Olayların içinden Oyak'ın fonları, subay ve astsubayların maaşlarından her ay kesilen yüzde 10 oranında, yedek subayların maaşlarından kesilen yüzde 5 katkı paylarıyla oluşmaktadır.Oyak" özel bir emeklilik kurumu" olarak "sigorta sistemi" içindedir. Üyelerin katılım paylarından oluşan fonların güvenli ve verimli değerlendirilmesi gerekir. Bu nedenle banka sistemi, sigorta sisteminin dayanağıdır. Sigorta sistemini bütünler.İşte bunun içindir ki Oyakbank, Oyak için Erdemir'den daha önemlidir. Oyak'ın, Erdemir'i elinde tutabilmek için Oyakbank'ı satması, satmak zorunda kalması yanlış bir tercihtir. Oyak yönetimi Erdemir'i satın alınca, bunun Oyak'a büyük yük getireceğini Milliyet'te ben yazdım. Metin Münir yazdı. Oyak, 1 Mart 1961'de 205 sayılı yasayla kurulmuş, özel hukuk hükümlerine bağlı, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının yardımlaşma ve emeklilik fonudur. Üyelerine ana sosyal güvenlik kurumlarından (Emekli Sandığı, SSK) ayrı güvenceler sağlamaktadır. Oyak Genel Müdürü Coşkun Ulusoy bu yazılara tepki göstererek hem beni hem Metin Münir'i mahkemeye verdi.7 Şubat 2007'de Ticaret Mahkemesi'ne yapılan başvuruda, özetle, "Oyak'ın imkânlarının bu tür meblağları ödemeye yeterli
Olayların içinden (1) Küresel konumlarına güç katmak ve bölgesel yayılma programlarını tamamlayabilmek için bazı Avrupa bankaları Türkiye'den banka almak mecburiyetinde. Büyük ve ciddi Avrupa bankalarının Türkiye'den alabilecekleri bankalar bugüne kadar satıldı. Derli toplu, sermayesi bir elde toplanan orta büyüklükte bir banka olarak kala kala Oyakbank kalmıştı. ING satın almasaydı, Türkiye'de banka almak için bugüne kadar fırsatları değerlendiremeyen ve sırada bekleyen İngiliz, İtalyan, Fransız ve Alman bankalarından biri alabilirdi.(2) Oyak yönetimi Oyakbank'ı satmaya mecburdu. Bugüne kadarki yönetim hataları bu mecburiyeti ortaya çıkarmıştı: Oyak (Ordu Yardımlaşma Kurumu) yönetimi Oyakbank'ı satmaya mecbur duruma düşmüştü. Bu nedenle alıcı peşindeydi. Fırsatı iyi değerlendirdi. Bankayı sattı. Bankanın satışı Oyak'a iyilik getirir mi? Tartışılması gereken ciddi bir sorudur. Oyakbank büyümeliydi. Sermaye artışı sağlayamadığından büyüyemiyordu. Yönetimi halka açılmayı beceremediğinden ya bir Türk bankasıyla birleşecek ya da yabancılara satılacaktı. Aksi halde rekabet gücünü, piyasa değerini yitirecekti.Oyak yönetimi Erdemir'i satın alarak büyük bir riske girmişti. Erdemir'in
Olayların içinden Dikkat buyurunuz. Bu kuruluşların Türkiye'de işbirliği yaptığı bazı sivil toplum örgütleri sık sık (nasıl yapıldığı belirsiz) araştırmalar yapıyor. "Türkiye'de ABD düşmanlığı dün yüzde 45 idi, bugün yüzde 65 oldu. Türk halkı ABD'ye güvenmiyor. ABD düşmanlığı artıyor" benzeri haberler yayılıyor. Sonra bu haberler ABD'de yorumlanarak tekrar Türkiye'ye dönüyor. "ABD yönetimi Türkiye'ye güvenmiyor. ABD-Türkiye ittifakı çöküyor "biçiminde kamuoyuna aktarılıyor.Bu yanlış bilgilendirme sonucu, Türk kamuoyu Amerikalılardan şüphe duymaya başlıyor. ABD yönetimi bu dedikodu trafiğini ciddiye alarak olumsuz etkileniyor. Türkiye'nin ABD karşıtı bir ülke haline geldiği görünümü ve inanışı yayılıyor. Son zamanlarda Washington'daki bazı "think tank"lar (düşünce kuruluşları) ile onlarla işbirliği halinde çalışan bazı Türk sivil toplum örgütleri yoğun bir şekilde Türk-Amerikan ilişkilerini germeye-bozmaya dönük haberler yayımlıyor, toplantılar düzenliyor, bu kuruluşlarla bağlantılı kişiler yazılar yazıyor, konuşmalar yapıyor. Washington'daki "Hudson Enstitüsü" isimli "düşünce kuruluşu"nda Türkiye için bir felaket senaryosunun tartışılmasıyla ilgili haberler Türk kamuoyuna
Olayların içinden AKP, CHP, DP ve MHP sözcülerinin bugüne kadarki açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla dört partinin hükümet kurması, hükümete katılması durumunda ekonomide hiçbir şey değişmeyecek.Dört parti, ekonomide bugüne kadar "genel kabul görmüş etkenleri ve sınırlamaları değiştirmeden, güç odaklarını karşılarına almadan" ekonomiyi daha iyi çizgiye götüreceklerini iddia ediyorlar... Sadece o kadar.Partiler, bırakınız düzeni değiştirmeye niyetlenmeyi, düzeni sarsmaktan bile korkuyor.Anadolu'da "Kardeşim, yalan da olsa söyle de. Umudum kabarsın" derler ya... İşte o bile yok. Hani bir zamanlar "Umudumuz Ecevit" bize "Ne ezen, ne ezilen... Hakça, insanca bir düzen" vaat etmişti ya... "Yalandan da olsa" şimdilerde kimse bu tür sözleri ağzına almıyor. Alamıyor.İşte o nedenledir ki seçim ortamında, dış ve iç sermaye çevrelerinde, seçim sonuçlarıyla ilgili hiçbir endişe yok... Piyasalar seçime bir ay kalmasına rağmen sakin. Döviz girişleri devam ediyor, döviz fiyatı geriliyor. Seçim yaklaşırken parti sözcüleri ekonomi konusundaki görüş ve değerlemelerini açıklamaya başladı. Neden ortalık karışmadı, neden ekonomi bozulmadı diyerek kötülük bekleyişimde olmak kimseye yarar sağlamaz.
Olayların içinden Bir de şimdiki durumumuza bakalım. Çılgın Türkler, bugün olmuş "Kızgın Türkler".Herkes birbirine kızıyor. Bir olmak, birlik olmak yok... Herkes şikâyetçi. Ama şikâyet edilenleri değiştirmek için kimse kolunu kıpırdatmıyor. Sadece kızıyor.Hasan Pulur Ağabey'imiz Çeşme'de tatilde olduğu için köşesinde güzel hikâyelerini okuyamıyoruz. Onun bir hikâyesini sayın okuyucularıma aktarayım...Gemi limandayken tayfaların bazıları kaçmış. Gemi tekrar denize açılacak. Kaptan adam ararken, üç kişi yanına yanaşmış... "Sen bizi gemine al... Bizim sana çok yararımız dokunur. Bizim gibisini bulamazsın" demişler. Kaptanın adamları sınama imkânı yok ki yeteneklerini ölçsün. Yola çıkmak zorunda. Çılgın Türkler kitabını çok beğendik. "Çılgın Türkler" kitabında bizim "Milli Mücadele"miz anlatılıyor. Çılgın Türkler adı verilen Türkler, "eylem "içindeki Türkler. Oturup kaderlerine razı olmayan, "bir" olup, "birlik" olup kaderlerini değiştirmek için mücadele eden Türkler... Adamları alarak gemisiyle limandan ayrılmış. Bir süre sonra fırtına çıkınca adamlardan birini çağırmış... "Sen ne yaparsın?" diye sormuş. Adam cevaplamış: "Ben çok uzakları çok çok iyi görürüm..." Gözlerini ufuğa
Olayların içinden Bu hikâyeyi tanınmış toplum düşünürlerinden Alvin Toffler, 1995 yılında İstanbul'da Canan Barlas'ın düzenlediği 13'üncü Henkel Sohbetleri Toplantısı'nda, "gelişen ferdiyetçilik akımlarını açıklamak için "anlatmıştı.Toffler, "Üçüncü Dalga" felsefesini işleyen bir düşünürdür.Toffler'e, göre on bin yıl önce başlayan tarım üretimi, "Birinci Dalga", üç yüz yıl önce başlayan sanayi üretimi, "İkinci Dalga" idi. Elli yıl önce ise dünya "Üçüncü Dalga"nın içine girdi. Bu dalga, "Bilgi" dalgası. Tarım üretiminde önemli olan toprak, insan ve tohumdu... Sanayi üretiminde önemli olan sermaye, makine ve ucuz emekti... Birinci Dalga'dan başlayarak İkinci Dalga'nın sonuna kadarki dönemde "birlikten güç doğuyordu"... Onun için insanlar birleşti... Kültürler birleşti... Sermaye birleşti... Üretim birleşti... Tüketim birleşti... Toplum birleşti. ABD'de ünlü bir kadın düşünür, konuşmasına şöyle başlamış: "İnsanlar farklı diyorlar... Fark dediğiniz nedir ki? Bir kadın milleti var... Bir de erkek milleti var... Ben kadınım... Ben zenciyim. Kadınım ama.. Zenci bir kadınım... Ben ProtestanımÖ Zenci, kadın bir Protestanım... Ben lezbiyenim. Ben Amerikalı, zenci, Protestan, lezbiyen bir
Olayların içinden Bizde de mayınlar nedeniyle asker kayıpları artmaya başlayınca, acaba Amerikalılar mayınlara karşı ne tedbir alıyor diyerek bilgi aramaya başladım. 10 Mayıs 2007 tarihinde USA Today gazetesinin birinci sayfasında bu konuda yayınlanan bir yazıya ulaştım.Tom Vanden Brook imzalı yazıdan öğrendiğime göre, Amerikan Ordusu, yollara döşenen mayınlardan asker kaybını önlemenin tek çaresini mayına dayanıklı araç üretmede bulmuş.Bu amaçla hazırlanan bir proje çerçevesinde Irak'ta askerlerin kullandığı Humvee'lerin yeni MRAP'lar ile değişimine başlanmış."Mine Resistant Ambush Protected Vehicle " MRAP'lar (pusuya ve mayına dayanıklı araçlar) anlaşıldığı kadar çok pahalı. Gelecek 18 ayda üretilecek 7.700 MRAP için Pentagon bütçesinden 8 milyar dolar ödenecek. Bu araçları 9 değişik firma belli bir proje kapsamında üretiyor. Medyada yayımlanan fotoğraflarda bu araçların her birinin iki insan boyunda, dev birer teknoloji merkezi olduğu görülüyor. Amerikalıların Irak'taki asker kayıplarının yüzde 70'i, yollara döşenen mayınlar yüzünden imiş. Halen Irak'ta 18 bin zırhlı Humvee var, buna karşılık 1.100 MRAP kullanılıyormuş. Deniz Piyadeleri için 3.700, karacılar için 2.500 MRAP
Olayların içinden Nereden çıktı bu "orta vadeli program"?Seçim dönemi diye, devlette işler durmuyor. Durursa memur maaşını alamaz, asker silahına mermi bulamaz, hastaneler kapanır. Devlette işlerin durmaması için de paraya ihtiyaç var.Maliye Bakanlığı her yıl devlet çarkının işlemesi için paranın nereden bulunacağını ve nerelere harcanacağını gösteren bir bütçe hazırlamak ve bunun TBMM'ye belli zamanlarda sunmak zorunda. Taslak belli aşamalardan geçerek 31 Aralık'tan önce kanunlaşacak ki devlet 1 Ocak'tan itibaren ödeme yapabilsin. Yani bu iş "Seçim bitsin de sonrası Allah kerim" denilecek bir iş değil.Bütçe taslağını Maliye Bakanlığı hazırlıyor ama, gelir-gider dengesini tutturabilmesi için belli hedeflere, verilere ihtiyacı var. Bu hedef ve verileri Maliye Bakanlığı'na DPT sağlıyor. Seçim öncesi Ankara toz duman iken, Devlet Planlama Teşkilatı'nın hazırladığı ve 2008-2010 yıllarını kapsayan "orta vadeli program" Bakanlar Kurulu'na sunuldu. Hedef ve verilerin ana kaynağı beş yıllık planlar. Bu planlara göre hazırlanan yıllık programlar. DPT, yıllık programlar içinde büyüme hedeflerini, yatırım, üretim hedeflerini belirliyor. Bunlara göre kaynaklar-harcamalar dengesini kuruyor.