Güngör Uras

Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Galata Köprüsü dediğiniz yer sadece bir vapur iskelesi değildi eskiden... Sabah yolcu indirir, akşam yolcu bindirirdi... Kendinizi yorgun mu buldunuz akşam vakti... Köprüaltı kahvehaneleri işte o yorgunluğu almak içindi. Bir fincan kahve, dilerseniz bir şişe nargile... Bir dostunuzla "iki mars bir oyun" tavla... Yorgunluk kallavi mi? Yanıbaşı meyhane... Dizi dizi kitaplar da satılırdı bir köşede... Uzun Ömer piyango bileti satardı. Onun yanındaki manavlarda taze ceviz, badem hıyar, incir, kestanenin en nefisi bulunurdu.
Vapurlar gelir giderdi... Bir mütevazı "şiir" gibi... "Vapurlar / ballı börekli / çaylı çörekli / nane şekerli / Simitli / yorgun istimli / çeşit çeşit isimli / Kalender / Tarzınevin / Suat / Ülev / Halas / Vapurlar / yorgun argın / geçmişe dargın / vapurlar..."
Şimdi bir başka köprü var aynı yerde... Betondan bir karayolu köprüsü... Ne iskelesi var, ne insan sıcaklığı... Üstelik açılıp kapanmıyor. Vapurlar o yüzden Haliç'te rehin... Denizi sevmeyen insanların hükmettiği İstanbul öldürüyor, hem denizi hem denize ait güzellikleri... Gariban şehir... Ve de eski Galata Köprüsü Haliç'e çekilmiş, altı boş, üstü boş ölümü bekliyor.
Bu satırlar ve şiir Melih Aşık kardeşime ait. Melih Aşık, Açık Pencere'sinde, "Köprü vardı eskiden" diyerek bu duygusal satırları ve şiiri yayımlayınca Ünsal Oskay Hoca beni aradı. "Galata Köprüsü" benzeri müesseselerini birer birer kaybeden İstanbul'un, o şehirde yaşayanların hayatını nasıl yozlaştırmaya başladığını anlattı.
"Ben talebeliğimde Adapazarı'ndan İstanbul'a Galata Köprüsü için gelirdim. Takım elbise giyer, kıravat bağlar, Galata Köprüsü'ne gider balık tutanları, nargile içenleri izler, köprü altında ekmek içi balık yerdim. Şimdi acaba kim İstanbul'un neyine özlem duyuyor" diye sordu.
Prof. Dr. Ünsal Oskay, iyi bir gözlemci, iyi bir toplum bilimci, iyi bir felsefecidir.
Bana şunları anlattı: "İstanbul güler yüzlü bir şehirdi. Galata Köprüsü, Mısırçarşısı, Mahmutpaşa, Kapalıçarşı, Karaköy, Eminönü, Üsküdar, Sarıyer, Beykoz Çayırı, Çamlıca Tepesi İstanbul'un müesseseleri idi. İstanbul güler yüzlü idi. Orada yaşayan insanlar güler yüzlü idi. Birbirini seviyordu. İstanbul şimdi, beton binalar, beton yollar, yolların çevresinde reklam panoları ile çırılçıplak, soğuk, asık suratlı bir şehir.
Atalarımız her köşeye bir cami yaparken, onun yanına bir çeşme, bir hamam, bir medrese, bir kütüphane, bir avlu inşa ederek estetiği, temizliği, güzelliği bir bütün olarak şehrin her köşesine serpiştirmişti.
Şimdi şehrin soğukluğu insanlara geçer oldu. İnsanlar asık suratla geziyor. Sevgisizlik, vurdumduymazlık olağan hale geldi. İstanbul'a "faşizm" geldi. Faşizm, bir ülkeye illa da "yürüyüş kıtası" ile gelmez. Faşizmi bir ülkeye illa da Musolini getirmez. Öyle geleni gelse de çabuk gider. Tehlikeli olanı böyle gelenlerdir. Bu "içselleşmiş faşizm"dir. İnsanların birbirini sevmemesi, kabalaşması, her türlü nezaket ve nezahat kaidelerini umursamaz olmasıdır. İçselleşmiş faşizm insanların hayata güzellik katma merak ve zevkinden vazgeçmelerine neden olur. İşin kötü yanı İstanbul'da yaşayanların İstanbul'un faşizm çemberine düştüğünü fark edememeleridir."
Sayın okuyucularım bu hafta sonu biraz düşününüz. Acaba Ünsal Hoca'nın söyledikleri yanlış mı?