Fakat sakın yanlış anlaşılmasın! Peşinen belirtelim; bir insanın hastalık emareleri göstermesi ölmesi anlamına gelmez. İç borç dinamiğinde olumsuz gelişmelerin görülmesi hemen konsolidasyonu gerektirmez. Ancak acilen önlem alınması gerekiyor.Önce iç borç dinamiğinin temel parametrelerinden biri olan reel faize bakalım. TL bazında yapılan iç borçlanmalarda yüzde 30u aşan en ante (yani geleceğe dönük) reel faiz var. Açıkçası korkunç. Ve bir türlü de gevşemiyor.Bunun nedenleri ise defalarca yazıldı. Birincisi, bankacılık kesimindeki zaafiyet hala sürüyor. Gerçi bankalar ellerindeki parayı kredi olarak satamayınca bono alıyorlar. Ama bunun ne kadar süreceği belli değil. İkincisi, ortada bir iç tasarruf yetersizliği sorunu var, ki bunun kısa vadede aşılması olanaksız. Ve nihayet piyasadaki oligopolistik yapı sıkıntı yaratıyor. Hazine genellikle iç borçta bir amiral gemisi seçer. Hem kendisini zora sokar, hem de o bankayı riskli duruma. Bunu kırmak için Hazinenin ikinci piyasalarda aktif olması gerekir. Oysa iç borç danışma kurulu adeta bankalara biat edilen toplantılara dönüşmüştür.Reel faizlerin yüzde 15 düzeyine düşmesi şart. Bu da mevcut enflasyon hedefi değişmeyecekse, nominal
<#comment>#comment> Türkiye’nin en büyük derdi kamunun iç borcu. Çünkü bu borç çok yüksek faizle dönüyor. Geçenlerde Vatan gazetesinde Profesör Asaf Savaş Akat konuya ilişkin bir dizi yaptı. Biraz da tepki topladı. Çünkü bizim finans oyuncuları faizin yeterince yüksek olmasını, ama riskin oluşmamasını isterler. Tabii bu mümkün değildir. Oysa Akat da, bizim gibi, bu reel faiz düzeyiyle ve mevcut kamu maliyesi performansıyla, Hazine’nin borç ödeme takatinin bir süre sonra tükeneceği kanısında.
Fakat sakın yanlış anlaşılmasın! Peşinen belirtelim; bir insanın hastalık emareleri göstermesi ölmesi anlamına gelmez. İç borç dinamiğinde olumsuz gelişmelerin görülmesi hemen konsolidasyonu gerektirmez. Ancak acilen önlem alınması gerekiyor.
Önce iç borç dinamiğinin temel parametrelerinden biri olan reel faize bakalım. TL bazında yapılan iç borçlanmalarda yüzde 30’u aşan en ante (yani geleceğe dönük) reel faiz var. Açıkçası korkunç. Ve bir türlü de gevşemiyor.
Bunun nedenleri ise defalarca yazıldı. Birincisi, bankacılık kesimindeki zaafiyet hala sürüyor. Gerçi bankalar ellerindeki parayı kredi olarak satamayınca bono alıyorlar. Ama bunun ne kadar süreceği belli değil. İkincisi, ortada
Bu yıl da 54 ülkeye ilişkin tahminler vardı. Ancak Türkiyeye ilişkin değerlendirmeler çok çarpıcıydı. Şöyle deniyordu:"Amerikanın Iraka saldırısı 2003 yılında Türkiye için riskler oluşturacaktır. Eğer Irakın Kürtleri kendi devletlerini kurmaya kalkarsa, Türkiyenin Kürtleri de buna katılmayı arzulayabilir ve Türkiyeden toprak koparabilir. Türkiye üslerinin Amerika tarafından kullanılmasına duyarlı olacaktır, fakat Ankara beklediği garantiyi alınca uzlaşacaktır.""2003 yılında uzun bir durgunluktan sonra ekonomi canlanacaktır. Ancak borç ödeme sorunu ortadan kalkmış değildir. IMF kredileri yardımcı olmakla birlikte, daha fazla yardıma gerek bulunmaktadır. Yakınlara düşen bombalarla turizm pek döviz yaratamaz."Öncelikle şunu belirtelim; The Economist dergisi Batının muhafazakar kesimini temsil eden, son derece ciddi bir dergidir. ABDde de etken olan bu dergide böylesi bir ibarenin yayımlanması, eğer gözlerden kaçmadı ise, hayra alamet değildir. Türkiyeyi ve Türk aydınlarını rahatsız etmelidir. Çünkü Türkiyenin toprak bütünlüğü tartışılmaktadır... Iraka saldırı sonrası Kuzey Irakta yeni bir devletin kurulması olası olabilir. Ancak Türkiyeden bir katılım beklemek ham hayalden öteye
<#comment>#comment> Her yıl başında The Economist dergisi bir yıllık çıkarır. Bu yıllık içinde o yılın önemli gelişmeleri değerlendirilir. Geleceğe ilişkin çeşitli konularda yazılar yer alır. Ayrıca dünyanın belli başlı ekonomileri bazı verilerle kısaca değerlendirilir.
Bu yıl da 54 ülkeye ilişkin tahminler vardı. Ancak Türkiye’ye ilişkin değerlendirmeler çok çarpıcıydı. Şöyle deniyordu:
"Amerika’nın Irak’a saldırısı 2003 yılında Türkiye için riskler oluşturacaktır. Eğer Irak’ın Kürtleri kendi devletlerini kurmaya kalkarsa, Türkiye’nin Kürtleri de buna katılmayı arzulayabilir ve Türkiye’den toprak koparabilir. Türkiye üslerinin Amerika tarafından kullanılmasına duyarlı olacaktır, fakat Ankara beklediği garantiyi alınca uzlaşacaktır."
"2003 yılında uzun bir durgunluktan sonra ekonomi canlanacaktır. Ancak borç ödeme sorunu ortadan kalkmış değildir. IMF kredileri yardımcı olmakla birlikte, daha fazla yardıma gerek bulunmaktadır. Yakınlara düşen bombalarla turizm pek döviz yaratamaz."
Öncelikle şunu belirtelim; The Economist dergisi Batı’nın muhafazakar kesimini temsil eden, son derece ciddi bir dergidir. ABD’de de etken olan bu dergide böylesi bir ibarenin yayımlanması,
Ancak konumuz ekonomi. AKP iktidara geldiğinde çelişkili ve tutarsız açıklamalar izlenmişti. Zamanla bu açıklamalar piyasalardaki güveni sarsmıştı. Güvenin sarsılması önemli, çünkü nominal faizler yükseliyor ve bu da tüm ekonomik dengeleri olumsuz etkiliyor.Ancak açıklamalardan kötüsü yanlış politikaların sürmesi. AKP iktidara ilk geldiğinde tutarsız ve çelişkili açıklamalar popülizm marazının süreceği izlenimi veriyordu. "Böyle giderseler", diyorduk içimizden "bir süre sonra ekonomik veriler ciddi biçimde sapmaya başlayabilir". Ancak ekonomik göstergelerin bazıları alarm vermeye başladı bile.Önce faizlerden başlayalım. Faizler çok yüksek düzeyde. Şu anda bonolarda nominal bileşik faizler yüzde 57 - 59 bantında. Yıl sonu enflasyonun hedefinin yüzde 20de olduğunu göz önüne alırsak, reel faizin yüzde 30u aştığı, yani fahiş düzeye ulaştığı daha iyi anlaşılır. Açıkçası, Hazinenin uzun süre bu reel faize dayanabileceğini düşünmek saflık olur. İkincisi, enflasyon konusunda ocak verileri iyimserliği bir yana bırakıp daha gerçekçi olmamız gerektiğine işaret ediyor. TEFE rakamı öylesine yüksek geldi ki, yıl sonu enflasyon hedefi olan yüzde 20nin tutması konusunda kaygılar ciddi biçimde
<#comment>#comment> Gerek ekonomik, gerekse siyasal gelişmelerden ciddi biçimde tedirginiz, kaygılıyız. Siyasal alanda iktidar ürkek ve tutarsız bir tutum sergiliyor. Muhalefet ise asli görevini yapmaktan çok, noksanlığını duyduğu kredibiliteyi kısa yoldan kazanmaya çalışıyor. Hatta çoğu zaman ortalıklarda görünmemeye çalışıyor.
Ancak konumuz ekonomi. AKP iktidara geldiğinde çelişkili ve tutarsız açıklamalar izlenmişti. Zamanla bu açıklamalar piyasalardaki güveni sarsmıştı. Güvenin sarsılması önemli, çünkü nominal faizler yükseliyor ve bu da tüm ekonomik dengeleri olumsuz etkiliyor.
Ancak açıklamalardan kötüsü yanlış politikaların sürmesi. AKP iktidara ilk geldiğinde tutarsız ve çelişkili açıklamalar popülizm marazının süreceği izlenimi veriyordu. "Böyle giderseler", diyorduk içimizden "bir süre sonra ekonomik veriler ciddi biçimde sapmaya başlayabilir". Ancak ekonomik göstergelerin bazıları alarm vermeye başladı bile.
Önce faizlerden başlayalım. Faizler çok yüksek düzeyde. Şu anda bonolarda nominal bileşik faizler yüzde 57 - 59 bantında. Yıl sonu enflasyonun hedefinin yüzde 20’de olduğunu göz önüne alırsak, reel faizin yüzde 30’u aştığı, yani fahiş düzeye ulaştığı daha iyi
Önceki yıl Nobel ödüllü Profesör Bob Solow Türkiyeye geldiğinde Koç Holding için bir konuşma yapmıştı. Konuşma sonunda gayet tanınmış ve saygın bir işadamımız (ki engin de deneyim sahibidir) kalktı ve "biz aylardır yüzde 60 - 70 enflasyonla yüzde 6 - 7 büyüyoruz. Bu enflasyonun bize ne zararı var ki" dedi. Aslında kısmen haklıydı. Bizim yıllardır yüksek enflasyonla yaşadığımız doğruydu. Ancak büyüdüğümüz çok yanlıştı! Türkiye rakiplerinden çok geri kalmıştı.Büyüme ve enflasyon arasında ters yönlü bir ilişkinin olduğu elbette bir gerçek. Ancak bu ters yönlü ilişki düşük enflasyonlarda veya durgunluk sonraları geçerli oluyor. Enflasyon çok yükseldiğinde bu ilişki hemen düzleşiyor. Hatta kronik enflasyon büyümenin temel engeli haline geliyor.TÜSİADın bu konuya ilişkin bir çalışma yaptırarak geçenlerde açıklaması önemli. Koç Üniversitesinde görev yapan üç doçentin (Kamil Yılmaz, Cevdet Akçay ve Emre Alper) hazırladığı bu rapor (Enflasyon ve Büyüme Dinamikleri) önce son 25 yılın ekonomik politikalarına bakıyor. Ve sorunların temelinde, kamu maliyesi disiplini sağlanmadan mali serbestleşmeye geçilmesini görüyor. Katılıyoruz.Daha sonra kamu açıkları, borçlar ve enflasyon hedeflemesine
<#comment>#comment> Türkiye’de enflasyonun aşılamamasının temel nedenlerinden biri de iş aleminin enflasyondan memnun olmasıdır. Zaman zaman işadamları "bu program reel sektörü göz ardı ediyor" diye lafa başladılar mı, bilin ki enflasyonun düşmesinden rahatsızlık duymaya başlamışlardır.
Önceki yıl Nobel ödüllü Profesör Bob Solow Türkiye’ye geldiğinde Koç Holding için bir konuşma yapmıştı. Konuşma sonunda gayet tanınmış ve saygın bir işadamımız (ki engin de deneyim sahibidir) kalktı ve "biz aylardır yüzde 60 - 70 enflasyonla yüzde 6 - 7 büyüyoruz. Bu enflasyonun bize ne zararı var ki" dedi. Aslında kısmen haklıydı. Bizim yıllardır yüksek enflasyonla yaşadığımız doğruydu. Ancak büyüdüğümüz çok yanlıştı! Türkiye rakiplerinden çok geri kalmıştı.
Büyüme ve enflasyon arasında ters yönlü bir ilişkinin olduğu elbette bir gerçek. Ancak bu ters yönlü ilişki düşük enflasyonlarda veya durgunluk sonraları geçerli oluyor. Enflasyon çok yükseldiğinde bu ilişki hemen düzleşiyor. Hatta kronik enflasyon büyümenin temel engeli haline geliyor.
TÜSİAD’ın bu konuya ilişkin bir çalışma yaptırarak geçenlerde açıklaması önemli. Koç Üniversitesi’nde görev yapan üç doçentin (Kamil Yılmaz, Cevdet Akçay