat büyüdü. Başbakan’ın kullandığı rakamlar doğru, söyledikleri doğrudur. Ama gerçeği yansıtmamaktadır.
Çünkü dolar olarak hesaplanan (cari fiyatlarla/o yılın enflasyondan arındırılmamış YTL milli gelir rakamları ve de o yılın ortalama dolar kuruyla hesaplanan) milli gelir rakamlarını kullanıyor.
Ülkede milli gelirin her yıl ne kadar arttığı ise ‘sabit fiyatlarla’ (enflasyondan arındırılmış fiyatlarla) belirleniyor. TÜİK’in belirlemelerine göre, 2002’de yüzde 6.2 büyüdük. Daha sonra, sırasıyla yüzde 5.3, yüzde 9.4, yüzde 8.4, yüzde 6.9 ve nihayet 2007 yılında yüzde 4.5 büyüdük.
2002 milli geliri 100 kabul edilerek, her yılın sabit fiyatlarla milli gelir artış oranı eklendiğinde görülür ki, 2002’de 100 olan milli gelir 2007’de 139 olmuş. Gerçek artış yüzde 39.
Nereden çıkıyor iki farklı büyüme oranı? (1)
Başbakan’ın ekonomideki gelişmeleri değerlendirmek için bir basın toplantısı yapması “iyi” olmuştur. Çünkü, herkesin “ N’olacak bizim halimiz?” diyerek huzuru kaçmıştı.
Başbakan’ın halka bilgi ve güven vermek için yaptığı konuşmada ekonomideki olumlu gelişmeleri sergilemesi doğaldır. Ancak olumlu anlatımlar yanında, olası tehlikelere de işaret etmesi, bunlara karşı hükümetin aldığı ve alacağı tedbirlerden söz etmesi gerekirdi.
Halbuki Başbakan sorunları yok sayarak ve Türkiye’yi küresel çalkantının etkileyemeyeceği bir ülke konumuna koyarak “Bize bi’şey olmaz abi’cim” dedi.
Genel temenni “Bize bi’şeyin olmamasıdır.” Fakat, bize “bi’şey’in olmaması” için bizim de sorunlarımızın bilincinde “bi’şeyler” yapmamız gerekiyor.
Başbakan ya sorunları küçümsüyor ya da küçümser gibi yapıyor.
- Şu çalkantılı döneme, IMF ve AB ile bağlarımız gevşekken girdik. IMF ile nasıl bir bağ kuracağımız ve ne zaman masaya
Ayşe Hanım Teyzem “Kriz geliyormuş, ben ne yapayım?” diye sorunca, kızdıracağımı bilerek dedim ki, “Ayşe Hanım Teyzeciğim şirketleriniz, gemileriniz, fabrikalarınız mı var da krizden korkuyorsunuz? Krizden size ne?”
“Ne demek size ne olur?” dedi. “Tabii ki şirketleri, gemileri, kamyonları, fabrikaları olanlar krizden daha çok etkilenir ama, biz de etkileniriz. Hem de bizim gibiler etkilenmekle kalmaz, ezilir. Bizim gibilerin üç kuruşluk birikimi erir veya batar ise bizler aç kalırız.”
Uzun dönemli yatırım
Sonra devam etti: ”Sen şimdi ahkâm kesmeyi bırak da, doğru dürüst anlat bakalım... Üç kuruşluk birikimimizi ne yapalım? Hem ben öğreneyim, hem de senden duyduklarımı konuya komşuya anlatayım.”
Ayşe Hanım Teyzem’i kıracak değilim ya... Bu konuları bilenlere sordum, soruşturdum. Öğrendiklerimi Ayşe Hanım Teyzem’e aktardım....
Birikimlerin (paranın) değerlendirilebileceği 2 tür yatırım vardır.
(1) Değer artışı sağlayacak (ana para garantisi olmayan ) yatırımlar.
Bu yıl “iftar ziyafetleri”nin (!) ölçüsü kaçtı. Ramazan boyu büyük şehirlerdeki ünlü lokantalarda, ünlü otellerin kaç salonu varsa salonların tamamında, hemen her gece bir iftar ziyafeti var.
İftar ziyafetlerine “muhtaç olanlar” değil, “ihtiyaç duyulanlar” (görmesi veya görülmesi istenen varlıklı ve güçlü kişiler) çağrılıyor. İftar sofralarının “reklamı” yapılıyor.
Medyatik iftar ziyafetlerini düzenleyenler ve de ziyafetlerin başmisafirleri, davet edilen gazete fotoğrafçılarına, kameramanlara poz vererek oruç bozuyor. İftardan sonra demeç veriyor.
Devlet adamları, partililer, işadamları, yerli-yabancı şirketler, yüz, iki yüz, üç yüz kişilik iftar ziyafetleri düzenliyor. Devlet adamlarımız, bürokratlar, işadamları, varlıklı kesimin önde gelenleri her akşam bir iftar ziyafetinde. Bazı akşamlar birinden çıkıp öbürüne uğruyorlar.
Ticarete alet edilemez
İftar ziyafetleri sonrası konuşmalar yapılıyor. Devlet adamları ve