Yaklaşık bir ay kadar önce Discovery Science’ta bir belgesel izledim.
Volkswa-gen’in fabrikalarından birini tanıtıyor ve ne kadar çevreci olduğundan söz ediliyordu.
Salı günü de BBC Earth’ün Süper Fabrikalar belgeselinde yine bir Volkswagen fabrikası “çok çevreci” diye anlatılıyordu. Tarihin en büyük emisyon yolsuzluğunu yapmış ve milyarlarca dolar tazminat ödemeyi kabul etmiş bir şirketin hem sahtekârlığını unutturmak hem de yeni nesil tüketicinin kafasında da “çevreci” olarak kodlanmak için uğraşması normal. Evrensel belgesel kanallarının, kendi kriterlerine göre, yayınlanmaya değer büyüklükteki işleri parayla çekip, yayınladıklarını biliyordum ama ha bire çevreci demeleri canımı sıktı.
Twitter’da Volkswagen için “çevreci” vurgusu yapan belgeselleri ve karbon emisyonu skandalını hatırlatan bir mesaj yazdım.
Mesajı attım, 2-3 dakika sonra bir baktım, ana akış sayfamda o mesaj yok.
Sonra üç aşağı beş yukarı aynı mesajı yazıp tekrar yolladım, o da akış sayfamda 2-3 dakika kaldı, sonra uçtu.
Ben de Twitter hesabını etiketleyerek neden Volkswagen ve karbon emisyonu tweet’lerimi sildiniz diye sordum, o mesaj da 3-5 dakika sonra uçuverdi.
Hani ifade özgürlüğü konusunda çok hassas bir platform diye biliyoruz ya Twitter’ı, şaşırdım.
Türkiye, Çin’de üretilen koronavirüs aşılarından sadece Sinovac’ın ürettiği aşıyı satın aldı.
Oysa Sinopharm’ın ürettiği bir başka aşı daha var.
Bu aşı, hem Sırbistan, Pakistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kolombiya, Peru gibi birçok ülkede yaygın olarak kullanılıyor hem de yüzde 79.34 gibi yüksek bir koruyuculuk oranına sahip.
Türkiye, bu aşıdan almayı neden düşünmedi acaba?
Türkiye’nin satın aldığı Sinovac aşısı diyelim ki en güvenilir aşı.
Çin firması Sinovac, lojistik gerekçelere dayanarak bu aşıyı Brezilya ile ortak üretme kararı aldı.
Meksika, Arjantin ve Venezuela da Sinovac’ın ortak üretim yapabileceği ülkeler arasında gösteriliyor.
50 milyon doz aşıyı teslim alacağı tarih belirsiz olan Türkiye ortak üretim koşullarını hiç konuştu mu acaba?
Türkiye, yeni üretim tipi olarak bilinen mRNA aşılara çok fazla güvenmiyor diyelim. Varsayalım ki Pfizer-BioN-Tech aşısının geç alınma ve Moderna aşısının hiç alınmama nedeni de bu güvensizlik.
- Rusya’nın ürettiği Gameyala aşısı, Belarus’tan sonra bir Avrupa Birliği üyesi Macaristan’dan da onay aldı. Bu da Çin’den aldığımız gibi bir viral vektör aşısı. Bu aşıdan almayı düşünüyor musunuz?
- Tıpkı Çin’den aldığımız aşılar gibi bir başka viral vektör aşısı da Oxford Üniversitesi’nin İtalyan ilaç firması Astra Zeneca ile ortaklaşa ürettiği aşı. Bu aşı bilinen en ucuz aşı. Aşıyı geliştiren Prof. Dr. Sarah Gilbert kendi üçüzlerine de ürettiği aşıyı uyguladı. Türkiye bu aşıdan almayı düşünüyor mu?
Vatandaşa aşılanma çağrısında bulunmak iyi ama olmak isteyen aşı bulamıyor.
Çin’den bir daha ne zaman aşı gelecek onu da bilmiyoruz. Piyasada Çin üretimi aşıyla aynı şekilde üretilmiş iki aşı daha var ama o firmalardan neden aşı almadığımızı da bilmiyoruz.
Siz bize maske-mesafe-temizlik sorumluluğumuzu hatırlatıyorsunuz, iyi yapıyorsunuz ama biz de bir an önce aşı olmak ve tam eskisi olamasa bile, eski hayatımıza yakın bir yere dönmek istiyoruz Sayın Bakan.
İstanbul İl Hıfzıssıhha Kurulu, 15 Ocak’tan itibaren 20 yaş altı ve 65 yaş üzerinin toplu taşıma kullanmasını yasakladı.
Aslında 65 yaş üzerine böyle çektirmek yerine hepsini vuralım gitsin.
Şakası bile iğrenç ama bir kararı alırken, enine boyuna düşünmek gerekiyor.
Mesela İstanbul’da, kış mevsiminde daha çok emeklilerin yaşadığı Adalar ilçesinde oturanlar ne yapacak?
Vapur toplu taşıma aracı değil mi?
“Vapura binemiyorlarsa, motora binsinler” diyenler çıkacaktır, geçmişte de “Ekmek yoksa, pasta yesinler” diyen biri vardı.
Belki de koronavirüs bir mutasyon daha geçirmiştir ve Türk tipi koronavirüs vapurda bulaşıp, motorda bulaşmıyordur.
Ama bir sorun daha var, Burgaz ya da Kınalı’da oturan birisi sağlık hizmeti almak için Büyükada’ya ancak vapurla gidebilir, tüm adalara sefer yapan motor yok.
Bedava tuvalet kaldı mı, kalmadı...
Bir bardak su da parayla, bilene adres sormak da...
Çöpün bile parayla satıldığı gerçek dünyada yaşayıp, sanal dünyada bedava yaşadığımızı zannetmek ne büyük çelişki.
Akıllı cihazlarımız, para vermediğimiz uygulamalarla dolu ama bu onların bedava oldukları anlamına gelmiyor.
Bedava hizmet karşılığında, telefon rehberimizi, IP numaramızı ve daha bir sürü bilgiyi veriyoruz karşı tarafa.
Tüm Türkiye’de adı şu an en fazla bilinen üniversite rektörü Boğaziçi’ne atanan Melih Bulu. Boğaziçi gibi marka bir üniversiteye atanmış olmak Melih Bulu’nun şansı mı, şansızlığı mı orası biraz karışık zira arşivlerde çok az konuştuğumuz rektörler ve icraatları var.
Türkiye’de büyük bir üniversitenin rektörü bir holdingde görev yapan arkadaşını üniversiteye genel sekreter yaptı, rektörün oğlu da söz konusu holdingde işe başladı.
Bir başka üniversitenin rektörünün, dekanlık yaptığı sırada 28 adayı eleyip, oğlunu başında bulunduğu fakülteye araştırma görevlisi olarak aldığı ortaya çıktı.
Bir başka rektör, eşini tarif eden öğretim görevlisi kadrosu çıkarmıştı. Neyse ki YÖK görevine son verdi.
Bir başka rektör kardeşi ve yeğeni için kadro açtırmakla kalmamış, 10 yıllık makam şoförünü de bir fakültenin genel sekreterliğine atamış.
Bir başka rektör yardımcısı kardeşini yüksekokul müdürü, kızını da Almanca okutman yapmış.
Makam aracının 0’dan 100 kilometre hıza 8.2 saniyede ulaşmasını ihale şartı olarak belirleyen rektör de gördü Türkiye.
Daha acısı, bin 300 lira bedelle kiralanan lojmanı için 145 bin lira mobilya parası ödeten de rektör de var.
Pınar Gültekin, öyle vahşi bir cinayete kurban gitti ki hikâyesini öğrendiğimiz andan itibaren hepimizin kızı, kardeşi, arkadaşı oldu; davası hepimizin davası haline geldi.
Pınar’ın babasının dava sürecine dair çabasını büyük bir acıyla takip ediyorum günlerdir.
Canım acıyor zira Pınar’ın cinayetinin ardından sosyal medya hesabında, annesi haricinde arkasında yeterince durulmadığını gösteren mesajları vardı.
İçinde “Keşke ölmeden önce...” cümlesi olan bir yazı kaleme almaya karar vermiştim.
Pazartesi günkü duruşmadan sonra bu duygumu yazacaktım.
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, “Seçimle iktidar değişimi darbeyi engellerdi” diyor. Oysa tarih tam aksini söylüyor. Seçim tek başına darbenin önüne geçmeye yetmiyor işte. Hatta seçimden bir hafta sonra seçim sonuçlarını beğenmeyenler yine süngü gösterebiliyor
27 Mayıs, Türkiye’de her zaman darbeyi destekleyenler ve darbeye karşı çıkanlar iki taraf olarak tartışıldı. Oysa durum hiç de öyle değil. Mesela darbenin başına geçirilen Cemal Gürsel, sonuna kadar idamlara karşıdır. Hatta 4 Ağustos 1961 günü, Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol ile görüşür ve bu fikrini söyler. 18 Nisan ve 21 Haziran 1961 günlerinde de Yassıada Komutanı Tarık Güryay ile aynı konuyu konuşur, hatta “İdam çıkarsa, istifa ederim” der. Gidişatı değiştirme gücü olmayan sadece Gürsel değildir. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün infazların yapılmaması için yazdığı mektup da, Milli Birlik Komitesi’nin mahkeme kararlarını görüştüğü toplantıda okunmasına izin verilmez. Darbe mağdurlarına gelince, onlar içerisinde de çeşitli bölünmeler vardır. Özellikle yargılamalar esnasında delil olarak kullanılan Ethem Menderes, Şemi Ergin ve Refik Koraltan’ın günlükleri Demokrat Parti içi tartışmaları derinleştirmiştir.
Gürsel’in telgrafı
Darbenin başına geçirilen Cemal Gürsel’e “Etkisiz Eleman” muamelesi yapıldığının başka örnekleri de var. Mesela, Adnan Menderes’in Ayhan Aydan’dan olan bebeğini Zeynep Kamil Hastanesi Başhekimi’ne öldürttüğü iddiasıyla açılan dava ve ardından gelen Başbakanlık kasasından kadın iç çamaşarı çıktı gibi, çirkin ve son derece aşağılayıcı ifadelerin kullanıldığı duruşmaların basına kapalı yapılması için Ada Komutanı’na telgraf çeker Cemal Gürsel. Telgraf gelince duruşmaya ara verilir, bu telgrafı gerçekten Gürsel mi çekti diye telefon açılır, evet telgrafı Gürsel çekmiştir. Mahkeme Heyeti, “Celse başladı, şimdi ara karar vermek olmaz” diyerek açık duruşmaya devam eder.
Yassıada komutanı
Devlet Başkanı ve bir orgeneral önce yarbay sonra da albay olan Yassıada Komutanı Tarık Güryay gibi bir alt rütbeliye bu kadar içini açar mı diye düşünenler olabilir. Gürsel ile Güryay, 1944’te İzmir’de 12. Kolordu Topçu Alayı’nda birlikte görev yaptılar. Ama daha önemlisi, Nisan 1960’ta, Ankara Orduevi’ndeki özel masasında, Gürsel’e darbecilerin başına geçmesi için teklifi götüren isim Tarık Güryay’dır. Darbe günü Ankara’da görev almış ve hemen ardından Gürsel tarafından Yassıada Komutanı olarak atanmıştır.
Tartışmaların başladığı yere dönelim: Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, “Eğer 25 Mayıs’ta Menderes Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı 27 Mayıs askeri darbesi büyük olasılıkla önlenebilirdi” dedi. Başbuğ, “seçim” cümlesini durduk yere söylememiş. Okuduğu bir anıda Eskişehir gezisinden iki gün önce toplanan Demokrat Parti Genel İdare Kurulu’nda Sıtkı Yırcalı’nın “Derhal seçimleri yapacağımızı açıklayayım” sözüne, Adnan Menderes’in “derhal” diye cevap verdiği bilgisinden yola çıkmış.