Türkiye'yi özellikle yakın çevresindeki ülkelerle karşılaştırdığımızda bazı alanlarda onlardan ne kadar farklı olduğumuzu görüyoruz. Bu alanlardan biri de ekonomik yapıyı kapsayan alan. Özel mülkiyeti esas alan hukuk düzeninin köklülüğü, özel sektörün gelişme düzeyi, ülke sathına yayılan girişimcilerin dinamizmi ve esnekliği, piyasaların yaygınlığı ve işlerliği bakımından komşularının çoğundan çok daha ileri bir noktada Türkiye. Türkiye ekonomisinin çeşitlenme ve karmaşıklık düzeyi de çevresindeki ülkelerden hayli ilerde.
Türkiye bu bakımlardan bir Arnavutluk'la, bir Bulgaristan'la, bir Romanya ile, bir Irak'la ya da Suriye ile karşılaştırılacak bir ülke değil. İran'dan ve bazı bakımlardan Yunanistan'dan daha gelişmiş, daha kavi(dayanıklı) bir ekonomiye sahip olduğumuz da düşünülebilir.
Türkiye'nin ekonomisinin yapısına ve performansına bakarak sağlam bir "temel"e sahip olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle son yıllarda, belirsizliğin ve siyasi istikrarsızlığın böylesine öne çıktığı bir ortamda Türkiye ekonomisinin büyümeye devam etmesi bunun bir göstergesi. Ekonomik "temel"deki bu direnç ve esneklik sayesinde ülkede kıtlık ve yokluk çekilmiyor; gelir dağılımındaki uçurumlara karşın
DİE verileri 1994 krizinden an az etkilenenlerin 50 ila 250 kişi çalıştıran orta boy imalatçı firmalar olduğunu ortaya koyuyor.
Devlet İstatistik Enstitüsü(DİE)nin geçen hafta açıkladığı veriler, ülkemizdeki sanayi firmalarının % 95'ini oluşturan mikroişletmelerin sanayide yaratılan katma değerdeki payının 1994'de % 5.7'ye düştüğünü, buna karşılık orta boy işletmelerin istihdamdaki ve katma değerdeki payının 1992 - 94 döneminde arttığını ortaya koyuyor. Katma değerin % 48'ini ise işyeri sayısının yalnızca % 0.17'sini oluşturan ve 500'den fazla çalışanı olan en büyük işletmeler yaratıyor.
Küçük - orta ölçekli imalat sanayi işyerleri tanımlarına uygun olarak yeniden düzenlenen Devlet İstatistik Enstitüsü verileri, istihdamın 1992 - 1994 yılları arasında mikroişletmelerde(1 - 9 çalışanı olan), küçük işletmelerde (10 - 49 çalışan) ve büyük işletmelerde(250'den fazla çalışanı olan) düştüğünü, buna karşılık orta ve orta - büyük ölçekli işletmelerde (50 - 250 çalışan) yükseldiğini gösteriyor. 1994 krizinden en az etkilenenlerin de bu grupta yer alan KOBİ'ler olduğu görülüyor.
DİE'nin 1994 yılına ilişkin verileri, işyeri sayısı olarak açık farkla birinci sırada (187.000 işletme) yer alan
Ufku olan bir lider bugünkü kısır siyasi çekişmenin dışına çıkıp inandırıcı bir Türkiye vizyonu ortaya koyabilse ülkenin havasını bir anda değiştirebilir ve bir umut rüzgarı estirebilir
Türkiye eğitim atılımına, toplumsal uzlaşmaya, KOBİ'lere öncelik vererek, yabancı sermaye çekme şansını ve bölgesindeki olanakları iyi değerlendirerek 21. yüzyıla bambaşka bir ülke olarak girebilir
Türkiye'nin çıkmazdan çıkmaza sürüklenmesinin baş sorumlusunun sen - ben kavgasıyla vakit geçiren, koltuk düşkünü, ufuksuz ve yeteneksiz politikacılar olduğunu artık Türkiye'ye dışardan bakanlar da kolaylıkla görüyor. Batı basınının ciddi yayın organlarında bu gerçeği dile getiren yorumlar birbirini izliyor. Türkiye'de bugün siyasi rejim tartışması yapılıyorsa bunun başsorumlusu da askerler değil sivil politikacılar.
Aslında iyimser yanı ağır basan, iyimser vaatlere kolay kapılan insanımızın geleceğe yönelik bir karamsarlık içine düşmesinin baş nedeni de ufuksuz politikacıların işbaşında olması. Bu bakımdan muhalefetin iktidardan da kötü bir performans sergilemesi, bugünkü iktidara alternatif oluşturma çabalarının dar bir alana sıkışmasına yol açıyor. İktidarın hayali de olsa ortaya koyduğu bazı hedefler
Türkiye dünyadan tokat üstüne tokat yerken ülkeye küme düşürten politikacılar yerlerinde oturma pişkinliğini sürdürüyor.
Hangi gerekçeyle olursa olsun, bir askeri müdahalenin gündeme gelmesi Türkiye'yi dışlamak isteyenlerin ekmeğine yağ sürecek.
Türkiye'nin dış kredi notunun düşmesi, Avrupalı Hristiyan Demokratların Türkiye'yi Avrupa'dan dışlaması, İstanbul'un 2004 Olimpiyatları'na aday kentler arasına girememesi raslantı değil. Birbirini izleyen bu olumsuz gelişmeleri, "zaten bizim dostumuz yok, Batı bize düşman", diye açıklayanlar ise bu duruma düşmemizde önemli pay sahibi olan aymazlar. Türkiye'de işlerin iyiye gitmediğini, bu gidişle Türkiye'nin Avrupa'dan ve hatta dünyadan kopacağını söyleyenleri karamsarlıkla suçlayan bu aymazların desteği sayesinde işbaşında kalabilen başarısız siyasetçiler, Türkiye'ye dünya liginde küme düşürtmek için her şeyi yapıyorlar.
Türkiye'de bu siyasetçilerle, bu liderlerle, bu parti sistemiyle bir yere varılabileceğine, çözüm üretilebileceğine inanananların sayısı hızla azalıyor ama bu siyasetçiler, bu liderler hala o koltuklarda oturma pişkinliğini gösterebiliyor. Bir tanesi bile kalkıp bir özeleştiri yapma olgunluğunu göstermiyor, "ben çekilirsem
Refah - Yol hükümetinin en büyük başarısı "ekonomide başarı" masalını hayli geniş bir kesime lokum gibi yutturması oldu. Çok değil daha birbuçuk ay önce Refah - Yol hükümetinin ekonomide yarattığı "mini mucize"den söz ediliyor, bundan cesaret alan Sayın Erbakan da her gün daha büyük mucizelerin müjdesini veriyordu. Bütçe açığı kapanıyor, faizler ve enflasyon düşüyor, ekmek ucuzluyordu. Bir yandan da borsa patlıyor, yatırımlar şahlanıyor ve Sayın Erbakan yüzde 14'lük şahane büyüme hedefini açıklıyordu.
Sayın Erbakan'ı tanıyanlar için bütün bunlar çok şaşırtıcı değildi. Şaşırtıcı olan piyasalarda ve ekonomide söz sahibi pek çok kişinin bu güzel masallara inanması ya da inanmış görünmesiydi. Büyük kamu kağıdı portföyü bulunan bazı bankaların hükümetle uzlaşmaya gitmesi sayesinde iç borçlanmada bir nefes alma olanağı sağlanmış, enflasyondaki geçici yavaşlama hemen "enflasyon düşüyor" alıklığını gündeme getirmişti.
Önceki gün büyük bankalarımızdan birinin genel müdürüne şu soruyu sordum: "nasıl oldu da Erbakan'ın masallarına en kolay kanan ve onunla en kolay uzlaşan kesim mali kesim oldu?" Cevabı ilginçti: "Bir uçurumun kenarında birbirine tutunarak durabilen iki kişiyi düşün;
Refah Partisi'nin kalkınma modeline ilgi gösterdiği Endonezya'da KOBİ'leri desteklemek için büyük şirketlerin örgütlenmesi yöntemi giderek gelişiyor. Son olarak Endonezya'nın en büyük şirketlerinden 79'u biraraya gelerek, küçük işletmelere yardım etmek amaçlı programlarını yoğunlaştıracaklarını bildirdiler. Grubun sözcüsü bu kararın, hükümetin alt ve üst tabakalar arasındaki uçurumun giderilmesi konusundaki ısrarları üzerine alındığını söyledi.
79 şirketin oluşturduğu grubun kararı, küçük işletmelerle ilgili tüm programların koordine edilmesi için bir kurum kurulmasının yanısıra, bu işletmelere danışmanlık ve düşük faizli kredi sağlanması konularının üzerinde durulmasını gündeme getiriyor.
Benzer bir girişim 1995 yılında 48 büyük işletme sahibi tarafından başlatılmıştı. Biraraya geldikleri kentin adıyla anılan Jimbaran Grubu 1996 yılında küçük ve orta boy işletmelerle yaptığı işbirliği programlarına 900 milyon dolara yakın harcama yaptığını belirtiyor. Grubun amacı, bu işletmelerin sağlıklı büyümesi yoluyla istihdam sağlanmasına ve serbest piyasa ekonomisinin yarattığı sosyal eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yardımcı olmak.
Endonezya Cumhurbaşkanı Suharto gelir dağılımı
Önceki gece bir TV kanalında canlı yayına çıkan Devlet Bakanı Fehim Adak, Refah Partisi'nin başarılarıyla övünürken Hazine'nin borçlanma faizini nasıl düşürdüklerini anlatıyor ve rakam veriyor: "Biz hükümete girdiğimizde yüzde 146 olan bileşik faizi son ihalede yüzde 83'e düşürdük", diyor Sayın Bakan. Oysa aynı gün, Sayın Bakan'ın bu beyanından birkaç saat önce yapılan Hazine ihalesinde bileşik faiz stopaj sonrası yüzde 97'ye, stopaj öncesi yüzde 113'e yükselmiş. İslam dininin hangi şartına uyuyor bu davranışı bilmiyorum ama Sayın Bakan hiç sıkıntı duymadan TV izleyicilerini yanıltabiliyor, faizler yeniden yükselişe geçmişken aklı sıra bunu gizliyor.
Sayın Erbakan'ın birkaç gün önce basına dağıttığı ve bu köşede iki kez yayınlanan grafikte de, borçlanma faizlerinde gerçekleşen son rakamın yüzde 83 olduğu belirtiliyordu. Oysa bu 4 şubat tarihli ihalede gerçekleşmiş olan stopaj öncesi bileşik faizdi ve bu ihale sonrasında faizler yeniden tırmanışa geçmiş, 7 şubatta stopaj öncesi bileşik faiz yüzde 89'u aşmıştı.
Bu örneğin üzerinde duruyorum çünkü sorun faizlerdeki beş - on puan farkın ötesinde bir sorun. Sorun bir hükümetin en yetkili iki sorumlusunun kamuoyunu bile bile yanıltmaktan
Şimdi RP'yi hükümet dışı bırakarak ülkeyi ve rejimi kurtarmaya soyunanlar asıl sorunun "Refah efsanesi"ni yıkmak olduğunu gözardı ediyorlar.
İnandırıcı bir program ve vizyon ortaya koymadan RP'siz hükümet kurmayan kalkanlar sonuçta "Refah efsanesi" sürmesine yardımcı olabilirler.
Yıllardır bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olup da toplumun beklentilerini karşılayamayan merkez sağ ve sol partiler şimdi bir kez daha politika yapmanın kolayını buldular; Refah Partisi'ni "rejim düşmanı" ilan edip ülkeyi ve rejimi kurtaracaklar. Doğru Yol Partisi(DYP) şu anda Refah Partisi(RP) ile koalisyonda olduğu için bu modanın dışında kalmış görünüyor ama ucuz politikacılığın kraliçesi DYP liderinin, iktidar ortağı olmadan RP için söyledikleri henüz taze belleklerde. Koalisyon bir bozulsun o da bu koroya katılacak hiç sıkılmadan.
Çok merak ediyorum, Refah'ı eleştirirken aslan - kaplan kesilen liderlerimiz hiç olmazsa kendi kendilerine bir vicdan muhasebesi yapıp, "yahu biz ne halt ettik de ülkeyi yüzde 21 oy almış olan Refah'a teslim ettik?", diye düşündüler mi? Merkez sağ ve sol partilerin liderleri ve yöneticileri her şeyden önce çok ciddi bir özeleştiri yapmanın gereğini kavrayıp şu soruları