Bir zamanlar işçiydi... Sonra işçi lideri oldu... Son seçimde milletvekili seçildi. Şimdi Çalışma Bakanı... Yaptığı atamalarla, Atatürk hakkındaki ileri geri sözleriyle, "İpler puştun elinde!" gibi veciz tanımlamalarıyla sık sık gazete sütunlarına geçiyor. Sonucu belli bir sınav için 90 bin işçiyi günlerce süründürmesi ise unutulacak gibi görünmüyor. Yılbaşı tatili için Kartalkaya'ya çıkmış. Orada bulduğu TV kamerasına konuşuyor:
- Olumsuzlukların sebebi medyadır... Medyadaki marksist döneklerdir...
"Marksist dönekler" aslında onun partisini destekliyor. Kastettiği hoşlanmadığı doğruları dile getiren gazeteciler olsa gerek... Aynalardan hoşlanmıyor. "Dönek" dediği ise bir zamanlar işçiyken şimdilerde sosyetenin arasında hava atmaya çalışan tipler olmalı... Aynadaki suretinden belli ki hoşlanmıyor. Kendi problemini yansıtacak suretler arıyor. Yanlış yere bakıyor...
Geçtiğimiz yılın kayıpları arasında bir değerli dostumuz, ağabeyimiz, mizah üstadımız da vardı: Şinasi Nahit Berker... Doyumsuz esprilerini bize bıraktı; Shakespeare'in "Hepimizin sonu sonsuzluk!" diye tanımladığı geleceğe doğru yola çıktı...
Demokrat Parti'nin demokrasiyi doğradığı yılların sesiydi o...
Kalantorlardan biri basın toplantısında:
- Vallahi siz vatanı satarsınız, dediğinde,
- Aman efendim, demiş, o kadar büyük arsayı kim alır...
Dönemin bakanlarından biri:
- Biz öyle cevherleriz ki asla pas tutmayız, diyecek olmuş... Şinasi Ağabey'den cevap:
- Üstad, biz de az çok ilim tahsil ettik, asla pas tutmayan bir cevher varsa o da altındır...
Unutamadığımız öykülerinden biri de şudur...
Şinasi Ağabey hap kadar bir fıkrasından dolayı yargılanmış, "Hilton" tabir edilen Ankara Merkez Cezaevi'ne düşmüş. Avluda volta atarken bir yandan da söyleniyor:
- Yahu amma da ciddiye aldılar be, amma da ciddiye aldılar...
Anasını ve karısını doğramış olup, idamla yargılanan bir bıçkın da bu sözleri duymuş. Hoşuna gitmiş. O da volta atarken öyle söyleniyormuş:
- Amma da ciddiye aldılar be, amma da ciddiye aldılar yahu...
***
Şinasi Ağabeyin iki sözü hiç unutulmaz:
" Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur"
"Bu memleket uzun laftan battı..."
Anne tarafından İnönü'lerle akrabaydı. Erdal ve Ömer İnönü ile okul arkadaşıydı. Atatürk'ün öldüğü gün Mazhar Hoca'ları önce ders yapmaya çalışmış. Olmamış. Sonrasını Şinasi Nahit şöyle anlatıyor:
"Mazhar Hoca, gözleri nemli, şöyle bir döndü:
- Hadi gidin, dedi, hüngür hüngür dışarı çıktı.
Bizler de peşinden. Bir baktık ki, bilumum sınıflar altüst olmuş; Atatürk öldü diye...
Yedinci sınıfta Erdal İnönü, dokuzuncu sınıfta Ömer İnönü derslerine çalışıyorlar.
Sorduk:
- Erdal ne yapıyorsun?..
Öteki sınıfa koştuk:
- Ömer ne yaparsın sen?..
Her ikisinden de aynı cevap:
- Kör müsün, dersimize çalışıyoruz!..
- Ama Atatürk ölmüş..
- Duymadık!.. Doğru mu?..
Koştular, bir vasıta buldular, babalarının kütüphanesine girip hep birlikte ağladılar!..
Hürriyet gazetesinin Galatasaray maçlarını yorumlayan iki yazarı var: Turgay Şeren ve Yavuz Gökmen... İki yazar, sezon içinde Galatasaray maçlarını birlikte izleyip yorumluyor; boş kalan zamanlarda da bazen kendi aralarında karşılaşıyorlar. Aynı sütunlarda kıran kırana bir mücadeledir gidiyor...
Yavuz Gökmen geçen pazar günü o engin tevazuuyla Hakan Şükür'ün bu yıl nasıl patlama yaptığını merak edenleri aydınlatmış, şöyle demişti:
"Bana saldıranlar, iyi, güzel ve doğru olan herşeye düşmandırlar. Bunlar insan yaratmaktansa öldürmeyi tercih ederler. Bir Hakan Şükür olayında, bu genç adamın `dünyanın en büyük santraforlarından biri' olduğunu sadece ben yazdım. Onun `golcü olmadığını' yazanlarla da savaştım. Onu ölümün eşiğinden döndürdüm.
GS - Sarıyer maçından önce `Hakan'ın günü' yazımda, Terim'den`onu ilk onbire koymasını' istedim. `Kaçırmaktan korkmadan kaleye vur. Taca, auta gitsin; ama vur. Ben her zaman seninleyim' diye yazdım.
Hakan o gün yeniden doğdu. Bugün ona övgüler düzüyorlar. Şimdi elinizi vicdanınıza koyun. Bunlar mı spor yazarı, yoksa ben miyim?.."
***
Turgay Şeren önceki gün `Ukalalığın bu kadarı' başlıklı yazısında Yavuz'a cevap verdi. Bakınız nasıl:
"Kendisini ünlü roman kahramanı Donkişot'a benzetmiş. Oysa ben ona gülerim. Zira o Donkişot dahi olamaz. Zira Donkişot kendisine ait olmayan, ilgilendirmeyen soruların üzerine giderek birşeyler yapmak isteyen, değirmenleri canavar olarak düşünerek ve hayal ederek saldıran, iyi niyetli, saf ve temiz bir ihtiyardır.
Oysa o, herşeyinde planlıdır. Bakın ne diyor? `Gazetelerin çoğu spor sayfalarından okunduğu için ben de spor sayfasına atladım...' Haaa, şimdi ona biraz nasihatım var.
Arkadaş sen Donkişot olamazsın.. Sen olsan olsan bir ukala olabilirsin. `Hakan Şükür'ü ben yarattım' diyecek kadar megalomansın. Bana sorarsan ilk fırsatta bir ruh doktoruna görün. Belki o zaman doğruyu bulursun. Sen gayya kuyusuna (zemzem olacak) abdestini yapıp meşhur olmak isteyen Arap'tan farksızsın..."
İki yazarı izlemeye devam ediyoruz...