New York’ta beyaz peynir, simit ve “ince belli” çayla yapılan kahvaltı beğeniliyor olmalı. Kasım başında 5. Cadde’de Simit Sarayı’nın açılması bunun işareti değilse nedir?
Ben Taksim Meydanı’nda açıldığı günü hatırlıyorum. Bankanın yerine beş katlı simitçi açılınca espri konusu olmuştu. New York’ta, 5. Cadde’de, Tiffany’nin az ilerisinde Simit Sarayı var şu anda, düşünsenize. “Breakfast at Simit Sarayı”... Amerika’da 20 mağaza hedefleniyormuş yakın zamanda. İçeri gir, ince belli bardakta çayını söyle, aynı Taksim.
Simit + Smith bir diğer simitçi. New Jersey’deki fabrika mağazasından başka üç yerde dükkanı var. Ayrıca bölgede 11 farklı yere simit veriyorlar. Sadece simit de değil; bildiğiniz poğaça, çay, zeytin, beyaz peynir... Bol yağlı açma bulundurup (hani yağı kağıdına geçenler vardır ya) tost makinesinde de az bassalar New York’lular koşarak kaçar ama Türkler hiç vatan hasreti çekmez. Simit sandviçlere farklı lezzetler eklenebiliyomuş. Bruschetta’lara doğru gidişat...
Menemen de var
Son gidişimde önünden geçip içeriyi şöyle bir süzdüğüm Chobani ise bagel tadında yaklaşıyor simide. Bizim Moda’da köşede duran simitçinin kısa ve keskin bıçağıyla simidi tam enlemesine
Geçenlerde kalabalık bir yemek sonrası nereye gitsek diye düşünürken yolumuz Taksim’e düştü. Baktık Roxy’de hayat var. Merakla içeri daldık, iyi ki dalmışız çünkü Triosome ile tanıştık
ani Antonioni’nin “Blow-Up”ının o meşhur sahnesinde eleman kazara bir gece kulübüne girer. Sahnede acayip bir grup çalmaktadır. Grup dediğim Yardbirds. Jimmy Page ve Jeff Beck inanılmaz çalar sonra da gitarı parçalarlar. Bu olan biteni cool cool izleyen bir de kalabalık vardır ki bu sahneyi fantastik kılan aslında budur. 1966 yılını düşünürsek hayli avangart bir durumdan söz ediyorum.
Tarih tam olarak 2014 yılının geçen çarşambasını gösterirken Roxy’ye girdiğimizde kimse sahnede gitar falan kırmıyordu ama içeride gayet enteresan bir ortam olduğu göze çarpıyordu. Roxy’de caz çalan bir ekip vardı ve içeride hafifçe dans ederek onları izleyen, sağa sola yayılmış, muhabbet eden bir indie-avangart kalabalık... Cazcıya benzemeyen cazcılar ve caz dinleyicisine benzemeyen caz dinleyicileri görmek beni pek mutlu etti. Didaktik ortam yok, kasma yok. Kiki’yi düşünün ama herkes cazla coşuyor. Böyle rahat bir ortam.
Keşfetmekte gecikmeyin
Ekibin adı Triosome. Piyanist Barış Büyükyıldırım, davulcu
Bugün arızayım. Asabiyim, agresifim, kompleksliyim, Twitter yazarıyım.
Kendi kendini dolduran adamım. Yani Türkiye’nin çoğunluk insan profiliyim. Hani sabah kalkarsınız, daha yüzünüzü yıkamadan “Dur ben bir şeylere sinirleneyim” dersiniz ya.
Bakın bu ara şuna sinirleniyorum. Batı’nın bütün keşiflerine, icatlarına, teknolojisine, bilgisine ve gelişmişliğine milli yanıtımız şudur bizim: “Bizim helada musluk var, onlarda yok. Daha bunu becerememişler...” Gülmeyin, var bu.
Bu “milli”yi siz “ümmet” sathına genişletin. Hatta medeniyetler çatışması tezinin sosyolojik kökenleri eksenine oturtun, öyle inceleyin
o musluğu.
***
Batılı insan keşfeder, üretir, yaratır, biz tarla satıp onun ürettiği, tasarladığı, geliştirdiği arabayı, bilmem ne ekran televizyonu, cep telefonunu alır, sonra da övünürüz. Medeniyetler çatışmasının temel dinamiği işte burada yatıyor.
“Konsantrasyon klasikleri: Derin düşünmek ve odaklanmak için müzikler” adında bir albümle karşılaşınca oturup “derin düşündüm” ve kararımı verdim...
İnsanlar ikiye ayrılır. Çalışırken müzik dinleyebilenler ve dinleyemeyenler. Kimi çıt çıkmasın ister, kimi mutlak sessizlikte nefes bile alamaz, sıkıntıdan patlar. İlla ya televizyon açık olacak ya radyo. Ya da fonda bir şeyler çalacak.
“Çalışırken çıt çıkmayacak”çıları tanırım. Müzik dinlerken başka bir şey yapmayı müziğe saygısızlık addederler. “Ben müzik dinlerken başka bir şey yapamıyorum ki, bütün notaları hissetmem lazım ama benim” derler. Ve ardından şu gelir: “Şimdi şunu kapatabilir miyiz?”
Ne bütün müzikler her notasını duymak isteyeceğimiz kadar iyi
ne de buna zaman var. Ayrıca hepsinin yeri ayrı. Biz de oturup gözümüzü kapatarak müzik dinleyebiliyoruz. Hatta nota nota bile hissediyoruz. Diğerine engel değil ki.
(Bence bunu söyleyenler aslında fazla kibirli. Karşılarındakini ezmek için “müzik dinlerken başka bir şey yapamıyorum” kartını çıkarıyorlar. Aramızda kalsın.)
Tabii ki sakal rock diye bir tür yok. Ama saçlı sakallı ekiplerin yaptığı güzel müzikler var. Siz her ne kadar alakası yok deseniz de onların yeri ayrı bugün müzikte
MIdlake: Teksaslı ekip Türkiye’ye iki kez gelmiş ve ateş başı şarkıları ve pastoral hikayeleriyle bizi mestetmişti. Saç, sakal ve oduncu gömleği ile akustik gitarın mükemmel uyumu. “Trials of Van Occupanter”ı dinleyin, dinlediyseniz sevdiklerinize önerin.
Fleet Foxes: Seattle çıkışlı Fleet Foxes, Sub Pop’un 2000’lerde yeniden dirilişinde rolü olan ekiplerden. 2008 ve 2011 tarihli iki albümle indie folk’un kitabını yazmış bulunuyorlar. Yeni albüme dair herhangi bir belirti yok. Solist Robin Pecknold’un yeni şarkılar yazmaya başladığı ise son gelen bilgiler arasında. “Fleet Foxes” isimli ilk albümleri dinlenmeli.
Band of Horses: Belki de stadyumları doldurmaya en meyilli “saç sakal” ekibi. Şahane folk rock şarkılarını ben diyeyim America, siz deyin Crosby Stills Nash And Young tadında icra eden değerli insanlar. Festivalde oturarak gitar çalan bir grup kendileri ama olsun özellikle ilk albümleri “Everything All The Time”ın hastasıyız her türlü.
Bülent Ersoy 1980 Ağustos’unda İzmir Fuarı’nda sahneye yeni yaptırdığı göğüsleriyle çıkacaktı. 19 Ağustos’ta konserin hemen öncesi Milliyet’e verdiği röportajda “Artık gerçek kişiliğime kavuşmak istiyorum. Bugüne kadar topluma ters düşen hareketler yaptım, bazı kuralları çiğnedim. Kısaca yapmadığım şey kalmadı” diye anlatıyor duygularını. Hatta ardından soru üzerine ideal erkek tipini bile tanımlıyor: “Her şeyden önce boyu çok uzun olmalı. Yani boyu basketçi boyu olmalı. Bir de bacak sorunu var. Bacaklar çok kuvvetli ve adaleli olmalı. Yani futbolcu bacağı. Yüzü ise çok erkeksi olmalı.”
Ersoy’un cinsiyet değiştirme operasyonu bir yıl kadar sonra 14 Nisan 1981’de gerçekleşti. Ancak o dönem bu kararını kamuoyuyla paylaşıyor ve halk da eyvallah diyor. Sorun yok.
***
Konser günü gelip çatıyor. İlgi büyük. Gazino sahibi “Adı Bülent olanlar konseri bedavaya izleyebilecek” deyince “Bülent benim, hayır benim Bülent” diye kapıya yığılmış olmaları muhtemeldir o gün. Farklı rivayetler var.
Yüzde 99 nokta dokuz nokta dokuz nokta dokuz, hatta nokta dokuzu Müslüman ve muhafazakâr olan halkımız onu her şekilde kucaklamaya hazır. Nitekim kucaklıyorlar da.
Sahnede “Bülent bize
1984 popüler müziğin en verimli yıllarından biriydi. Pek çok unutulmaz albüm o yıl piyasaya sürülmüştü. Bugün 30 yaşındalar
“1984” - Van Halen:
Hard rock gruplarının listelerin başında olduğu zamanlar. “Jump”, “Panama”... Sadece Amerika’da 10 milyon sattı bu albüm. Michael Jackson’ın tek rakibiydi.
“The Works” - Queen:
“Radio Ga Ga” ortalığı yıkıp geçiyor. Ardından ikinci single “I Want to Break Free” gelmişti. İkisi de 1984 yılında büyük başarı kazanan şarkılar oldu. Queen’in pop müziğin kitabını yazdığı albüm.
“Private Dancer” - Tina Turner:Tina Turner’ın Tina Turner olduğu albüm. Soul ve R&B geçmişi biliniyordu ama dünya çapında yıldız olması “What’s Love Got To Do With It” single’ı ile gerçekleşti. Bu şarkı yaz hitiydi. Eylülde yeni single “Private Dancer” geldi. Albüm Amerika’da sekiz milyon sattı ve bir numaraya yükseldi.
“Born In The USA” - Bruce Springsteen:Amerika’nın en büyük “yerel kahraman”ı Springsteen’in stadyum sound’una geçiş yaptığı ve dünyaya açıldığı albüm. “Dancing In The Dark” ve “Born In The USA” marş olmuştu. Kapağıyla ve folk/rock’a getirdiği popüler grup sound’uyla hâlâ esin kaynağı.
Modern insanın karışık kasete ihtiyacı var arkadaşlar. Kaset artık kalmadı gerçi ama vizyona giren aynı adlı filmin gösterdiği gibi “karışık kaset” muhabbeti bitmez
nternette her yer liste. “Buralar hep liste oldu evladım” misali artık düzyazı okuyan kalmadı. Listesiz, okusak da anlamıyoruz. Aynı şekilde albüm dinleyen de yok. Sadece liste. Albümü de dinlesek zaten anlayamayacağız. “Bu ne ya, iki şarkı var, gerisine sıkıcı ne varsa doldurmuşlar” falan diyeceğiz.
İşte bu listeleme muhabbetinden çok önce liste hadisesi “kaset” formatında başlar. İngiliz bilim insanları ilk karışık kasetin izini
sürse de rivayetler çoktur, girmeyeyim.
Ama karışık kaset şudur. Bir şekilde bir araya geldiğinde anlamlı olduğunu düşündüğün şarkıları kasete çekersin ve birilerine dinletmek istersin. Veya birine çok acayip bir şeyler söyleyip etkilemek istersin ama bunu doğrudan beceremeyeceğinden “anlayana” tadında kasetler kaydedersin. Beklersin ki şu şarkının şurasındaki sözden şu mesajı alacak, sonra yedinci şarkıdaki ikinci dizeyle bunu birleştirecek ve şak diye koşup boynuna atlayacak. CIA gelse çözemez. Karışık kaset de çözülemedi zaten.
Aslında her şey bir şarkıyla başlar
O şarkıyı