ABDnin dış ticaret açığı kasım ayında yeni bir rekor kırarak ilk kez 60 milyar doları geçti. IMFnin tahminine göre, ABDnin cari işlemler açığının da 2004 sonunda 630 milyar doları aşarak yeni bir rekor kırması bekleniyor. 2004 yılının ilk 11 ayı sonunda 12.7 milyar doları bulan Türkiyenin cari işlemler açığının da yeni bir rekor kırarak 2004 sonunda 15 milyar doları aşması bekleniyor. Bu gelişmeler gerek ABDnin gerekse Türkiyenin yeni rekorlara erişen cari işlemler açığının sürdürülebilir olup olmadığı yolunda hararetli bir tartışmaya yol açmış bulunuyor. Bu açıkların sürdürülebilir olmadığını ileri sürenler kaygılı bir bekleyiş içinde kriz olasılığını da içeren senaryolar üretirken, ABD ve Türkiyede büyüyen dış açıkların sürdürülebilir olduğunu savunanlar ise kaygıya gerek olmadığını, cari açığın zaten finanse edilmiş bir açık olduğunu belirtiyorlar. Vergi oranlarını düşürerek vergi gelirlerinin artırılacağını savunan tezleriyle Başkan Reagana yol göstermiş olan Arthur Laffer, kaygıya gerek olmadığını savunanlardan. 3 Ocak 2005 tarihli Wall Street Journalda yer alan makalesinde şöyle diyor Laffer: "Dalgalı kur rejiminin geçerli olduğu bir dünyada bir ülkenin cari işlemler açığı o
Türkiye, bilişim ve iletişim teknolojilerinin (BİT) sağladığı olanakları gereğince kullanabilirse insani gelişme alanında bir atılım yapabilir, bu teknolojileri kullanan bireyler kendilerini hızla geliştirebilir ve toplumsal kalkınmaya katkıda bulunabilir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ile Boğaziçi Üniversitesi İnsani Gelişme Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından hazırlanan "Türkiye 2004 İnsani Gelişme Raporu"ndan benim çıkardığım ana mesaj bu. Raporda yer alan ifadelerle "BİT kullanımı insanların seçeneklerini genişleterek onları güçlü hale getirir ve bu şekilde ekonomik ve sosyal kalkınmaya büyük katkı sağlar. BİTin yaratacağı fırsatlardan biri de yoksul insanların yaşam standartlarının iyileştirilmesidir. BİT, yoksulluğun giderilmesinde güçlü bir araç olabilir." Ancak raporu okuyunca insani gelişmeyi hızlandırmak için BİTten yararlanmanın pek kolay olmadığını da anlıyorsunuz. İnsani gelişmeye öncelik veren hükümetlerin, BİTten bu amaçla yararlanmanın önemini kavrayıp gerekli altyapıyı ve hukuki çerçeveyi oluşturması, başarının önkoşulu olarak görünüyor. Türkiye ise bugüne dek bu önkoşulu yerine getiremeyen hükümetlerce yönetilmiş ve BİTten yararlanma oranı
Çeyrek yüzyıllık gazetecilik yaşamımda en iyi öğrendiğim şeylerden biri şudur: Birisi hakkında, hele yönetimdeki biri hakkında olumlu bir şey yazdığınız anda buna karşı tepki veren çok olur. Tepki gösterenlerin bir bölümü, o kişinin ne kadar kötü biri olduğunu anlatır ve sizi ahbap çavuş ilişkisi içine girmekle suçlar. Kimileri, bununla yetinmeyip, mutlaka bir çıkarım bulunduğu için o kişiden olumlu söz ettiğinizi belirtir. Daha da ileri gidip sizin o yazıyı patronun çıkarlarını hatta Amerikanın ya da başka bir güç odağının çıkarlarını savunmak için yazdığınızı iddia edenler bile çıkar. Bu koşullarda bir bakan ya da bürokrat hakkında olumlu bir şey yazmak cesaret ister. Daha önce bir dönemde TC Merkez Bankası Başkanı olan Rüşdü Saracoğlu için ve 2001 krizi sonrasında bakanlık üstlenen Kemal Derviş için bu cesareti göstermiş ve ağzımın payını almıştım. Şimdi geldiğimiz noktada da bir kez daha bu cesareti gösterip Ali Babacan bir süre daha ekonominin yönetiminde kalmalı diyorum. Hatta daha ileri gidip, göreve geldiği günden bu yana kendini çok geliştirmiş görünen Babacanın şimdiki görevinden alınması halinde bunun ekonomi için içerde ve dışarda olumsuz sonuçlar yaratabileceğini
Anımsanacağı gibi dolar geçen yıla da düşüş sürecinde girdikten sonra şubattan itibaren toparlanarak dolar fanatiklerine moral vermişti. Ancak yılın ikinci yarısında doların euro karşısındaki değer kaybı yeniden güç kazanmış ve euronun değeri 1.36 doları aşarak yeni bir rekora erişmişti. Benim güvenilir bulup izlediğim uluslararası ekonomistlerin çoğu doların düşüş trendinin bu yıl da süreceği kanısında. Euronun 2005 sonu değeri için 1.40 - 1.50 doları öngörenler olduğu gibi 1.70 diyenler bile var. Bu arada, doların özellikle 2005in ikinci yarısında euroya karşı güçleneceğini ve yılı 1.10dan kapatacağını düşünenler de yok değil. Bu tahminleri verirken ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Alan Greenspanin şu sözünü de hatırlatayım: "Kur ya da parite tahmini yapanların tutturma şansı en fazla yazı - tura atanlar kadar olabilir." Önce bir uyarı: ABD dolarının son günlerdeki toparlanışına kanıp "tamam, doların düşüşü sona erdi, yükselişe geçen dolar eurodan intikamını alacak" diye düşünmek için çok erken. Doların toparlanışı önümüzdeki günlerde devam edebilir ama bunun yeni bir trendin başlangıcı olduğunu ve doların euro karşısındaki değer kaybı sürecinin bittiğini söylemek olanaksız.
Yükselen milliyetçi dalgadan güç alan bu saldırgan politikayı eleştirenler ise derhal "vatan haini" damgasını yiyordu. Düşün ve edebiyat dünyasında parlak bir iz bırakarak geçen hafta aramızdan ayrılan Susan Sontag da bu "hain"lerden biriydi. ABDde 11 Eylül saldırısı sonrasında kabaran milliyetçilik dalgası intikam duygularını besledi. Başkan Bushun çevresini kuşatan ve kısaca "Neo - Con"lar diye anılan "Yeni Muhafazakar" kadronun uzun süredir beklediği fırsat doğmuştu. ABD, küresel düzenin tek hakimi olduğunu dünyaya kanıtlamak için saldırıya geçme planını uygulayabilirdi artık. Çerez olarak Afganistan, ilk ana yemek olarak Irak seçilmişti. Plana göre bu yemekler kolayca yenecek ve sıra diğerlerine gelecekti. Rakipsiz süpergüç Amerika, Ortadoğuyu dikensiz bir "demokrasi cenneti" haline getirecekti. Maceraperest "Neo - Con"ların ABDnin "sert gücü"nü kullanarak küresel hakimiyetini kanıtlama planı daha ilk ana yemekte, amiyane deyimle "çuvalladı", Irak lokması ABDnin midesine oturdu. Ortaya çıkan fatura ise ağırdı. Nasıl sonuçlanacağı henüz bilinmeyen bu macera yüzünden: Yalnızca Irakta 200 milyar dolara yakın harcama yapmak zorunda kalan ABDnin askeri ve mali gücünün sınırları
İç talepteki gelişmelerFiyatlardaki gelişmelerİthalat ve ihracattaki artış oranlarıSanayide ve özellikle ihracata yönelik sektörlerde ücretlerin, verimliliğin ve kârlılığın gelişimiYapılan yatırımların verimliliğe etkisiTürkiyeye kısa vadeli sermaye girişlerinin seyriDoğrudan yabancı sermaye yatırımlarının seyriTürkiyede yerleşik tasarruf sahiplerinin dövizden TLye geçme eğilimiDöviz kurlarındaki gelişmeler. Tüm bu göstergeleri yakından izlemek ve aralarındaki ilişkileri doğru kurarak sorun yaratabilecek gelişmeleri önceden belirlemek gerekiyor. Önemli olan dış açığı, bu açığı finanse edenlerin "tehlikeli" sayacağı noktaya kadar tırmandırmamak. Bunu başarmak için de analizi doğru yapmak şart. Türkiye ekonomisi 2004 yılında oldukça başarılı bir performans gösterdi. Yılın ilk yarısında adeta uçtuktan sonra üçüncü çeyrekte hissedilir bir yavaşlama yaşayan ekonominin son çeyrekte yeniden bir miktar hız kazandığı anlaşılıyor ve 2004ü % 8in üzerinde bir büyüme hızıyla kapatacağı tahmin ediliyor. 2005 yılındaki büyümenin % 5lik hedefi aşabileceğini düşünenler de hayli fazla. Ancak bu iyimser tahminleri yapanların bile gözardı edemediği bir riski de var bu tablonun. Türkiyedeki
Son yıllarda yaşadığım en yoğun bilgi ve duygu paylaşımlarına, yaptığım fikir sıçramalarına okuduğum bir yazı ya da kitap vesile olabiliyor, bu sayede bazı yazarlarla gıyabi dostluklar kurduğumu da söyleyebilirim. Gazete yazıları da yazan İngiliz tarihçi Timothy Garton Ash de bunlardan biri. Noelden bir gün önce, 23 Aralıkta The Guardian gazetesinde yayımlanan yazısında Noel şarkılarının belki de en ünlüsü olan "Silent Night, Holy Night" (Sessiz Gece, Kutsal Gece) şarkısının ilginç öyküsünü anlatıyor Garton Ash. Güney Asyadaki korkunç felaketin sarsıcı etkilerini yaşarken şans faktörünün hayatımızdaki ve tarihteki rolü konusunda bizi yeniden düşünmeye zorluyor Garton Ashin yazısı. 1918 yılının Noel günü Avusturyadaki Oberndorf kasabasının papazı, elinde henüz yazdığı bir şarkı sözü metniyle kilisenin orgcusu Franz Gruberin kapısını çalar ve elindeki şarkı sözleri için bir beste yapmasını ister. Gruber besteyi ne zaman istediğini sorar. "Bu akşama yetişmesi lazım" der papaz. O gece yapılacak Noel ayininde kilise korosunun, kilisenin orgu bozuk olduğu için, gitar eşliğinde seslendireceği bir beste istemektedir. Gruber oturur, bugüne dek sözleri 300 dile çevrilen ve dünyada en çok
Financial Timesin değerlendirmesinde, "Avrupa Birliği (AB) ile uyum çabalarının gündeme getireceği kamu yönetimi reformlarıyla IMFnin gerekli gördüğü yapısal reformların birbirini tamamlayarak Türkiyenin yıllardır bastırılan ekonomik potansiyelini açığa çıkarabileceği" de belirtiliyordu.Türkiye 1980lerin ortalarından itibaren hep "potansiyeli yüksek ülke" olarak anıldı. Bu pek de övünülecek bir ünvan değildi çünkü Türkiyenin sahip olduğu potansiyeli doğru dürüst kullanamadığını ifade ediyordu. Geçen çarşamba Financial Times gazetesinde yer alan "Türkiyenin önündeki büyük fırsat" başlıklı yorum şu cümleyle başlıyordu: "Türkiye geçmişteki krizlerin mirasından kurtulma yolunda küçük adımlarla da olsa, adım adım ilerliyor ve daha normal bir ekonomi haline geliyor." Gerçekten de ülkemizde yüksek enflasyonu kronik hale getiren ekonomik ve siyasal istikrarsızlık büyük bir güven bunalımı yaratıyor ve Türkiyenin potansiyelini kullanmasını önlüyordu. Siyasetçilerin gafleti yüzünden 1994 ve 2001de yaşanan kur şoklarıyla güven tamamen kaybolmuş ve TLden kaçış hızlanmıştı. Bu ortamda sermaye kaçısını bir noktada frenlemek ve ekonominin çarklarını çevirecek dış kaynağı sağlamak için IMFden