Hafta sonu Eskişehir’deydik... Her gidişimizde İbis Otel’e inerdik... Bu defa yer bulamadık. Yenileri (mesela Dedepark) yapılmasına rağmen hafta sonlarında yurdun dört bir yanından kenti görmeye gelenler yüzünden zor yer bulunuyormuş artık. Üstelik büyük de bir kongre varmış şehirde. Daha da ilginci.. Pazar günü dönüşte trenlerde yer olmadığı gibi otobüslerde de ancak akşam seferlerinde yer kalmıştı. İstanbul’a öğle vakti Bursa üzerinden döndük... Tek başına mucizevi bir örnek kent yaratan adamı, Yılmaz Büyükerşen’i bir kez daha takdirle andık...
Şimdi iki saptama ve rica...
Bir; akşam içkisiz bir lokantada akşam yemeği yedik. Garsonlar öğrenciydi. Sohbet ederken haftada 6 - 7 gün, günde 12 saat çalıştıklarını anlattılar. Hem de asgari ücret karşılığı... Yarı zamanlı çalışmanın ise saati 2 liraymış... Günde 5 saat çalışılırsa 10 lira.. Sömürüye bakınız...
İki... Kentte birahaneler, barlar vs. gece saat 04.00’e kadar açıktı... Bir öğrenci kenti için bu süre çok fazla... Ve gereksiz. Londra’da her yer saat 11:00’de, İstanbul’da genelde 02:00’de kapanır. Eskişehir eğlence merkezi midir?
Sayın Yılmaz Büyükerşen ile Anadolu ve Osmangazi üniversitelerinin rektörlerine buradan çağrı
Oktay Ekşi Hürriyet gazetesinin omurgasıydı... 36 yılık başyazarı...
Cumhuriyetin temel ilkelerinin, hukukun, demokrasinin inançlı savunucusu... Gelip giden iktidarların icraatını cumhuriyet ve demokrasi süzgecinden geçirmekte usta bir gazeteci - yazar...
Üstelik gazeteciliğin etik değerlerini savunan Basın Konseyi’nin de 22 yıllık başkanı...
28 Ekim tarihli yazısında akarsuların özelleştirilmesini eleştirirken yazısını “Şimdi, her şeyi satan işte o zihniyetin marifetini görüyoruz” cümlesiyle bitirmiş... Gece yazısını okurken, kendi ifadesiyle, daha vurucu bir cümle aramış, “Her şeyi satan zihniyet” ifadesini değiştirip “analarını bile satan” yapmış...
Oktay Ekşi ertesi günkü yazısında uzun uzun özür diledi..
Ama yararı olmadı... Başbakan silahı çoktan çekmişti:
“Eğer gazetecilik buysa ben bu zihniyetle mücadele etmem, savaşırım. Gereğini yapacağız zaten, göreceksiniz...”
Nihayet resepsiyon krizi de bitti... Yeni kriz arayışımız başladı!
Resepsiyon krizi acı bitti sayılır...
CHP lideri ve TSK mensupları bir yana Tayyip Erdoğan’ın ailesinden de kimse Köşk’e çıkmadı.
Bu resepsiyona neden gidilmemesi gerektiğini CHP Grup Başkan Vekili Muharrem İnce önceki akşam partisinin Bozüyük’te düzenlediği toplantıda gayet güzel anlattı:
“Ben bu resepsiyona neden gitmedim? Sayın Cumhurbaşkanı’nın saygıdeğer eşlerinin başı kapalı olduğu için mi? Asla, asla. Son HSYK atamasına, son rektör atamalarına bakarsanız gerçeği görürsünüz... İki oy alanların rektör yapıldığı bir ülkede, hemşehrilerinden oluşturulmuş bir HSYK’nın olduğu bir ülkede, yeteneğin, liyakatin geri plana atıldığı, sadece bizden mi değil mi diye atamaları yapan, herkesin Cumhurbaşkanı olamayan Gül’ün resepsiyonuna gitmem. Bu kadar. Biz oraya gitmediysek hanımefendinin başörtüsüyle ilgili değil sorunumuz. Uygulamalarla, icraatlarla ilgilidir problemimiz. Ne yazık ki Sayın Cumhurbaşkanı, AK Parti’nin eşbaşkanı gibi davranmaktadır. İşte bu gerekçeyle orası bir resepsiyon değildir. O bir recepsiyon projesidir. Onun için gitmiyoruz.”
İnce, Cumhuriyet’in; isyan, destan, diriliş, direniş ve tarih
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu iki haftadır beklenen kritik kararını önceki gün açıkladı:
“Hanımefendiye saygım var ama ben Köşk’teki resepsiyonda olmayacağım. Bir boykot amacım yok, ben İstanbul’da başka resepsiyona gideceğim.”
Acaba Kemal Bey bu kararını iki hafta önce açıklayamaz mıydı?
Bu kadar basit bir karar için iki hafta zigzag yapmaya ne gerek vardı?
İkincisi... Hanımefendinin türbanını boykot etmiyoruz diye özür üstüne özür dilemenin ne âlemi var?
CHP, 2007’den itibaren resepsiyonları “Cumhurbaşkanı Gül uzlaşmayla seçilmediği için.. Dayatmayla seçildiği için... Milleti kucaklayan bir siyaset sergilemediği için” boykot etmekteydi...
Boykotun türbanla ilgisinin olmadığı defalarca açıklandı.
Fatma Sibel Yüksek Ankara’da bir dönem Başbakanlık muhabiri olarak çalışmıştı...
O yıllarda yaşadıklarını ve gözlemlerini “Başbakanlığın Bilinmeyenleri” adlı kitabında anlattı.
Başbakanlığa girişi, kendi ifadesiyle, Akif Beki tarafından yasaklanmış, biraz da bu yüzden Başbakanlık muhabirliğini bırakmaya mecbur kalmıştı.
Sonra kimi küçük gazetelerde çalıştı. Son olarak Bursa Kent gazetesinde (kentgazete.com) günlük yazılar yazıyor, bu şekilde basın kartının devamını sağlıyordu.
Kent Gazete, “Bursa’nın cesur gazetesi” diye raklam yapıyordu.
Birkaç gün önce Kent gazetesinde Sibel Yüksek’in yazılarına son verildi.
Gerekçe kendisine açık açık ifade edildi:
Televizyonda güncel siyasi tartışmalardan birini izliyoruz...
Basının ve özellikle Doğan medyasının üzerinde yoğunlaşan baskılar söz konusu oluyor.
Yandaş gazeteci kendilerinin daha büyük baskı altında olduğunu öne sürüyor.
Zaman, Star, Taraf hakkında açılan davalar yüzlerle ifade ediliyormuş...
İyi de muhteremler... Her davanın niteliği aynı mı?
Gazetecilik mesleğinin ifasından kaynaklanan eylemler ile tetikçilik, yargısız infaz, adli yargıyı etkileme, soruşturmanın gizliliğini ihlal gibi suçlar aynı kategoriye mi girer?
Taraf gazetesi bir gün Ercan’ın bir karikatürünü manşetine koydu ve bizi, adımızı vererek Ergenekon savcılarına ihbar etti.
Türkiye dış politikada kritik bir yol ayrımına geliyor.
Kasım ayı ortasında Lizbon’da yapılacak toplantıda NATO Stratejik Konsepti onaylanıyor...
Konsept uyarınca “füze kalkanı” sistemlerinin 2011’den itibaren Türkiye’yi de kapsar şekilde kurulması gündeme geliyor...
Türkiye’nin bu sistemden kaçarı yok... Çünkü Türkiye, İran’dan atılan bir balistik füzenin ilk fırlatılma evresinde (boost phase) sıfır hızdan, saniyede yaklaşık 1200 metre hıza ulaşmasına kadar olan sürede imhası için en uygun konuma sahip olan ülke.
İran füzeleri şu sırada Avrupa’ya ulaşamıyor ama gelecekte ulaşacağı farz ediliyor. Daha açıkçası...Ve hincesi...
NATO’nun korumaya aldığı Avrupa değil, İsrail’dir.
İran füzeleri ister Avrupa’ya doğru havalansın ister İsrail’e doğru... Füze kalkanı İran’dan yükselen her füzeyi vuracak...
Yunan gazeteleri Başbakan Erdoğan’ın Ege’de Yunan karasularının 12 mile çıkarılmasını kabul ettiğini yazıyor...
Haber doğruysa bu bir skandal. Savaşmadan alınan ağır bir yenilgi...
Yllardır savaş sebebi saydığımız bir konuda bu muazzam tavizi neden veriyoruz?
Neden Ege’nin yüzde 80’ini Yunanistan’a bırakıyoruz?
Üstelik de adamların en zayıf olduğu, onlardan taviz alacağımız bir dönemde...
Doğrusu izahı mümkün değil..
Bu vahim gelişmeyi Ankara’da Genelkurmay’ın en hassas noktalarına uzanan arama haberleri örtüyor.