Arşiv’de işe başlamıştım ama kısa bir süre sonra isim değişikliği yapıldı ve Belge Bilgi Merkezi haline geldik. Yine de şükrediyorum ya “dokümantasyon enformasyon merkezi” veya çok daha kötüsü “dokümantasyon enformasyon center” olsaydı nasıl katlanırdım bilemiyorum.
Ben hep “arşiv” demeyi sevdim. Arşivimiz temelde “bilgi” ve “görsel” olmak üzere iki bölümden oluşuyordu. Aslında üç demek gerekir, çünkü ve Milliyet Yayınları’nın çıkardığı mavi kapaklı çocuk kitaplarından araştırma-inceleme eserlerine kadar Ali Naci Karacan döneminden kalma kıymetli kitaplardan ve zengin bir ansiklopedi koleksiyonundan oluşan ciddi bir kütüphanemiz de vardı, aslında Cağaloğlu binasında bir kütüphaneci istihdam ediliyormuş ama Milliyet’in Bağcılar’daki arşivinde maalesef bir kütüphane görevlisi yoktu, bugün ise bir kütüphaneden söz etmek mümkün değil maalesef.
Bütün bunlara ek olarak ayrı bir yerde büyük bir depoda müthiş bir süreli yayınlar kütüphanemiz de vardı. Sadece grubumuzun yayımladığı gazetelerden ibaret değildi büyük ulusal gazetelerin de cömertçe saklandığı gurur duyulacak devasa bir kütüphaneydi. Çok eski dönemlere ait gazeteler de vardı, ancak Milliyet dışındaki gazeteler düzenli olarak 1980’lerde toplanmaya başlanmış.
Bazen bir konuyu araştırmak için depoya gönderilirdim. Koca depoda tek kişi olarak sessizlik içinde bir bilginin peşine takılırdım, işin en güzel yanı yüzlerce insanın emeği geçmiş olan sayfaları çevirirken aramadığım birçok konuyla karşılaşmaktı. Acil bir şey olunca ekip olarak araştırma yapardık. Yine de ben yalnız çalışmayı severdim. Biri gelince veya aranan bilgiyi bulunca bütün büyü bozulur, gerçeğe dönerdim. Gazete için bir konuyu ararken kendi ilgi alanıma giren başka konuyla ilgili bir makaleyle karşılaşırsam hemen not alırdım. En ilginç makaleler Milliyet, Radikal ve Cumhuriyet gazetelerinden çıkardı.
Arşive en çok gelenler kimlerdi diye düşününce aklıma ilk gelen Gülay Fırat oluyor, galiba arşive en sık gelen en genç muhabirdi, hep aceleciydi hep bir araç onu beklerdi, habere gitmeden önce fikir edinmek için muhakkak uğrardı. Şimdi birçok kitabı olan bir yazar. Altan Öymen de hafızama kazınan isimlerden biri, derya deniz bilgisiyle bir yandan istediği gazete cildinin sayfalarına bakar bir yandan birçok şey anlatırdı, halen günlük bir gazetede yazı yazıyor. Beni en çok etkileyen ise rahmetli Hızır Tüzel’di (1956-2009). Hızır Abi ne zaman arşive gelse şakalarıyla veya birbirinden ilginç anılarıyla günü şenlendirirdi. Ruhu şâd olsun. Tanıdığım en çalışkan arşivci ise daha küçümen bir lise öğrencisiyken arşivde göreve başlayan ve halen devam eden Ayşe Kavuk. Aranan bir fotoğrafı herkesin pes edip bıraktığı noktada ne yapıp edip bulmasıyla hep şaşırtmıştır. Arşivimiz kurumsal olduğundan halka açık değil ama bazen ısrar kıyamet dışarıdan gelenler olurdu, onlardan birini masanın üzerinde gazete sayfalarının fotoğrafını çekerken görüntülemiştim.
Her taşınma bir yangındır denilir, işte 2011 sonunda Milliyet gazetesinin Çağlayan binasına taşınması sırasında Doğan grubunda kalmayı tercih eden bir arşiv yöneticisinin akıl almaz ilgisizliğiyle Milliyet’e ait olan bazı şeyler gibi maalesef gruba ait olmayan gazete ciltleri ve dergiler de ortadan kayboldu. Bu gazete ciltlerinin içinde derleme kütüphanelerinde bile olmayan ekler vardı.
Milliyet, canlı bir gazete, çok katmanlı bir tarih, köklü bir bilgi deposu ve zengin bir arşiv olarak 75. yaşını kutlarken Fuzûlî’nin tam 500 yıl önce yazdığı, her şeyi olabilecek en kısa şekilde anlatan ünlü beyti geliyor aklıma: “Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devrân bî-sükûn / Derd çok, hem-derd yok, düşmen kavî, tâliʿ zebûn”. Dost kayıtsız, kader acımasız, dünya huzursuz. Dert çok, dert ortağı yok, düşman kuvvetli, talih zayıf. Öyle değil mi?
Özay Şendir
Netanyahu için sonun başlangıcı…
18 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Eğitim vezir de eder rezil de!..
18 Mayıs 2025
Zeynep Aktaş
Toparlanmanın devamı gelir mi?
18 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
Hande Subaşı: Modellikten geliyorum, ama modayı hiç takip etmiyorum
18 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
Yunanistan’ı anlamama sendromu
18 Mayıs 2025