<#comment>#comment>Türkiye’de önümüzdeki dönemin tartışma gündemine, özellikle de ekonomiyle ilgili tartışmalara damgasını vuracak cepheleşme giderek netleşiyor. Herkes bu cephedeki konumuna göre yorum yapıyor, ekonomideki krizin bittiğine ya da bitmediğine karar veriyor, iyimser ya da karamsar tablolar çiziyor. Bu arada İSO’nun geçen hafta açıkladığı "durum tespiti anketi" gibi araştırmalar da "eli taşın altında" olanların beklentilerindeki değişimi verilerle gözler önüne seriyor.
Ret cephesi
Sesi giderek daha çok duyulacak olan cephede, "yandık, bittik, öldük; bizi IMF yaktı; Kemal Derviş bizim halimizden anlamaz; yerli sanayi bitiyor, vatan elden gidiyor" edebiyatının bulunmaz örneklerini sergileyenler yer alıyor. Bunlar arasında laf üretmede ve ucuz "showölar sergilemede ustalaşmış kimi oda başkanları, sendika liderleri ve öğretim üyeleri; "vatanı ve milleti emperyalist güçlerden temizlemek" için birbirleriyle kucaklaşan milliyetçilerle radikal Kemalistler ve solcular var.
Bu cephede yer alanların iş hayatının bir kesimindeki ve toplumdaki tepkilerden yola çıkarak "sahne aldıkları" bir gerçek. Yansıttıkları sıkıntılar da, çoğu kez abartılı da olsa, gerçeklerin
<#comment>#comment>Zor bir dönemde TC Merkez Bankası’nı yönetmiş olan Zekeriya Yıldırım ile ahbaplığımız yıllar önce Tuzla Piyade Okulu’nda başladı. Halen özel bir danışmanlık şirketi bulunan Zekeriya ile arada bir buluşup bir durum değerlendirmesi yaparız. Önceki gün buluştuğumuzda da ekonomimizdeki tıkanmayı konuştuk.
İlk saptamamız şu oldu: Türkiye’deki ortam bugün için kimseye güven vermiyordu. Türkiye geçen yıl çok daha kötü sonuçlar doğurabilecek olan bir krizi, bir noktada kontrol altına almayı başarmış, yıllardır gerçekleştiremediği önemli reformları gerçekleştirmiş, mali sistemde kangren olma noktasındaki yaraya neşter vurmuş, IMF’den büyük destek sağlayarak başını suyun üstünde tutabilmişti.
Geçen yıl çok ciddi bir küçülme yaşayan ekonominin bu yıl yeniden büyümeye geçmesi bekleniyordu ama bütün bunlara karşın genel güvensizlik havası sürüyor ve hemen hiç kimsede büyümeyi ateşleyecek bir heyecan görülmüyordu. Bunun belli başlı nedenlerini sorguladığımızda şunlar geldi aklımıza:
Galiba en büyük sorun, Türkiye’nin "böyle gelmiş, böyle gider" diyerek sürdürmeye çalıştığı ekonomik düzenin artık sürdürülemez olduğunun kesinkes ortaya çıkmasına karşın
<#comment>#comment>Geçen yıl Türkiye ekonomisinde yaşanan çöküşün rakamsal boyutunu daha iyi görebilmek için ayın sonunu beklememiz gerekecek. DİE’nin 31 Mart’ta açıklayacağı 2001 yılı milli gelir verileri 2001’deki küçülmenin dökümünü verecek bize. Ancak geçen hafta açıklanan bazı veriler geçen yılki küçülmenin çapı ve bunun şirket bünyelerinde yaptığı hasarın boyutları konusunda iyi bir fikir verdi bize.
TC Merkez Bankası’nın açıkladığı 2001 yılı ödemeler dengesi verileri Türkiye’nin dış ticaretinde bugüne dek görülmemiş boyutta bir "düzelme"nin yaşandığını gösteriyor. İç pazardaki daralmanın da etkisiyle ihracatta yaşanan artışın ve ekonomideki çöküşü birebir yansıtan ithalattaki düşüşün net sonucu, dış ticaret açığımızda meydana gelen 17.6 milyar dolarlık ya da % 87’lik azalma. İç pazarda müthiş bir çöküşün göstergesi bu rakam.
Çöküşün bir diğer göstergesi ise hisseleri İMKB’de işlem gören şirketlerin büyük bir bölümünün dün gazetelere yansıyan 2001 yılı sonu verileri. Bu verilere göre 207 şirketin özsermayelerinde 4.6 milyar dolarlık (% 47), net satışlarında 7.3 milyar dolarlık (% 20) düşüşler yaşanmış, 2000 sonunda 1 milyar dolar olan net faaliyet karları ise 1.5 milyar
<#comment>#comment>Başkan Bush’un 11 Eylül sonrasında, kendi tutumunu kayıtsız şartsız desteklemeyen herkesi "Bin Ladin yandaşı" ilan etmesi ne kadar saçma idiyse bugünlerde Türkiye’de sürdürülen "enflasyon mu, büyüme mi" tartışması da o kadar saçma bence. Sanki bu iki cepheden birine yazılmak zorundasınız, ya "efendim tabii ki enflasyonla mücadeleye öncelik verilmeli, büyüme arkadan gelebilir", diyenlere katılacaksınız; ya da "efendim enflasyonla mücadele uğruna büyümeden vazgeçmek cinayettir" diyen cepheye yazılacaksınız ve kanınınızın kanınızın son damlasına kadar kendi cephenizi savunacaksınız.
Türkiye ekonomisinin şu anda içinde bulunduğu durumu tam olarak kavrayamayanların, eski günlerin geri gelebileceği rüyasını görmeye devam edenlerin ve ekonomideki gelişmelerin salt bazı denklemlerle açıklanabileceğini sananların katkılarıyla tartışma gündemine getirilen görüşlerin başlıcaları şunlar:
Biz enflasyonla iyi - kötü büyüyorduk, enflasyonla mücadele edeceğiz diye büyümeyi öldürdük.
Enflasyonla mücadeleyi gevşetirsek derhal büyümeye geçebiliriz, o halde bu yola gidelim.
Enflasyon düşerse büyüme otomatikman başlar, onun için enflasyonla mücadeleyi ödünsüz
<#comment>#comment>ABD’de serbest piyasacı bir söylemle iktidara gelen Bush yönetimi, bugüne kadarki icraatıyla, bu söylemle çelişen bir uygulamalar dizisine imza attı. Piyasa ekonomisinin en iyi işlediği ülke olarak bilinen ABD’de son bir yıl içinde yaşananlar, devletin ekonomiye müdahalesinin ve korumacılık anlayışının hangi boyutlara varabildiğini gözler önüne serdi.
Bush yönetimi önce cömert bir vergi indirimiyle ekonomiyi canlandırmak istedi. ABD Merkez Bankası (Federal Rezerv) faizleri 11 kez düşürerek ekonomiyi canlandırma çabalarına katkıda bulundu, 11 Eylül sonrasında mali sistemde bir çöküşü önlemek için muazzam bir likidite artışı sağlandı. Bush yönetimi 11 Eylül sonrasında sıkıntıya giren özel havayolu şirketlerini ayakta tutmak için 15 milyar dolarlık devlet desteği sağladı. Başkan Bush son olarak da, verimsizlik şampiyonu entegre demir - çelik sanayiini ayakta tutmak için yüzde 30’a varan ithalat vergileri koyarak dünyaya karşı bir gümrük duvarı ördü.
Sonbaharda yapılacak Kongre ara seçimlerinde demir - çelik sanayii çalışanlarının ve emeklilerinin desteğini sağlamak için alındığı anlaşılan bu karar, rekabet düzeni, piyasa ekonomisi ve serbest ticaret adına bize
<#comment>#comment>IMF Avrupa Bölgesi Direktörü Michael Deppler, daha önce de yapmış olduğu bir gözlemi geçenlerde tekrarladı, Türkiye’nin başarı şansını yakaladığı anda yalpa yapmaya başladığını söyledi. Türkiye’nin iyi bir yola girdiğini ve "köşeyi döndüğünü" söyleyen Deppler, NTV Washington temsilcisi Ümit Erginsoy’un "bundan sonra kriz yaşanır mı?" sorusunu yanıtlarken "sizin başarıyla ilgili bir sorununuz var" dedi ve son iki yılda yaşananları hatırlattı.
Depller’e göre şimdi "köşeyi dönmüş görünen" Türkiye’yi bekleyen en önemli risk, bir kez daha başarı sendromu yaşaması ve programı rayından çıkaracak adımlar atmasıydı.
Ben Türkiye ekonomisinin "köşeyi döndüğüne" henüz ikna olmadım, IMF’nin Türkiye ekonomisinin bugünkü sorunlarını çok iyi anladığına da pek emin değilim ve bu nedenle kaygılıyım. Deppler’ın, Türkiye’nin bir "başarıyı yönetememe" sorunu olduğu yolundaki saptamasına ise katılıyorum. Biz kriz ortamına girdiğimizde, IMF’den destek almaktan başka seçeneğimiz de olmadığından, ekonominin krizden çıkması için gerekenleri yapmakta başarılı olabiliyoruz. Ancak kriz ortamından çıkar çıkmaz, seçeneklerimizin hala çok kısıtlı olduğunu unutup, farklı arayışlara
<#comment>#comment>Güvendiğim bir arkadaşımın anlattığına göre George Soros geçen yıl Türkiye’ye geldiğinde kendisine, "Sizin bir tür borç ertelemesine gitmekten başka çareniz yok bence", demiş. Soros’un beklentisinin tersine, Türkiye 2001 yılını "borcunu ödeyemeyen ülke" durumuna düşmeden atlattı. Soros’un şimdi söylediğine göre, Türkiye’nin jeopolitik önemi de krizin atlatılmasında önemli rol oynadı.
Soros’un son kitabında dile getirdiği kaygılar ve yandaki yazıda yer verdiğimiz veriler, bugünün dünyasında Türkiye gibi ülkeler için hayatın ne kadar zor, seçeneklerin ne kadar sınırlı olduğunu ortaya koyuyor. "Yükselen pazarlar"a dış kaynak akışında büyük bir düşüş yaşanırken Türkiye’nin IMF’den sağladığı destek daha da göze batıyor. "Yükselen pazarlar"a toplam net dış kaynak girişinin 36 milyar dolar dolayında kaldığının tahmin edildiği 2001 yılında Türkiye’nin IMF’den sağladığı desteğin boyutları, ne kadar istisnai bir muamele gördüğümüzün kanıtı. Bu desteği sağlayamasaydık bugün kuşkusuz çok daha kötü bir durumda olacaktık.
Ancak bu desteğe güvenerek rahatlama şansına sahip değiliz. Manevra alanımızın fevkalade dar olduğunu unutup ekonomide maceralara girersek kendimizi bir
<#comment>#comment>Bugünkü yazımın başlığını Hürriyet gazetesinin dünkü ekonomi sayfalarında yanyana göze çarpan iki manşetten çıkardım. Sol sayfadaki manşette ABD Hazine Bakanı Paul O’Neill’in "Türkiye IMF için örnek ülke" sözlerine yer verilmişti. Sağ sayfadaki manşet haberde ise TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan’ın "Kredimizi verdik, artık bıçak kemikte" sözleri yer alıyordu.
Paul O’Neill, IMF’nin bundan böyle yardıma muhtaç hale gelen her ülkenin yardımına koşmayacağını, yalnızca Türkiye gibi kararlı adımlar atarak gerekli reformları gerçekleştiren ve desteği hakkeden ülkelere mali destek sağlanacağını söylemişti.
TÜSİAD Başkanı Özilhan ise Türkiye ekonomisinin hala büyümeye geçememiş olmasının kaygı yarattığını ifade ederek, ekonominin ve toplumun 2001’deki şok küçülmeden sonra ikinci bir küçülme yılına tahammül etmesinin zor olduğunu belirtiyordu. Özilhan, yapısal reformların uygulamaya konmasını ve TÜrkiye’inin küçülmesini durdurup büyümeye geçmesini istiyordu. Yeni Şafak gazetesinin dünkü manşetinde de yer alan haberde ise TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun, "Ekonomi yönetimi Türkiye’iyi bir an önce pozitif büyümeye götürmez ise Arjantin’in başına gelenler bizim de