Başka ülkelerde bankalar sarsılırken bizim ülkede bankalar rahat durumda. Çünkü bizim bankaların hem kaynak yapıları, hem de kredi borçluları diğer ülkelerdekinden farklı.
Bizim bankalar genelde
(1) Mevduat topluyor.
(2) Yurtdışından dövizle borçlanıyor.
Bu yoldan topladıkları paralarla
(1) Tüketicilere ve reel sektöre kredi veriyor.
(2) Devletten tahvil ve bono satın alıyor.
Dışarıda esen rüzgârların etkisinde bankalarımızın para maliyetleri artabilir. Para maliyeti artan bankalarımız kredi faizlerini yükseltmek zorunda kalabilir. Bundan da en fazla kredi kartı borçluları ile tüketici kredisi borçluları zarar görebilir.
Dünyada para piyasaları dalgalanıyor. Bankalar batıyor. Güç duruma düşen bankalar alınıyor, satılıyor. Bunun anlamı, dünya para piyasasında (1) Para darlığıdır. (2) Güven bunalımıdır.
Bankalar battıkça dünya piyasasında para azalıyor. Bankalar battıkça ve para azaldıkça, parası olanların güvenleri sarsılıyor. Parası olanların güvenleri sarsılınca, sahip oldukları parayı kullanırken daha dikkatli oluyorlar. Daha dikkatli olanlar, riskli alana para yatırmıyor. Sonuç olarak da paranın kirası (faizi) artıyor.
Bu tabloda, paraya ihtiyacı olanlar para bulmakta zorlanıyor. Para bulsalar bile buldukları paranın vadesi kısa, kirası yüksek oluyor.
Artış ufukta
Bankalarımız kredi verirken iki kaynatan yararlanıyor: (1) Mevduat hesaplarıyla topladıkları para, (2) Yurtdışından buldukları döviz kredisi.
Dün sabah bir okuyucum telefonla aradı. “Ben işadamıyım” dedi. Ve devam etti:
”Yurtdışında şirketlerim, iş ilişkilerim var. Özel birikimlerimi de yurtdışında ve yurtiçindeki banka hesaplarında değerlendiriyorum. Birikimlerimi en güçlü bankalarda bulundurduğum için bugüne kadar içim rahat idi... Ama Amerika’nın en dev bankası, Almanya’nın en dev bankası, İsviçre’nin en dev bankası diye bildiğimiz bankalar birer birer çöktükçe ne yapacağımı şaşırdım.
Acaba bu fırtınadan bizim bankalarımız da etkilenir mi endişesine kapıldım.
Bugün büyük bir kasa satın alacağım. Her ihtimale karşı kasaya bir miktar nakit para koyacağım.
Ne dersiniz? Kasaya YTL mi koyayım, dolar mı, euro mu koyayım? Bankalara güvenemiyorum. Bu paralara güvenebilir miyim?”
İşadamı okuyucumun anlattıklarından etkilendim.
Bir büyük banka yöneticisini arayarak, işadamı okuyucumun endişelerini aktardım.
Amerika’nın en güçlü ve asırlık bankaları çökmeye başlayınca finans sistemindeki dalgalanmanın bize de zarar getirmesinden korkmaya başladık.
Bugüne kadar Amerika’daki konut kredisi krizle başlayan fırtınanın Avrupa’nın güçlü bankalarını sarsmasının önemini pek fark edemiyorduk.
Olan biteni sadece, dolar fiyatı, euro fiyatı, faiz oranı, borsa endeksi penceresinden izliyorduk.
Fakat hafta başından bu yana, “Acaba biz de bu fırtınadan zarar görür müyüz?“ korkusu yayılmaya başladı.
Bu hafta ne değişti de endişeler, korkular arttı?
- Asırlık, güçlü bankaların bile durup dururken iflas edebilecekleri görüldü.
- İflas eden bankaların varlıklarının, yükümlülüklerini karşılayamadığı, bu bankalara güvenerek paraları emanet edenlerin, bankaların çıkardığı bonoları satın alanların büyük kayıplara uğradıkları ortaya çıktı.
Halkımız, Merrill Lynch’in (M.L.) adını hükümette ekonomiden sorumlu bakan olarak görev alan Bay Şimşek sayesinde öğrendi. Bay Şimşek, daha önceleri M.L.’nin Londra ofisinde danışmandı. M.L.’nin başarılı olması için raporlar yazıyordu.
Bay Şimşek, bir yıl önce M.L.’den ayrılarak Türkiye’ye geldi. Şimdi Türk hükümetinin ekonomi politikalarının başarılı olması için raporlar yazıyor.
Bay Şimşek M.L.’de çalışırken (Standard & Poors ve Moody’s dahil) dünyanın önde gelen 5 derecelendirme kuruluşu M.L. için “AA+” notu veriyor, “Kale gibi kuruluş. Top atsan yıkılmaz” diyordu. Bu kale gibi kuruluş hafta sonu batmak üzereyken Bank of Amerika elinden tuttu. Merrill Lynch’i 50 milyar dolara satın alıyor.
M.L. 1914 yılında kuruldu. Yatırım bankacılığı ve fon yönetiminde ihtisaslaştı. Uluslararası güçlü bir kuruluş oldu. Aktif toplamı 1 trilyon dolar, yıllık cirosu 62 milyar dolar, net kârı 7 milyar dolardı. Değişik ülkelerde 62 bin çalışanı vardı.
Amerika’da finans kesiminde
Kış geliyor... Ekonomi nereye gidiyor? Halkımız kışı nasıl geçirecek? Halkımızın derdi “iş ve aş”... İşin ve aşın artması, üretimin artmasına bağlı. Üretim artacak ki, insanlar iş bulabilsin, gelirleri ve refahları artsın. Önce olan biteni özetleyeyim. Sonra da olan bitenin halkımızı nasıl etkileyeceğini anlatayım:
Üretim artmıyor...
Üretimin ne durumda olduğu milli gelir hesaplarından izlenir. Üretimin iyi olduğu yıllarda milli gelir yüzde 7 dolayında artar.
Ne yazık ki 2008’de üretim artışında duraklama ortaya çıktı. Yılın ilk 3 ayında (geçen yılın aynı dönemine göre) üretim artışı yüzde 6.7 iken, ikinci 3 ayda yüzde 1.9’a geriledi.
Bu yılın tamamında büyüme yüzde 4’ün altında kalacak gibi görünüyor.
Bu büyüme oranı çok düşük. Nüfus artışının payını da çıkarırsak yaklaşık yüzde 2.5 büyüme rakamı ortaya çıkar. Bu düşük büyüme ile (1) İşsizlere iş bulamayız. (2) Halkımızın refah özlemini karşılayamayız. (3) Bizim önümüzde
Yılmaz Büyükerşen, Eskişehir'de bulunan hava üssünü ve uçak fabrikasını da dikkate alarak, Eskişehir'deki Anadolu Üniversitesi'nin içinde, 1986 yılında Türk Hükümeti ve Uluslararası Sivil Havacılık Organizasyonu'nun (ICAO) sağladığı kaynaklarla bir Sivil Havacılık Meslek Yüksekokulu kurdu.
1989 yılında Fransız Hükümeti'nin desteği ve yapılan anlaşmayla okulun imkânları geliştirildi. 1992 yılında Yüksek Öğretim Kanunu'nda yapılan bir değişiklikle okulun adı Sivil Havacılık Yüksekokulu oldu. Eğitim süresi bir yıl İngilizce hazırlık olmak üzere 5 yıla çıkarıldı.
Okul Müdürü Prof. Dr. Mustafa Cavcar'dan öğrendiğime göre, bu yüksekokula her yıl ÖSS'yle kabul edilen 10 öğrenciye pilotluk eğitimi veriliyor. Havacılık Elektrik Elektroniği, Uçak Gövde-Motor Bakım, Sivil Hava Ulaştırma İşletmeciliği bölümlerine Öğrenci Yerleştirme Sınavı'yla, Pilotaj ve Hava Trafik Kontrol bölümlerine ise Özel Yetenek Sınavı'yla öğrenci alınıyor.
Eskişehir eğitim merkezi
Okul, özel eğitim
Tekstil ve giyim sanayiinin deneyimlilerinden, üretiminin çoğunu ihraç eden, Doğu‘da kurduğu tesislerini işletme çabası veren Osman Benzeş’i buldum: “Tekstil ve giyim sanayicilerinin önerilerini değerlendiren hükümet, tesisini Doğu’ya taşıyacak sanayicinin teşvik edileceğini açıkladı. Ne diyorsunuz?” dedim.
“Anadolu İstanbul’a taşınmış durumda. Mardinliler bir mahallede... Muşlular öbür mahallede... Siirtliler şu mahallede... Hem de hepsi iş bulma arayışında. Çalışmaya mecbur. Çoğu eğitimli. Disiplinli. Verimli...
Anadolu’ya gidenler, orada sadece İstanbul’a göç edecek gücü olamayanları bulacak. Onları eğitecek. Şunu kabul edelim ki, onların iş disiplini zayıf olacak. Verimliliği düşük olacak. Çünkü onların çoğu çalışma baskısı altında değil. Yan gelir imkânlarına sahipler.”
Sanayici Ünal Ekinci diyor ki, “Yaklaşık 25 yıldır hazır giyim sektörünün içinde olan bir işletme sahibiyim. Siz bizi ne zannediyorsunuz? Tekstil ve hazır giyim sanayii