Döviz girişi devam ettiği ve döviz ucuz satıldığı sürece "dengesiz denge" sürdürülebilir.Bunları bir zamanlar ABD Başkanı'na da danışmanlık yapan ve geçen hafta içinde Türkiye'ye gelen Prof. Hanke söyledi.Prof. Hanke, İstanbul'da yapılan "Türkiye-Yabancı Sermaye-Fırsatlar Ülkesi" toplantısında konuştu. Prof. Hanke'nin bu uyarıları yaptığı günlerde Merkez Bankası, 2005 yılının ilk 9 ayında cari açığın (döviz açığının) geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 60 büyüyerek 16.4 milyar dolara ulaştığını açıkladı. Türk ekonomisinde bugün "denge dışı" durum var. Bu "denge dışı" durumun devamı (1) Değerlenmiş YTL'ye/ucuz dövize, (2) Yüksek reel faize, (3) Yüksek cari açığa/döviz açığına, (4) Kısa vadeli sermaye (sıcak para) girişinin devamına bağlı. Anka Ekonomi Bülteni'nde yayımlanan yazısında Dr. Nazif Ekzen, Türk Lirası'nın son bir yılda yüzde 18 değer kazandığına işaret ederek, son dört yıldır ekonomiyi ayakta tutan dövizdeki ucuzluğun sona ermesinin yaratacağı sorunlara dikkati çekti.Ekzen, Prof. Dr. Özer Ertuna'nın "500 Büyük Şirket"teki gelişmelere dayalı değerlendirmelerin önemini vurguladı... Ertuna diyor ki, "2001'deki Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı, ekonomide 'ihracat artışına
Zengin ülkeler (Türkiye gibi) fakir ülkelere "Ekonomi Tetikçisi" gönderiyor. Ekonomi tetikçileri "uzman olarak" ülke sorunlarını inceliyor. Raporlar hazırlıyor, projeler geliştiriyor. Bu projelerin bir an önce yapılması gerektiğine kamuoyunu ve hükümetleri inandırıyor. Sonra da bu projeleri hangi firmaların yapabileceğini, hangi kuruluşların kredi verebileceğini söylüyor...Ülkenin gündeminde olmayan, önceliği olmayan projeler, öncelikli işler haline geliyor. Ülkeler teklif edilen kredileri (bir fırsat, bir nimet imişçesine) kabul ediyor. Sonuçta ülke, kendi önceliği olmayan projeler yüzünden büyük borçlar altına giriyor. Borçlanan ülke "Ekonomi Tetikçisi"ni yollayan zengin ülkeye "bağımlı" duruma geliyor. İşte o çizgiden sonra devreye zengin ülkenin politikacıları giriyor. "Bağımlı ülkeyi" istedikleri biçimde kullanıyor. "Ekonomi Tetikçiliği" kapitalist sistemin ortaya çıkardığı yepyeni ve çok çok önemli bir "profesyonel meslek" dalı. Bunları "Confession of An Economic Hit Man" (Bir Ekonomi Tetikçisinin İtirafları) ismi ile John Perkins'in yazdığı kitaptan aktarıyorum. (Berrett Koehler Publisher, 2004, 250 sayfa. 24.95 dolar). New York Times'ın "en çok satan kitaplar" listesine
"Hoca anlatımı" ile, "Dahilde İşleme Rejimi üreticinin yurtiçinde işleyerek belli bir süre içinde ihraç etmeleri kaydıyla gümrük ve diğer vergi ve fonlardan muaf olarak ithalat yapabilmelerine imkân sağlıyor.""Halk anlatımı" ile, "TV ihraç etmek mi istiyorsunuz? 100 dolara bir TV göstericisini 3 parça halinde ithal ediniz. Bu 3 parçayı Türkiye'de bir araya getiriniz, vidalayınız. Yerli üretim olarak da 2 dolarlık bir de elektrik kablosu ve fişi ekleyiniz. 120 dolara ihraç ediniz." 120 dolarlık ihracat için 100 dolar ithalat yapmış oldunuz. 120 dolarlık ihracatta 2 dolarlık yerli girdi kullandınız. 18 dolar katma değer (Kira-faiz-ücret-kâr) yarattınız. "Dahilde İşleme Rejimi" diye adlandırılan bir uygulamayla, ihracata dönük üretim yapanlar, üretimde kullanacakları her türlü girdiyi yurtdışından gümrüksüz ithal edebiliyor. İktisatçı Mustafa Sönmez, "Türkiye İhracatında İthalat Bağımlılığı" adını taşıyan bir çalışma yaptı. Mustafa Sönmez'in bu çalışmasındaki bulgulara göre, "Dahilde İşleme Rejimi" (1) İthalatın artmasının ardındaki önemli nedenler biri. (2) İhracatımız artıyor diye seviniyoruz ama, ihraç ürünlerinde kendi girdilerimiz kullanılmıyor. Giderek daha çok ithal girdiyi
Eskiden bir gömlek üretilirken kullanılan 100 girdinin 20'si ithal, 80'i yerli idi. Bu 80'i üreten işyerlerinde insanlar çalışıyor, işletmeler ekonomiye katkıda bulunuyordu. Şimdi gömlek üretiminde kullanılan girdinin 70'i ithal, 30'u yerli. Olan biteni anlatabilmek için verdiğim bu basit örneği tüm ekonomi için genelleyiniz. Hele hele ihracata dönük imalat sanayiinin yapısının giderek daha çok ithal malı kullandığını dikkate alınız... Ekonomimizdeki yapısal sorunun önemi ortaya çıkar. İplik üreten baktı ki, pamuğu içeriden almak yerine ithal etmek daha ucuz. Bez dokuyan baktı ki ipliği içeriden almak yerine dışarıdan getirmek daha ucuz. Gömlek diken baktı ki, bezi içeriden almak yerine dışarıdan almak daha ucuz. Önce ülkedeki pamuk üretimi, sonra ülkedeki iplik üretimi, daha sonra da ülkedeki bez üretimi durdu. Üretenler ne yapacağını şaşırdı. Üretimde çalışanlar işsiz kaldı. Dışa açık bir ekonomiye sahibiz. İhracat da yapacağız, ithalat da yapacağız. Tabii ki, imalat sanayii yerli girdi yanında ithal girdi de kullanacak. Ama bunun bir ölçüsü var. İmalat sanayii ve özellikle ihracata dönük imalat sanayii giderek daha çok ithal girdi kullanır hale gelir ise, ekonomik yapı bozulur.
Ben tamamlanmış veya inşa halinde binaları görmeyi bekliyorum. Bomboş bir arsa üzerinde ufacık bir şantiye binasından başka bir şey yok. Şantiye binasına girdik. Kibar genç bir mühendis bize çay ısmarladı. Dostumuzun satın aldığı binanın çizimlerini gösterdi. Hangi daireyi kimin satın aldığını çizimlerin üzerine yazmışlar. Okumuş yazmış, çok kişinin ismen bildiği, tanıdığı bir dostum var. Eşi, "Çok güzel bir ev satın alıyoruz. Fiyatı da çok uygun, 300-400 bin dolar dolayında. Dostlarla birlikte olalım dedik. Sağımızı solumuzu, altımızı üstümüzü dostlar satın aldı. Bizim binada boş yer kalmadı. Ama yanındaki binada size bir yer ayırttık. Gelin, görün. Siz de alın" dedi. "Biz ev almak istemiyoruz" diyerek direndik ise de işe yaramadı. O kadar ısrarcı oldular ki, satın aldıkları binanın şantiyesine birlikte gitmeye mecbur olduk. Mühendis bey, "Fırsatı kaçırmayınız... Daireler kapışılıyor. Dört blok satışa çıktı. Önümüzdeki hafta 4 blok daha satışa çıkarılacak. Onlarda fiyat yüzde 30 zamlı..." diyor.Şantiyeden dışarıya çıktık. Arsaya kazıklar çakılmış. Mühendis bey anlatıyor: "Sizin bina şuraya yapılacak... Öbür bina şuraya gelecek... Yok yok... Belki şuraya gelecek..."Nereye
Konseri anlatmadan sanat ve para ilişkisine dikkat çekmek istiyorum. Sanat olmazsa hiçbir şey olmaz... Ama... Para olmaz ise de ne sanatçı yetişir, ne sanatçı yaşar, ne o sanattan ve sanatçıdan başkalarının haberi olur ve ne de sanat yayılır.Güher ve Süher Pekinel, günümüzün en iyi piyano ikililerinden biri olarak kabul ediliyor. Sahnede sırt sırta (yüzleri birbirine dönük olmadan) çalan dünyanın tek piyano ikilisi olarak ün yaptılar. İstanbul'da doğan, ilk derslerini annelerinden alan Güher ve Süher Pekinel, Paris, Frankfurt, Philadelphia ve New York'ta müzik eğitimi gördüler. Solist olarak çok sayıda uluslararası yarışmada birincilik ödülü aldılar. Dünyanın her köşesinde en ünlü orkestralarla çaldılar, çalıyorlar. Konserler veriyorlar.Geçen salı akşamı, İstanbul'da İş Sanat Kültür Merkezi'nin 800 kişilik salonunda Bilkent Orkestrası eşliğinde J. S. Bach ve F. Poulenc'in iki piyano için konçertolarını seslendirdiler. Güher ve Süher Pekinel'in solist olarak katıldıkları Bilkent Senfoni Orkestrası'nın konseri ile İş Sanat'ın 6'ncı konser sezonu açıldı. Yaptıkları müzik ile, sahne hâkimiyetleri ve zarafetleri ile izleyenleri büyülediler. Konser bitti. Gece yarısı uçağa bindiler.
2005 yılının ilk 10 ayında ihracat geçen yıla göre yüzde 17 arttı, 59 milyar dolara ulaştı. İthalat da geçen yıla göre yüzde 21 arttı. 95 milyar dolara yükseldi. Döviz gideri ile geliri arasında on ayda 36 milyar dolar açık oluştu. İhracat artışı neden önemlidir? Çünkü ihracat artışı demek daha çok üretmek, daha çok üretmek için daha çok yatırım yapmak, daha çok insan çalıştırmak demektir. Çünkü ihracat demek döviz geliri demektir. Bizde bu sistem ters işliyor. İhracat artıyor. Ama yatırım, istihdam, üretim ihracat kadar artmıyor. Ekonomi yüzde 5 dolayında büyürken ihracat yüzde 17 dolayında büyüyor. İhracat artıyor. Ama ithalat daha hızlı artıyor. Döviz gelecek yerde dışarıya döviz akıyor. Neden böyle oluyor? İhracat neden ekonominin büyümesine, döviz açığının kapanmasına destek vermiyor?Ülkemizin en iyi iktisatçılarından biri olan Korkut Boratav Hoca, olan biteni "rakamlarla açıkladı". Ama bizde bu tür açıklamalar kamuoyunda gereğince değerlendirilmiyor. Sayın okuyucularıma Korkut Boratav Hoca'nın çalışmasını özetleyeceğim.Hoca diyor ki, 1989-2004 yılları arasında ihracatımız ortalama olarak her yıl yüzde 12 büyüdü. Dışarıya sattığımız mallar ise büyük ölçüde "sanayi malı". Tüm
Şimdi benzer malı Çin'den 110 dolara ithal ediyoruz. Rakip bir firmanın aynı malı 90 dolara ithal ettiğini öğrendik."Gazetelerde okuduk. "Arçelik elektrikli süpürge üretimine son vermiş. Çin'de ürettirip satmak daha ucuza geliyormuş." "Çin malı" ucuzluğu sadece ev tipi havalandırma cihazları ile elektrik süpürgesinde söz konusu değil ki... Hemen tüm tüketim mallarında ve belli yatırım mallarında Çin bütün dünyaya ve bu arada Türkiye'ye "ucuz mal" satıyor.Ucuz Çin malı ile rekabet edebilmek için bütün dünyadaki üreticiler gibi bizim üreticilerimiz de kapasiteyi zorluyor, verimliliği artırıyor, maliyetleri düşürüyor, kârı kısıyor, fiyatı ucuzlatıyor.Açık anlatımıyla, Çin bütün dünyada ve de bu arada Türkiye'de fiyatların artmasını önlüyor. Fiyatları aşağıya çekiyor.Tabii ki ucuz döviz politikası sonucu, genelde tüm ithal mallarını ve üretimin ana girdilerini ucuz olarak ithal etmemizin Türkiye'de enflasyonun gerilemesinde payı var ama, Çin'in fiyat baskısı olmasa idi, biz şimdilerde çok şeye çok daha yüksek fiyat ödemek zorunda kalırdık.Çin malını ucuz alıyoruz ama, Çin'den getirdiğimiz mala ödediğimiz toplam döviz miktarı da giderek büyüyor. Bir işadamımız anlattı: "Evlerde