<#comment>#comment>İşadamı İnan Kıraç, tüm işadamlarına bir çağrıda bulunarak, "önce siyaseti düzeltin, çocuklarınızın birini değil, ikisini birden Ankara'ya gönderin", demiş. Büyük bir holdingimizin üst düzey yöneticisi olan bir dostum da geçenlerde, şakayla karışık şu öneriyi dile getirmişti: "Meclis yenilensin, iş alemi 500 - 600 milyon doları gözden çıkartsın ve her milletvekilinin bir sponsoru olsun. Böyle bir siyasi kadroyla tüm sorunları aşarız."
İş aleminin bilfiil siyasete soyunmasının ya da siyasilerin sponsoru haline gelmesinin siyasetteki tıkanmayı aşmaya yeteceğini düşünmek olayı fazlaca basite indirgemek oluyor bence ama işadamlarımızın siyasetin ve devlet yönetiminin önemini vurgulamaya başlamaları gene de önemsenecek bir gelişme.
Kriz ve devlet
1980'lerden sonra hayli revaçta olan "piyasa her şeydir, devlet ve siyaset olmasa da olur" anlayışının sığlığı kriz ortamlarında daha iyi anlaşılıyor. ABD'de Cumhuriyetçi yönetim, inandığı ilkelere taban tabana zıt önlemleri peşpeşe almak zorunda kalıyor; zordaki sektörlere bol keseden devlet desteği veriliyor, kamu harcamaları artırılıyor, havaalanlarının güvenliği devlet denetimine alınıyor, mali sektörde
<#comment>#comment>Amerika'yı canevinden vuran korkunç saldırıların gerçekleştiği 11 eylül sabahı ABD Hazine Bakanı Paul O'Neill Japonya'da, herkesin güven unsuru olarak gördüğü Federal Rezerv Bankası(FED) Başkanı Alan Greenspan ise İsviçre'de idi. O günün kaotik ortamında her ikisinin de devreye girmesi ve duruma el koyması olanaksız gibiydi. Piyasalarda anormal bir likidite talebinin doğması ise kaçınılmaz görünüyordu.
O sabah görevi başında olan FED'in 49 yaşındaki Başkan Yardımcısı Roger Ferguson inisiyatif kullanarak ipleri elini aldı ve iki cümlelik bir açıklamayla piyasaları rahatlattı. Başkan Bush'un akibetinin bilinmediği ve Washington'da pek çok mercinin tam bir şaşkınlık içinde olduğu saatlerde yapılan bu basit açıklamada şöyle deniyordu: "Federal Reverv Sistemi görevi başındadır. Reeskont penceresi likidite taleplerini karşılamaya hazırdır." Bu açıklama sonrasında FED birkaç gün içinde piyasalara 100 milyar dolar dolayında bir likidite pompaladı ve diğer ülkelerin merkez bankalarının da devreye girmesiyle mali sistemde çöküşlerin yaşanması önlendi.
Bu olay beni ister istemez bizim "kasım krizi"ne götürdü. Banka sisteminin bir likidite krizine gittiğinin ilk
<#comment>#comment>Amerika’nın uğradığı saldırı sonrasında dünya ekonomisinin bir "resesyon"a girme olasılığının güçlenmesi ve paranın her türlü riskten kaçmaya çalışması, Türkiye’nin işini daha da zorlaştırdı. Birkaç başlıkta özetlersek:
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu "Yükselen Pazarlar" (Emerging Markets) grubundaki ülkelere toplam özel sermaye akışı, IIF (Uluslararası Finans Enstitüsü)nün son tahminine göre 2001 yılında % 40 dolayında azalacak ve 106 milyar dolarda kalacak. Bu ortamda özellikle "rating" ya da kredi notu düşük olan Türkiye ve Arjantin gibi ülkelerin yeni borçlanma olanağı bulması daha da zorlaşacak.
Buna karşılık yeniden finanse edilmesi gereken uluslararası tahvillerin dökümü, Türkiye’nin 2.2 milyar dolarlık bir rakamla listenin başında yer aldığını gösteriyor.
Geçen yıl toplam ihracatlarını % 22 artıran "yükselen pazar" ülkelerinin toplam ihracatı bu yıl % 2 gerileyecek ve Türkiye’nin ihracat atılımı da zorlaşacak.
Bölgemizde savaş olasılığının bulunması turizm gelirlerini olumsuz etkileyebilecek. Irak’ın da savaş alanına çekilmesi halinde özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesi için yaşamsal önem taşıyan sınır ticareti darbe yiyecek.
<#comment>#comment>Gaziantep Türkiye’nin sanayi üretiminin % 5 - 6’sını, ihracatın % 9’unu gerçekleştiren önemli bir sanayi kenti. Sanayi sektöründe çalışanların sayısının kriz öncesinde 110 bini aştığı, ancak kriz nedeniyle en az 20 bin kişinin işini yitirdiği belirtiliyor. Antep’te sanayi üretimindeki düşüşün de, DİE’nin son milli gelir tahminlerinde Türkiye geneli için açıkladığı rakamın çok üzerinde, yüzde 20 dolayında olduğu tahmin ediliyor. Antep’te kurulu sanayiin önemli bölümünün ara mal üretmekte olması, burada saptanan daralmanın diğer sanayi sektörlerindeki daralmanın bir yansıması olduğunu da düşündürüyor. Gaziantepli sanayicinin her zaman umudu temsil ettiğini belirten Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer bile şu an için iyimser olamıyor ve krizin aşılmakta olduğu sinyalinin henüz alınamadığını söylüyor.
Antepli sanayici ve işadamlarına göre üretimin canlanması için (1) Güven ortamının sağlanması, (2) Döviz kurunun tahmin edilebilir olması, (3) Banka sisteminin ve Eximbank’ın sanayiciyi desteklemesi çok önemli. Gaziantep Sanayi Odası Meclisi Başkanı ve Sanko Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Abdülkadir Konukoğlu, özellikle KOBİ’leri yaşatmak için kredi desteği
Gaziantep 27 gazetesinin genç muhabiri Mehmet Zeki Günay da, ekonomik krizle ilgili haber yapmaktan bıktığını belirttikten sonra, şu anda Gaziantepte revaçta olan tek işin dürümcülük olduğunu söylüyor. "Pekiyi onlar iyi iş yapıyor mu?" diye sorduğumda da "Her gün iyi iş yapanlar hasılatlarının bir bölümünü iş yapmayanlarla paylaşıyor, böylece evine bir ekmek parası götürebiliyor" diyor. Gaziantep kentini kilometrelerce uzunlukta yeşil bir kuşakla bölen göz alıcı parkın kaleye bakan ucunda, Demokrasi Meydanındaki Milliyet TIRında Özgür Akbaba adındaki gençle konuşuyorum. Kendisi, yanında 10 kişi çalıştıran bir halı üreticisi iken son krizden sonra işini durdurmak ve yanında çalışanları çıkartmak zorunda kalmış. "İşten çıkarken aldıkları tazminatla ancak birkaç ay geçinebilirler. Duyduğuma göre biri dürüm satmaya başlamış" diyor. Dayanma gücü Gaziantepte sanayi ve üretim gerçekten önemli ve bu alanda faaliyet gösteren herkes büyük tepki içinde. Özellikle işlerin bu noktaya gelmesinde baş sorumlu olarak gördükleri hükümete tepkileri çok sert. "Üretim nasıl canlanır?" sorusuna söz birliği etmişçesine, "Önce güvenin yeniden sağlanması lazım, hâlâ kendini kurtarmaya çalışan bu hükümetle
<#comment>#comment>
Gaziantep kentini kilometrelerce uzunlukta yeşil bir kuşakla bölen göz alıcı parkın kaleye bakan ucunda, Demokrasi Meydanı’ndaki Milliyet TIR’ında Özgür Akbaba adındaki gençle konuşuyorum. Kendisi, yanında 10 kişi çalıştıran bir halı üreticisi iken son krizden sonra işini durdurmak ve yanında çalışanları çıkartmak zorunda kalmış. "İşten çıkarken aldıkları tazminatla ancak birkaç ay geçinebilirler. Duyduğuma göre biri dürüm satmaya başlamış" diyor.
Gaziantep 27 gazetesinin genç muhabiri Mehmet Zeki Günay da, ekonomik krizle ilgili haber yapmaktan bıktığını belirttikten sonra, şu anda Gaziantep’te revaçta olan tek işin dürümcülük olduğunu söylüyor. "Pekiyi onlar iyi iş yapıyor mu?" diye sorduğumda da "Her gün iyi iş yapanlar hasılatlarının bir bölümünü iş yapmayanlarla paylaşıyor, böylece evine bir ekmek parası götürebiliyor" diyor.
Dayanma gücü
Gaziantep Sanayi ve Ticaret Odaları tarafından derlenen veriler, sanayide çalışan yaklaşık 110 bin işçiden 20 bininin şimdiden işini kaybettiğini gösteriyor. Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer, "Ben asıl bundan sonrası için kaygılıyım", derken, 10 Eylül’de okulların açılmasıyla birlikte gündeme
Şanlıurfaya doğru yol alırken Diyarbakırda dinlediğim bir olay ya da öykü kurcalıyor kafamı. Milliyet TIRına gelip bana bu olayı anlatanlar, sözü ciddiye alınacak görünümde genç insanlar. Geçenlerde, birlikte çalıştıkları bir araştırmacı onlara Alarko Grubunun öncülüğünde Şanlıurfada uygulamaya geçmesi beklenen Gapropark projesinden söz etmiş. Yabancı firmaların da katılımıyla GAP bölgesini dönüştürecek büyük bir projeymiş bu. Bölgedeki statükonun korunmasını isteyen güçlerin bu projeyi de mutlaka engelleyeceğini düşünen gençler (yani bu olayı bana anlatanlar), Alarkonun patronlarını düşünerek, "Canlarıyla ödemeseler bari bunun bedelini" demişler birbirlerine. Bu konuşmadan iki gün sonra da Üzeyir Garih öldürülmüş. Komplo senaryosu Diyarbakırdan Şanlıurfaya yaklaştıkça bölgenin büyük özlemi olan suyun ve yeşilin izleri de görülmeye başlanıyor. İlin yetkilileriyle, sayın vali, belediye başkanı, emniyet müdürü ve meslek odaları temsilcileriyle görüştüğümüzde bölgede duymaya alıştığımız sorunların Şanlıurfada da ön planda olduğunu anlıyoruz. Su şebekesinin aydınlanması, su yetersizliği nedeniyle yaygın olan tifo ve dizanteri gibi salgın hastalıkların önlenmesi, yıllardır bitmeyen