<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Hocalar diyor ki: "Faiz ucuzlayınca, ekonomi canlanır. Üretim, istihdam, yatırım artar. Bunun için ucuz faiz iyidir." Hocalar böyle diyor ama faizi ucuzlatmak her zaman işe yaramıyor. ABD'de Federal Reserve (Merkez Bankası) faiz oranını son 3 yılda 12 kez düşürdü. Yüzde 1.25 faiz son kırk yılın en düşük faizi. Ama ABD ekonomisi bir türlü canlanamıyor, dolar euro karşısında ayağa kalkamıyor.
Gelelim Türkiye'ye... Bizim ülkemizde "faiz yüksek"... Faizin yükseklik ölçüsü enflasyon. Yıllık enflasyon hedefi yüzde 20'ler iken, Hazine yüzde 45'lerde dolanan bir faiz ödüyor. Hazine faizi piyasa faizini belirliyor. Bu ise yüzde 20'lerin üzerinde "reel" (enflasyondan arındırılmış) faiz anlamına geliyor.
Bizde "faiz" dövizin "sigortası" olarak kabul edilir. Faiz ucuzladığında paranın dövize gideceğine, dövize talep artınca döviz fiyatının yükseleceğine ve dövizin tükeneceğine inanılır.
Şu günlerde kimse dövizin tükeneceğinden korkmuyor da döviz fiyatının ucuzluğundan yakınıyor. Bu nedenle "reçete" hazır: "Faizi indirelim, dövize
Deflasyon, ekonomide tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarının genel olarak gerilemeye başlaması. Bunun "sesi" önce kulağa hoş geliyor ama, "arkası" kötü.Çünkü fiyatlar genel olarak gerilemeye başlayınca, insanlar ve kurumlar "daha ucuza alma" bekleyişine girerek harcamayı kesiyor. Talep düşünce üreticiler önce fiyatı kırıyor. Ama gene de satamayınca stoklar artıyor. Kapasite kullanımı düşüyor. Üretici ya işçi çıkarıyor, ya da ücretleri kısıyor. O zaman talep daha da küçülüyor. Talep küçülünce ticari ve sınai işletmelerin fon akımı bozuluyor. Borçlarını ödeyemiyorlar. Alacaklılar ve bankalar zor duruma düşüyor... İflaslar başlıyor. Böylece günden güne işler daha da kötüye gidiyor. Bu dünyada "fiyatlar artmıyor, düşüyor!.." diyerek üzülenler ve ne yapacaklarını bilemeyenler de var!.. ABD'de ekonomiden sorumlu olanlar ne yaparlar ise yapsınlar, fiyatlar artmıyor. Fiyatlardaki genel düşme eğilimi ABD ekonomisinde deflasyon tehlikesine işaret ediyor. Amerikalılar on yıldır deflasyondan bir türlü kurtulamayan Japon ekonomisinin durumuna bakarak telaşlanıyor. Korkunun dört nedeni Deflasyondan korkulmasının nedeni, gelişmelerin kontrolden çıkması. Deflasyon ile ilgili klasik reçete basittir.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Bu dünyada "fiyatlar artmıyor, düşüyor!.." diyerek üzülenler ve ne yapacaklarını bilemeyenler de var!.. ABD'de ekonomiden sorumlu olanlar ne yaparlar ise yapsınlar, fiyatlar artmıyor. Fiyatlardaki genel düşme eğilimi ABD ekonomisinde deflasyon tehlikesine işaret ediyor. Amerikalılar on yıldır deflasyondan bir türlü kurtulamayan Japon ekonomisinin durumuna bakarak telaşlanıyor.
Deflasyon, ekonomide tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarının genel olarak gerilemeye başlaması. Bunun "sesi" önce kulağa hoş geliyor ama, "arkası" kötü.
Çünkü fiyatlar genel olarak gerilemeye başlayınca, insanlar ve kurumlar "daha ucuza alma" bekleyişine girerek harcamayı kesiyor. Talep düşünce üreticiler önce fiyatı kırıyor. Ama gene de satamayınca stoklar artıyor. Kapasite kullanımı düşüyor. Üretici ya işçi çıkarıyor, ya da ücretleri kısıyor. O zaman talep daha da küçülüyor. Talep küçülünce ticari ve sınai işletmelerin fon akımı bozuluyor. Borçlarını ödeyemiyorlar. Alacaklılar ve bankalar zor duruma düşüyor... İflaslar başlıyor. Böylece günden güne işler daha da kötüye gidiyor.
TÜSİAD'ın "biz ettik, siz etmeyin misyonu" 1975 yılında başladı. ABD yönetimi Kıbrıs sorunu nedeniyle Türkiye'ye "ekonomik ve askeri" ambargo uyguluyordu. Türk hükümeti ile ilişkileri dondurmuştu. Feyyaz Berker başkanlığında bir heyet iki defa üst üste ABD'ye gitti. Heyet Washington'da zamanın başkanı tarafından kabul edildi. Kongre üyelerinin çoğu ile temas sağlandı. Heyette Dr. Nejat Eczacıbaşı, Rahmi Koç, Asım Kocabıyık, Jak Kamhi, Fred Burla, Necati Akçağlılar gibi önde gelen sanayiciler vardı. (Ben de görevim nedeniyle bu iki seyahate katıldım.) Dışişleri Bakanlığı ile zamanın Başbakan'ının bilgisi ve ilgisi ile yapılan bu seyahatlerin ambargonun kaldırılmasında olumlu etkisi görüldü.O zamandan beri TÜSİAD heyetleri ABD'ye gider gelir. Ekonomik sorunlardan çok siyasi sorunları tartışır. Çözümüne yardımcı olmaya çabalar. Şimdilerde Washington'da devamlı bir de temsilciliği var.Tuncay Özilhan başkanlığında, yönetim kurulu üyeleri Arzuhan Yalçındağ, Ömer Aras, Pekin Baran, Cem Duna, TÜSİAD üyeleri Selim Demiren, Şerif Egeli, Andrew Glass, John McCart, ve Mustafa Sayintaç ile TÜSİAD danışmanları İlter Türkmen ve Soli Özel'den oluşan bir TÜSİAD heyeti geçen hafta gene
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
ABD bizim dostumuz diyoruz ama... "Ne biçim dost ise!.." Yıllardır bizi "horlar" durur... Biz de, "biz ettik, siz etmeyin..." diyerek yıllardır ABD yöneticilerinin gönüllerini almak için helak oluruz... TÜSİAD, büyük sanayici ve işadamlarının derneği... Serbest piyasa ekonomisinde sanayiin ve ticaretin gelişmesine öncülük etmek, özel sektörün sorunlarını, görüşlerini kamuoyuna duyurmak için 1972'de kuruldu. Ama kurulduğundan bu yana TÜSİAD "ABD ile arayı düzeltmek için çırpınmaktan yorgun düştü."
TÜSİAD'ın "biz ettik, siz etmeyin misyonu" 1975 yılında başladı. ABD yönetimi Kıbrıs sorunu nedeniyle Türkiye'ye "ekonomik ve askeri" ambargo uyguluyordu. Türk hükümeti ile ilişkileri dondurmuştu. Feyyaz Berker başkanlığında bir heyet iki defa üst üste ABD'ye gitti. Heyet Washington'da zamanın başkanı tarafından kabul edildi. Kongre üyelerinin çoğu ile temas sağlandı. Heyette Dr. Nejat Eczacıbaşı, Rahmi Koç, Asım Kocabıyık, Jak Kamhi, Fred Burla, Necati Akçağlılar gibi önde gelen sanayiciler vardı. (Ben de görevim nedeniyle bu iki seyahate katıldım.) Dışişleri Bakanlığı ile zamanın
"Jil Sander"den bize ne, demeyiniz. Jil Sander isimli bu sarışın Alman hanımın hikayesinden bizim hanımlarımızın, beylerimizin alacakları çok ders var. Türkiye'de ucuz işçi çalıştırarak, ucuz don gömlek, havlu bornoz üretiyor, ihraç ediyoruz. Hala bir marka yaratamadık. Halbuki artık tekstil ve giyim sanayiinde büyük birikim oluştu. Çok sayıda genç kızımız, erkeğimiz yurtdışında ve içinde eğitim gördü. Neden onlardan biri Jil Sander olamasın?Jil Sander daha altı aylık iken çilingir olan babası annesini terk etti. Üvey babası oto satıcısı idi. Almanya'da tekstil çizimi eğitimi gördü. Los Angeles'ta gazetecilik yaptı. Üvey babasının ölümü üzerine ABD'den Almanya'ya döndü. Mecmularda moda yazıları yazmaya başladı. 1968'de gazeteciliği bırakıp kendi çizdiği giyim eşyalarını satmaya karar verdi. Volkswagen otomobilini satıp Hamburg'da küçük bir mağaza kiraladı. Mağazasında kendi çizip, başkalarına diktirdiği kadın giysilerini satıyordu.1970'de Paris'teki, 1988'de Milano'daki hazır giyim fuarlarına katıldı. Çizdiği giyim eşyaları büyük ilgi gördü. İsmi marka oldu. 1989'da firmasını halka açtı. Hisse senetlerinin yüzde 33'ünü satarak 56 milyon dolar topladı. Ve bu para ile ABD pazarına
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Geçen hafta zengin ülkelerin medyasında bolca, "Jil Sander" haberi vardı. Kendi yarattığı markayı ünlü Prada grubuna sattıktan sonra, işin başından ayrılınca, marka zarar etmeye başladığından, markanın yeni sahipleri onunla tekrar anlaşmak zorunda kalmıştı.
"Jil Sander"den bize ne, demeyiniz. Jil Sander isimli bu sarışın Alman hanımın hikayesinden bizim hanımlarımızın, beylerimizin alacakları çok ders var. Türkiye'de ucuz işçi çalıştırarak, ucuz don gömlek, havlu bornoz üretiyor, ihraç ediyoruz. Hala bir marka yaratamadık. Halbuki artık tekstil ve giyim sanayiinde büyük birikim oluştu. Çok sayıda genç kızımız, erkeğimiz yurtdışında ve içinde eğitim gördü. Neden onlardan biri Jil Sander olamasın?
Jil Sander daha altı aylık iken çilingir olan babası annesini terk etti. Üvey babası oto satıcısı idi. Almanya'da tekstil çizimi eğitimi gördü. Los Angeles'ta gazetecilik yaptı. Üvey babasının ölümü üzerine ABD'den Almanya'ya döndü. Mecmularda moda yazıları yazmaya başladı. 1968'de gazeteciliği bırakıp kendi çizdiği giyim eşyalarını satmaya karar verdi. Volkswagen
Batı ülkelerinde bankaların çoğu mevduata yüzde 3 faiz verirken, bir banka yüzde 6 faiz vereceğini ilan ettiğinde, ülkenin sorumlu kurumu, o bankanın yöneticilerini çağırır. "Anlatın bakalım... Herkes yüzde 3 faiz verirken siz nasıl yüzde 6 faiz veriyorsunuz?.. Siz ne yapacaksın, nasıl kar edeceksiniz de halka bu faizi ödeyeceksiniz?.. Ve de batmayacaksınız... Ya öbür bankaların tümü halkı kandırıyor. Ya siz kandırıyorsunuz..." diyerek sorguya çeker.Adnan Başar Kafaoğlu başarılı bir maliyecimizdi. Erken öldü. İlginç bir hikaye anlatırdı... Bir gün New York'ta gezinirken bir dükkanın vitrinindeki ilan dikkatini çekmiş. İlanda şunlar yazılı imiş: "Neden paranızı bankada düşük faiz ile tutuyorsunuz? Paranızı getirin. Biz dolara ayda yüzde 10 faiz veriyoruz..." Adnan Başar Kafaoğlu bakmış dükkana çok sayıda giren çıkan da var... Aklı takılmış... Ertesi gün tekrar o dükkanın önünden geçerek aynı ilginin devam edip etmediğini görmek istemiş. Bakmış ki, dükkanın kapısında kocaman bir kilit. Vitrinde de kocaman harflerle bir yazı: "Bu ülkede ticaret sebest, dolandırıcılık yasaktır. New York Polis Müdürlüğü..."Bunları neden yazıyorum?.. Ayşe Hanımların çoğu, özellikle yurtdışında ve de