Türkiye'de laik düzenin korunmasını isteyen kesimin eğitimin önemini ancak son birkaç yılda kavraması, sekiz yıllık kesintisiz eğitim konusunun Milli Güvenlik Kurulu(MGK) tavsiyesiyle gündeme gelmesi, bu kesimin öncelikle kendisini sorgulaması gerektiğini gösteren örneklerden yalnızca biri. Laik düzeni değiştirmek istediği iddia edilen kesimin eğitime damgasını vurmak için yıllardan beri harcadığı para ve çabaya karşılık laik düzeni savunmak isteyenlerin ancak buna tepki olarak harekete geçmiş oldukları acı bir gerçek.
Hafta içinde Eğitim Gönüllüleri Vakfı (EGV)'nın toplantısını izlerken bunları düşündüm. Fatih'teki devasa çöplüğü mükemmel bir eğitim parkına dönüştüren EGV ve benzerleri yirmi yıl önce kurulmuş olsaydı bugün acaba hangi noktada olurduk? "Çocuklarımızın beyni yıkanıyor, eğitim sistemi Şeriat düzeni isteyenlerin hakimiyetine girdi", diye paniklemeye gerek kalır mıydı.
Her halde kalmazdı ama bugün atı alan Üsküdar'ı geçmiş durumda. EGV gibi olumlu girişimlerin yaygın biçimde desteklenmesi çok önemli ama bunun ötesinde kapsamlı bir eğitim reformu için bir sıçramaya gerek var. Laik düzeni savunduğunu iddia eden herkesin, her siyasi hareketin, başka her şeyi ikinci plana
Türkiye Halk Bankası(Halkbank)ın ekim ayından itibaren kullandırmaya başladığı fon kaynaklı KOBİ kredileri ek istihdam yaratmada çok etkili oluyor. Halkbank Genel Müdürlüğü'nden alınan bilgilere göre fon kaynaklı krediden yararlandırılan ilk 587 işletmede istihdam edilen eleman sayısı 14,753'den 20,388'e çıktı ve söz konusu firmalarda çalışanların sayısında yüzde 40'a yaklaşan çarpıcı bir artış kaydedildi. Halkbank Genel Müdürü Yenal Ansen, fon kaynaklı kredileri kullandırırken bu krediyi en kısa sürede üretime dönüştürecek KOBİ'lere öncelik verildiğini, bunun da istihdamdaki çarpıcı artışı sağladığını belirtti. Ansen, fon kaynaklı krediden yararlandırılan ilk 587 KOBİ'nin 138 adedinin kalkınmada öncelikli yörelerde bulunduğunu da vurguladı. Kredi kullanımında öne çıkan sektörler arasında orman ürünleri sanayii, dokuma - giyim sanayii, taşıt araçları sanayii, makine imalatı sanayii ve plastik imalat sanayii dikkati çekiyor.
Kredi alan işletme sayısı:587
Krediden önce ortalama çalışan:25
Krediden sonra ortalama çalışan:35
İstihdam artışı:5.635
İstihdam artış oranı:%40
1997 yılına girilirken kimilerince merkez sağın liderliğine aday gösterilecek kadar olumlu bir görüntü sergileyen Refah Partisi(RP) nasıl oldu da 28 şubatta MGK bildirisiyle sonuçlanan sürece sürüklendi?
Bu soruyu çeşitli kesimlerden çok kişiye sordum ama bugüne dek doyurucu bir cevap alamadım.
Kendi başına yeterli bulmadığım açıklamalardan biri şuydu: "RP kısa vadede görüntüyü kurtaracak bazı uyanıklıklar yaparak özellikle mali piyasalarda olumlu bir hava estirmeyi başardı ama bu yöntemlerle yapabileceklerinin sınırına geldi. Üstelik, iç piyasalarda etki yapan bu adımlar uluslararası piyasalarda hiç etkili olmadı, kimse bunları ciddiye almadı. Bu koşullarda hükümetin IMF ile anlaşması, Türkiye'nin kredi notunu düzeltmesi ve dış borçlanma kısıtını aşması olanaksızdı. Çeşitli kesimlere bol keseden yapılan vaatlerin devamı halinde ise ipin ucu iyice kaçar, ekonomideki başarının palavra olduğu ortaya çıkardı. RP bunu görünce, kendi yandaşlarından puan alacak sivriliklerle hır çıkarıp kahramanlık taslayarak hükümet dışı kalmanın yollarını aramaya başladı."
RP'nin ve yaşını başını almış olan lideri Erbakan'ın eline geçirdiği başbakanlık koltuğunu bırakmaya razı olmayacağını ileri sürenler
Sözlükte "taciz" sözcüğünün karşısında şunlar yazıyor: "tedirgin etme; canını sıkma; rahatını, huzurunu kaçırma." Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, "taciz"e uğramak için cilveli bir "konu mankeni"nin bir "tacizci doktor"un eline düşmesi gerekmiyor. Etrafta çok sayıda konu mankeni ve çok sayıda tacizci var. Bunlar binbir çeşit tacizde bulunuyorlar hepimize.
Ben de sık sık tacize uğradığımı hissediyorum bu ülkede. Örneğin trafikteki tacizin haddi hesabı yok. Trafiğe çıkarken sinir sisteminizi rölantiye alacak bir yöntem bulamazsanız kısa sürede sinir küpü haline gelebilirsiniz İstanbul trafiğinde.
Asıl ağrıma giden, yaşamımı zorlaştıran şey ise sürekli olarak "zihni taciz"e uğramam. Gazete okuyunca, televizyon izleyince, hele hele siyasi liderlerin söylediklerini duyunca, okuyunca kendimi fena halde aşağılanmış, ağır biçimde tacize uğramış hissediyorum.
Bir Başbakan çıkıp ekonomide gerçekleştirdikleri sözde mucizeleri anlatıyor. Bir takım rakamlar veriyor, grafikler gösteriyor; hayalindeki şeyleri olmuş gibi gösteriyor ve parmağını gözümün içine sokarak "dünya rekorunu kırdık" diyor.
Bir Başbakan Yardımcısı çıkıyor, yüzünden sarkan o iğreti gülümsemesiyle, "halkım rahat olsun, her şey
Anadolulu girişimciler arasında, son zamanlarda gündeme gelen "tabana yayılma" fikrini aslında çok önceleri benimseyenler var. Bunlardan bir grup mühendis ve işadamı, Kayseri'de bugün bir kalite devi haline gelen Erbosan'ı yaratmış.
"Pilot kurucular olarak aslında 22 kişiydik; şirketin tabanı geniş olsun diye eşe - dosta haber verdik ve kurucu üye sayısı 111 oldu. Ortakların hepsi eski ahbap olduğu için çok iyi bir dayanışma sürdürdük. Burada hem teknik, hem yönetimsel bilgi var. Ağırlığı oluşturan mühendisler, kalitenin ne olduğunu iyi bilen kişilerdi. Bu da bizi hep kaliteyi ön plana çıkartmaya yöneltti", diyor kurucu üye ve 20 yıllık Genel Müdür İbrahim Yardımcı.
1974 yılında kurulmuş ve 1979'da bölgedeki talebe yanıt vermek üzere dikişli çelik boru üretimine başlamış Erbosan. Bundan sadece 3 yıl sonra ise ilk ihracatını yapmış. Bugün şirket (1995'te) 2 trilyon TL olan toplam cirosunun yüzde 40'ını ihracattan elde ediyor.
Başlangıçta ihracatı kolaylaştırmak için kurulan "çok ortaklı şirketler" yoluyla ihracat yapan Erbosan şimdi kendi bağlantılarını kuruyor. Planlama Müdürü Şaban Altındağ yurtdışı temaslar kurmak için İGEME gibi kuruluşların bültenlerinin de yararlı olduğunu, ama
Son zamanlarda yurt dışına giden, yabancı gazetelerde Türkiye ile ilgili olarak çıkan yazıları okuyan bazı meslekdaşlarımız Türkiye ile ilgili olarak yapılan yorumların, değerlendirmelerin çoğunlukla olumsuz olmasından şikayetçi. Tek emelleri vatana, millete hayırlı çalışmalar yapmak olan bu köşe yazarlarımıza göre bu durumun başsorumlusu Türkiye'de olanları bire bin katarak yansıtan medya. Aslında Türkiye'de endişeye yol açacak fazla bir şey yok ama bir kısım medyanın çizdiği kötü tablo yüzünden dışardaki görüntümüz bozuluyor, nahoş olaylar yaşanıyor.
Böyle bir nahoş olay geçenlerde çok deneyimli bir köşe yazarımızın(isim vermiyorum çünkü derdim kişilerle uğraşmak değil) başından geçmiş. Kendileri 400,000 dolarlık muhteşem bir Bentley arabanın içinde Fransa'ya giriş yaparken, Türk olduğu anlaşılınca nahoş sorulara muhatap olmuş. Deneyimli yazarımızı ve İngiliz plakalı Bentley'in sahibi olan arkadaşını arabadan indirip şu soruları sormuşlar: "Türkiye'de devlet uyuşturucu kaçakçılarına yeşil pasaport veriyormuş, doğru mu? Türkiye, İran gibi teokratik ülke oluyormuş, doğru mu? Türkiye'de bütün politikacılar kokuşmuş, doğru mu?" Çok deneyimli köşe yazarının yazdığına göre Avrupa'nın