Başka ülkede insanlar şarabı veya benzer bir içkiyi mutlu olmak için içer. İçtikçe güler... Bizde içki içen "N'olacak bu memleketin hali?" diyerek başlar dövünmeye... Bizde gazeteci milletinden beklenen, sorunları, sadece sorunları dile getirmesi, daha sert, daha vurucu yazmasıdır. Gazeteci milleti de sadece sorunları yaza yaza bir süre sonra sorunların altında ezilip gider. Mutluluğu, mutluluktan söz etmeyi, mutluluk aramayı unutur.
Kız arkadaşım geçen hafta sonu "Suratını asıp, hindi gibi düşünmeyi bırak... Gel bir sinemaya gidelim" dedi.
Kabataş Lisesi bahçesindeki eski Feriye Karakolu binası esas alınarak inşa edilen Kabataş Sanat ve Kültür Merkezi'ndeki sinemada "Paylaşılamayan Tutkular" filmini görmek için yola çıktık.
Akşam üzeri, Feriye bahçesinin güzelliği bizi büyüledi. Bançe tertemiz. Denizin kıyısında dolanıyorsunuz. Etrafta güller açmış. İlk defa Feriye Sineması'nda film seyredeceğiz. Aynı binada 3 farklı salonda 3 farklı film. Kişi başına 2 milyon lira giriş ücreti ödedik. Tertemiz, koltukları mükemmel bir sinema.
Film derseniz güzel mi güzel. Beş yaşında çello çalmaya başlayan 1987 yılında 42 yaşında multiple sclerosis denilen hastalık nedeniyle ölen "Jacqueline de Pre" isimli İngiliz kızın hayat hikayesi. Kızkardeşi Hilary fülüt çalıyor. Jackie kızkardeşini aşıp, daha başarılı ve ünlü bir sanatçı olmasına rağmen mutluluğu bulamıyor. Hele en ünlü yıllarında 28 yaşında yakalandığı hastalık nedeniyle yay tutamaz hale gelmesi onun bütün dengesini bozuyor. Gerçek bir hayat hikayesi. Nefis bir oyun. Nefis bir müzik... Bol gözyaşı. Film pek hoşumuza gitti.
Filmden çıkınca gene Feriye'nin bahçesinde dolaştık. Gökte ay çıkmıştı. Yanda Ortaköy Camii, karşıda Anadolu yakası, ileride köprü pırıl pırıl aydınlatılmıştı. Gece vakti Boğaz'ın kıyısında dolaşmanın zevki bir başkaydı.
Feriye bahçesinden çıktık. Ortaköy'de yürüdük. İskele meydanını gençler doldurmuştu. Seyrettiğimiz filmin müzik kaseti işportada satılıyordu. Bir milyon 300 bin liraya bir kaset satın aldık. Hava pek güzeldi. Boğaz kıyısında insanlar balık tutuyordu. Rumelihisarı İskelesi'ne yakın, kıyıya bağlanmış kayıklarda "balık ekmek" satılıyordu.
Bebek sahilinde yol üzerinde satış yapan "Vuslat Ablamın evine yakın" bir sokak köftecisinin ününü duymuştuk. Kız arkadaşım, köfte ekmek yemek istedi. Birbuçuk porsiyon, yarım ekmek içi tükrük köfte ısmarladık. Bir milyon 200 bin lira ödedik. Lezzeti pek güzeldi.
Eve dönerken Emirgan'da Çınaraltı'nda denizi seyrederek bir bardak çay içmek istedik. Ön sıradaki masalara servis yapan çaycı cam bardak ile servis yapmadığını söyledi. Biz de arka sıradaki masalara geçtik. Cam bardakta mis gibi akşam çayı içtik. İki yüz bin lira ödedik.
Kız arkadaşım pek mutlu oldu. "Bu küçük mutlulukları yaşamamak aptallık... Bu küçük mutluluklara daha çok zaman ayırmalıyız" dedi.
Galiba doğruyu söyledi.
(Meraklısına not: (1) Jacqueline du Pre hayatta iken 13 "long play" plak doldurmuş. Ailesinin hayat hikayesi roman haline getirilmiş. Daha fazla bilgi isteyenler "İnternet"e girip "mindspring.com/muelle/dupre/" diye yazarlar ise, ekrana dünya kadar bilgi akıyor. (2) Kız arkadaşımla 27 yıl önce Ankara'da benzer bir küçük gezinti yapmıştık. Gençlik Parkı'ndaki Belediye Nikah Salonu'nda nikah memuru Mücteba Bey'in önüne çıkmıştık.)