Büyüme hızı ile gayrimenkul fiyatları arasındaki ilişki iki yere dayanıyor. Biri, işsizlik azalınca insanlar kazançlarıyla ev sahibi olmak istiyorlar. İkincisi, yatırımlar yükselince sanayi arazilerine olan talep de artıyor. Ve artan talep fiyatları yükseltiyor. Krizlerin etkileri ise tam tersi. 2001 krizinde bunu gördük. Fiyatlar dolar bazında yarıya, hatta daha aşağılara inmişti. Ancak şimdi biraz toparlanıyor.Aslında gayrimenkul fiyatlarını birçok etmen etkiliyor. ABDnin önde gelen yarı - resmi araştırma kuruluşu NBER tarafından geçenlerde yayımlanan bir araştırma bu konuya eğiliyor. Araştırma (devlet okullarına yapılan harcamayı hesaplamada piyasa değerlendirmesi yöntemi) Lisa Barrow ve Cecilia Rouse tarafından ele alınmış. Temel olarak devletin okullara yaptığı harcama ile okul çevresindeki gayrimenkul fiyatları arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmanın en önemli bulgusu, yerel yönetimlerin bölge okuluna ayırdıkları bütçedeki her 1 dolarlık artışın ev fiyatlarında 20 dolarlık bir artışa neden olması. Araştırmacılar bunu, ev satın alacakların okulu düşünerek karar verdikleri sonucuna varıyor. Yani bölge okulunun kaynakları bolsa, ebeveynler de çocuklarını düşünüp o bölgeye
<#comment>#comment> Gayrimenkul fiyatlarının artması için iki önemli gelişme gerekiyor. Biri ekonomik büyüme hızının yüksek ve sürekli olması. Diğeri alternatif yatırım alanlarında getirinin düşük olması. Özellikle de faizlerin. Faizler düşünce yatırım artıyor, ekonomik büyüme hızlanıyor. Aynı zamanda, tasarruf sahibi gayrimenkule yöneliyor.
Büyüme hızı ile gayrimenkul fiyatları arasındaki ilişki iki yere dayanıyor. Biri, işsizlik azalınca insanlar kazançlarıyla ev sahibi olmak istiyorlar. İkincisi, yatırımlar yükselince sanayi arazilerine olan talep de artıyor. Ve artan talep fiyatları yükseltiyor. Krizlerin etkileri ise tam tersi. 2001 krizinde bunu gördük. Fiyatlar dolar bazında yarıya, hatta daha aşağılara inmişti. Ancak şimdi biraz toparlanıyor.
Aslında gayrimenkul fiyatlarını birçok etmen etkiliyor. ABD’nin önde gelen yarı - resmi araştırma kuruluşu NBER tarafından geçenlerde yayımlanan bir araştırma bu konuya eğiliyor. Araştırma (devlet okullarına yapılan harcamayı hesaplamada piyasa değerlendirmesi yöntemi) Lisa Barrow ve Cecilia Rouse tarafından ele alınmış. Temel olarak devletin okullara yaptığı harcama ile okul çevresindeki gayrimenkul fiyatları arasındaki ilişkiyi
Sertel çok kısa bir süre hocam oldu. İngilterede mastır derecemi aldıktan sonra Türkiyeye dönmüş ve bilim adamı olmaya karar vermiştim. Doktora yapacaktım. Boğaziçi Üniversitesine giderek kaydımı yaptırdım. Dört öğrenciydik. Diğer üç arkadaş da yurtdışında gayet seçkin üniversitelerden mastır derecesi almışlardı.İlk dersimiz Profesör Sertelin verdiği Mikro - ekonomik Teoriydi. Birinci hafta derse yetişememiştim. Ancak Sertel de zaten o derste bir makaleyi okuma olarak vermişti. Ertesi hafta derse herkes hazırlıklı olarak gelmişti. Sertel beni sınıfta görünce tanımadı ve İngilizce olarak sordu: "Nereden geliyorsun?" Ben de biraz içerlemiş ve soruyu "nerelisine" yorarak "Kandıradan!" diye yanıtlamıştım.Sertel durumu açıkladı; geldiğim üniversiteyi soruyordu. "Kent Üniversitesi" dedim. O da "Ohiodaki Kent mi?" dedi. Anlaşılan İngilteredeki koca Kent Üniversitesini Sertel küçümsüyordu. Atışmamız sürdü. Mastırımı nerede yaptığımı ve tez hocamı sordu. Hocamı tanımadı. Ben de sinirlendim. Son yazdığı makaleyi sordum. Paul Kleindorferın derlediği kitapta makalesi vardı. "O kitapta Ray Reesin de makalesi var, okumadınız mı?" dedim. Sertelle ne benim ne de diğer öğrencilerin yıldızı
<#comment>#comment> Pazar akşamı yakın dostum Profesör Asaf Savaş Akat telefonda üzüntülü bir sesle Profesör Murat Sertel’in yurtdışında vefatını haber verdi. Okuyucuların büyük kısmı Profesör Murat Sertel’i bilmeyebilir. Sertel medyatik iktisatçılardan biri değildi. Ancak Sertel uluslararası değere sahip nadide meslektaşlarımızdan biriydi. Açıkçası, Türk ekonomi bilimi en seçkin değerlerinden birini yitirdi.
Sertel çok kısa bir süre hocam oldu. İngiltere’de mastır derecemi aldıktan sonra Türkiye’ye dönmüş ve bilim adamı olmaya karar vermiştim. Doktora yapacaktım. Boğaziçi Üniversitesi’ne giderek kaydımı yaptırdım. Dört öğrenciydik. Diğer üç arkadaş da yurtdışında gayet seçkin üniversitelerden mastır derecesi almışlardı.
İlk dersimiz Profesör Sertel’in verdiği Mikro - ekonomik Teori’ydi. Birinci hafta derse yetişememiştim. Ancak Sertel de zaten o derste bir makaleyi okuma olarak vermişti. Ertesi hafta derse herkes hazırlıklı olarak gelmişti. Sertel beni sınıfta görünce tanımadı ve İngilizce olarak sordu: "Nereden geliyorsun?" Ben de biraz içerlemiş ve soruyu "nerelisine" yorarak "Kandıra’dan!" diye yanıtlamıştım.
Sertel durumu açıkladı; geldiğim üniversiteyi soruyordu. "Kent
Bir örnek Kıbrıs. Nihayet Başbakan ve Dışişleri Bakanı KKTC lideri Denktaşa destek vermeye başladı. Oysa hükümetin doğal lideri Erdoğan eleştiri bombardımanını sürdürüyor. Erdoğana göre Kıbrısta Annan planını esas alan çözümün mutlaka sonuçlanması gerekiyor. O zaman neden hükümet farklı konuşuyor, bunu anlamak mümkün değil. Kısacası bu ikili görüntü hiç de hoş olmuyor. Vatandaş da şaşırıyor.Beklenen ise şu; hükümetin bir yandan Denktaşa destek verirken, diğer yandan müzakerelerden net bir sonuçla kalkılmasını telkin etmesi. Ama nerede öyle basiretli hükümet!Bir başka örnek memur sayısının azaltılması konusunda yaşanıyor. Hükümet 60 yaşının üstündekileri emekli etmek istiyor. Tabii konu Dışişleri Bakanı Yaşar Yakışta takılıp kalıyor. Yakış haklı. 60 yaşında büyükelçi emekli edilir mi? Edilmez tabii. Nitelikli ve deneyimli emekliler ordusu yaratmanın ne anlamı olabilir ki? Ancak yine de Tayyip Erdoğan el altından konuşmayı sürdürüyor.Bir diğer örnek Irak politikası konusunda yaşanıyor. Hükümet ABDden yana mı, değil mi belli değil. Bir yandan Ankarada barış zirvesi düzenliyorlar, diğer yandan ABD Dışişleri Bakanı Powellla Davosta fotoğraf verirken bir çift söz söylemek akıllarına
<#comment>#comment> Bu hükümet kısa sürede kevgire dönmüş gemi gibi oldu. Her yanı su alıyor. Çoğu konuda kararsızlar. Daha doğrusu cesaretsizler. Ne yaptıkları belli değil. Çünkü yönleri belli değil. Ya tepki çekmekten korkup dengelere teslim oluyorlar, ya da kendi içlerinde çatlıyorlar. Bazen de bizzat kendileri dengeleri bozuyorlar. Kısacası, tek başına iktidar olan AKP’ye açılan kredi hızla aşınıyor.
Bir örnek Kıbrıs. Nihayet Başbakan ve Dışişleri Bakanı KKTC lideri Denktaş’a destek vermeye başladı. Oysa hükümetin doğal lideri Erdoğan eleştiri bombardımanını sürdürüyor. Erdoğan’a göre Kıbrıs’ta Annan planını esas alan çözümün mutlaka sonuçlanması gerekiyor. O zaman neden hükümet farklı konuşuyor, bunu anlamak mümkün değil. Kısacası bu ikili görüntü hiç de hoş olmuyor. Vatandaş da şaşırıyor.
Beklenen ise şu; hükümetin bir yandan Denktaş’a destek verirken, diğer yandan müzakerelerden net bir sonuçla kalkılmasını telkin etmesi. Ama nerede öyle basiretli hükümet!
Bir başka örnek memur sayısının azaltılması konusunda yaşanıyor. Hükümet 60 yaşının üstündekileri emekli etmek istiyor. Tabii konu Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ta takılıp kalıyor. Yakış haklı. 60 yaşında büyükelçi
Bir de yurtiçindeki rekabet konusu var. Üstelik yurtiçinde rekabet yoksa, yurtdışında da rekabeti sağlamak zor. Bu konuda DİE sık sık veri yayımlıyor. Mesela geçen kasım ayında yayımlanan raporda şöyle deniyordu:"Yapılan açıklamaya göre, başka yerde sayılmayan diğer ulaşım araçlarının imalatı ve spor malzemeleri imalatı faaliyet sınıflarında monopol,sanayide kullanılan işlem kontrol teçhizatı imalatı sektöründe duopol,plak, kaset vb. kayıtlı medyanın çoğaltılması, saat imalatı, içten yanmalım motor ve türbin imalatı, metalurji makineleri imalatı, suni ve sentetik elyaf imalatı, kok fırın ürünleri imalatı ve motosiklet imalatı faaliyet sınıflarında oligopol bir piyasa yapısı mevcuttur. Önceki hafta Merkez Bankası para programını açıkladı. 48 sayfalık programın son sayfalarında global rekabet içinde Türkiyenin konumu tartışılıyor. Tabii bu uluslararası rekabetteki konumumuz. Rekabet Yasası özünü Roma Anlaşmasının 85 ve 86. maddelerinden alıyor. Nihai amaç tüketicilerin fahiş fiyatla mal almasına engel olmak. Duopol ise iki firmanın piyasaya egemen olması ve oligopol de birkaç firmanın piyasaya egemen olması demek. Bazen oligopolistik piyasalarda "uyumlu eylem" denilen yöntemle
<#comment>#comment> Önceki hafta Merkez Bankası para programını açıkladı. 48 sayfalık programın son sayfalarında global rekabet içinde Türkiye’nin konumu tartışılıyor. Tabii bu uluslararası rekabetteki konumumuz.
Bir de yurtiçindeki rekabet konusu var. Üstelik yurtiçinde rekabet yoksa, yurtdışında da rekabeti sağlamak zor. Bu konuda DİE sık sık veri yayımlıyor. Mesela geçen kasım ayında yayımlanan raporda şöyle deniyordu:
"Yapılan açıklamaya göre,
‘başka yerde sayılmayan diğer ulaşım araçlarının imalatı’ ve ‘spor malzemeleri imalatı’ faaliyet sınıflarında monopol,
‘sanayide kullanılan işlem kontrol teçhizatı’ imalatı sektöründe duopol,
‘plak, kaset vb. kayıtlı medyanın çoğaltılması’, ‘saat imalatı’, ‘içten yanmalım motor ve türbin imalatı’, ‘metalurji makineleri imalatı’, ‘suni ve sentetik elyaf imalatı, kok fırın ürünleri imalatı’ ve ‘motosiklet imalatı’ faaliyet sınıflarında oligopol bir piyasa yapısı mevcuttur.