Türkiye ile İsrail arasında olası bir yakınlaşma senaryosu konuşuluyor son üç gündür. Bu senaryoyu duygusallıkla yorumlayanlar var ama asıl olması gereken “duygu” ve akıl için önemli olan Türkiye’nin menfaatleri değil mi?
Türkiye ile İsrail arasında imzalanacak olası bir Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması Doğu Akdeniz’de gerginliği büyük ölçüde bitirecek, Türkiye’nin “Biz olmadan olmaz” tezini dönülmez noktaya getirecektir. Böyle bir anlaşma İsrail’e de deniz alanı kazandıracak. Böyle bir anlaşmanın kaybedeni Yunanistan ve Rum Kesimi olacaktır.
ABD’de göreve başlayacak yeni Başkan Biden’ın, Yunanistan lobisiyle 1970’lerden beri devam eden bir ilişkisi var. Doğu Akdeniz’de bitecek olan gerginlik hem ABD-Türkiye hem de AB-Türkiye ilişkilerine yansıyacaktır. ABD ile sorun olan dosyalardan birinin masadan çekilmesi, Suriye gibi çetrefil dosyalarda Türkiye’nin elini rahatlatır.
Washington’da şu an en kuvvetli lobi Yahudi lobisi. Türkiye-İsrail arasındaki yumuşama süreci, Yahudi lobisinin hemen Türkiye’den yana tavır alacağı anlamına gelmez ama en azından Yahudi lobisi, Türkiye karşıtı diğer lobilere güç sunmaktan vazgeçer.
Türkiye’de bir sürü isim ABD’nin Ortadoğu’da İsrail’e dost bir devlet yaratmak için bir “Kürdistan” kurdurmaya çalıştığını düşünür ve tezlerini de bu fikrin üzerine kurar. Bugün Ortadoğu’da, İsrail’e düşman devlet neredeyse kalmadı. Bu yeni duruma, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin düzelmesi tablosu da eklendiğinde “İsrail’e dost olsun diye Kürdistan kurma” tezi anlamanı yitirecektir.
Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşma senaryolarına, Doğu Akdeniz, Washington ve Brüksel üzerinden bakılması gereken bir zaman dilimindeyiz.
Türkiye, 11 Aralık’tan beri Çin’den aşı bekliyor. Aşılar, pazartesi sabaha karşı Türkiye’de olacak ama yaklaşık 2 hafta sürecek bir onay süreci var. Aşının etkili olması için de 3-4 hafta arayla iki doz uygulanması lazım. Bu da şubat ortasından önce aşıdan fayda sağlayamacağımızı gösteriyor. Çin’deki özel hastanelerde her isteyene yapılacak kadar çok olan bu aşılar neden 2 hafta gecikti? Aşıların eczanelerde satılacak hale geldiği günün KDV oranlarının belirlenmiş olması aşılamanın başlamadığı gerçeğini değiştirmiyor.
Pfizer-BioNTech aşısı Avrupa Birliği içerisinde de dağıtılmaya başladı. Dozu, ABD’ye 19.5 dolara, AB ülkelerine 18.5 dolardan satıldı. BioNTech CEO’su Uğur Şahin, Türkiye için aşı ayırdıklarını ama görüşmelerin sürdüğünü söylüyor. Eğer Türkiye’nin tercihi maliyete göre şekilleniyorsa, hastalık yüzünden kaybettiğimiz her sağlık emekçisinin yetişme maliyetini de, kapatmaların ekonomiye etkisini de hesaba katmak gerekir.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca dün akşam Türkiye’nin aşılama programının ana hatlarını açıkladı. Ana hatları diyorum zira ikinci parti aşı ne zaman gelir, kaç tane gelir, onların hepsi muamma. Normal zamanda bile engellilerin sokağa çıkmakta güçlük yaşadığı bir ülkeyiz biz. Can kaybı olmasın diye aşılama kararı doğru olsa bile, her dakika herkesle temas halinde olan kolluk kuvvetleri öncelikli grupta olabilirdi.
Çin aşılarının, Brezilya’da yürütülen 3. faz çalışma sonuçlarının açıklanması 3. kez ertelendi. Ertelemeyi isteyen de aşıyı üreten Sinovac firması. Neymiş, tüm ülkelerde sonuçlar birlikte açıklanacakmış. Türkiye açıkladı işte, Endonezya, ocak ortasında açıklayacak. Her gün insanlar ölürken “aynı anda açıklama” ertelemesi aşıya duyulan güveni azalttı durduk yere.
İngiltere ve ABD gibi ülkeler hamilelerin aşılanıp aşılanmayacağını tartışıyor, Danimarka, insanları arayıp, aşınız ayrıldı, şu tarihte yapılacak diye randevuları oluşturuyor. Türkiye’de aşılama nasıl olacak acaba? Aile hekimleri mi aşı yapacak, hastaneler mi, belirsizlik çok fazla. Aşı kuyrukları 3. dalga yaratır diye endişe ediyor insan.
Çin’den gelecek Sinovac aşısı üretim için canlı hücreye yani hammaddeye ihtiyaç duyuyor, mRNA türü dediğimiz aşılar hammadde ihtiyacı olmayan ve daha kolay üretilen aşılar. Türkiye 50 milyon doz aşı alacağını açıklamıştı. Bu da 25 milyon insanın aşılanması anlamına geliyor. 38 milyon nüfuslu Kanada’nın 246 milyon doz aşı anlaşması yapması haksızlık ama 83 milyonluk Türkiye’nin ihtiyacı da 50 milyon dozun yaklaşık 3 katı. Daha önce 18 yaş altı aşılanmayacak denmişti ama koronavirüsün mutasyon geçirdikten sonra özellikle 18 yaş altına daha çok etkilediğine dair bir sürü haber çıkıyor Avrupa’da. Alınan 50 milyon doz sonrası için yol haritamız ne acaba?
Kim ne derse desin, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca aldığı sorumluluğun altından yüzünün akıyla çıktı. Beğenmediğimiz, erken bulduğumuz kararlar oldu ama o kararlarda da ekonomiyi açık tutma etkisini göz ardı edemeyiz. Ancak aşı meselesi Fahrettin Koca için ciddi bir risk barındırıyor. 89 dakika görevini iyi yapan bir kaleci, 90. dakikada hatalı gol yediğinde nasıl kimse geçen 89 dakikaya bakmazsa, aşı temini ve sürecin yönetimi Fahrettin Koca’nın 90. dakikası haline gelebilir.
Tüm ülkelerin işe yaradığı ispatlanan her aşıyı aldığı bir dönemde, Türkiye neden tek kaynağa muhtaç kalıyor, orası da başka muamma...
Dünya üzerinde şu an en nefret edilen kelime nedir diye bir araştırma yapılsa, “mutasyon” açık ara birinci gelir.
Oysa mutasyon bazen çok işe yarayabilir.
Doğu Asya’da yaz aylarında görülen mutasyonun ardından koronavirüs vakalarının çok daha hafif seyrettiği ülkeler olmuştu.
İngiltere’de tespit edilen mutasyon koronavirüsün spike proteininde iki amino asidin eksik olduğunu gösteriyor.
Moleküler biyolojide “silinme” denilen bir etkinin sonucu bu.
Tüm dünya “Bu mutasyon aşıları etkisiz hale getirir mi?” diye soruyor ya, Avrupa medyasında yer alan uzman görüşlerinin tamamı aynı şeyi söylüyor: “Bu mutasyon aşıları etkisiz hale getirmez.”
Neden sorusunun cevabı şu: “Geliştirilen aşıların tümü, koronavirüs spike proteinine dair bilgileri, mutasyona rağmen bağışıklık sistemimizi uyaracak şekilde kodlamak üzere tasarlandı.”
Bir domatesin yetişmesi için 12.5 litre su harcanıyor.
Bir portakal için 53, bir elma için 68 litre su tüketiliyor.
Bir avokado üretimi için harcanan su miktarı farklı kaynaklara göre 227 ile 270 litre arasında.
Türkiye’de Antalya’dan başlayıp Mersin’e kadar uzanan alanda giderek artan bir üretimi var avokadonun.
Evet, ihraç ürünü olduğu doğru ama 2019’da avokado ihracatımız bir milyon dolardan sadece biraz fazla.
Avokado üretmeyelim, dertler bitsin demek değil bu.
Tek bir tavuk yumurtası için 200, bir bardak çay için 28, bir fincan kahve için de 140 litre suya ihtiyacımız var.
Ürünlerin maliyetini sadece tohum, gübre, emek olarak hesap edemeyeceğimiz, mutlaka suyu da dikkate almamız gereken bir dönemde yaşıyoruz.
Türk malı bir dezenfektan paniği yaşanıyor Avrupa’da. Danimarka’da başlayan çalışmadan sonra 140 bin litre dezenfektana el koydu AB Yolsuzlukla Mücadele Ofisi. Tehlikeli seviyede metanol içeren dezenfektanlar körlüğe bile yol açabilir diyorlar.
İnsan merak ediyor, bu dezenfektan Türkiye’de, iç piyasada da satıldı mı? Geçen ağustostan bu yana birileri bakmıştır, satıldıysa toplatma kararı almıştır diye ummak istiyor insan. Fakat başka veriler soruları sormayı gerektiriyor:
Mesela, Alman otomotiv devi VW, emisyon sahtekarlığı yüzünden, ABD’den Avrupa’ya, oradan Avustralya’ya kadar milyarlarca euro tazminat ödedi. Türkiye’de en çok satılan ithal otomobil ama bir euro bile ödemedi. Neden?
Bayer, istenmeyen otları yok eden ilacı kansere neden olduğu gerekçesiyle yüz milyonlarca dolar ödeyerek ABD’de davacılarla anlaştı. Çeşitli Avrupa ülkelerinde açılan davalar devam ediyor. Bu ilacın en fazla kullanıldığı ülkelerden biri olan Türkiye’de açılmış tek bir dava bile yok henüz. Acaba niye?
Fuhuş evi demese sorun yok, öyle mi?
Ehven-i şer, yani “Kötünün iyisi” lafını bu topraklarda kullandığı bilinen ilk kişi Halide Edip Adıvar’dır.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD mandasını bu sözle savunmuştur Halide Edip.
Pazartesi akşamı Washington’dan gelen “Türkiye’ye yaptırım” haberi de tam bir ehven-i şer, yani kötünün iyisi durumu aslında.
“Kötü” diye tanımlanacak iki nokta var.
Birincisi, ABD sadece kendisinin kabul ettiği, uluslararası hukukta yeri olmayan bir yasayı bize ve tüm dünyaya dayatıyor.
İkincisi, “Türkiye’nin meseleyi müzakere edelim” çağrılarını duymazdan geldi.
Dolayısıyla, Türkiye yaptırımlara tepki göstermekte ve karşılıklılık ilkesini işleteceğini söylemekte sonuna kadar haklı.
“İyisi” diye tanımlayabile-ceğimiz kısma gelince...
İstanbul’un su konusunda imdadına yetişen yerlerden biri de Istranca.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde başladı su getirme işi, halen devam ediyor.
Şimdi bir kalker ve dolomit ocağı kapasite artışı için Istranca Ormanları’nda 144 bin 871 ağacı kesmek istiyor.
Ne dünyada ne de Türkiye’de rezerv problemi olmayan madenler için bu kadar ağaç kesilirse ne olacak?
“Çin malı”, “Çin pazarı” denilince ucuz ama kalitesiz ürünler gelir çoğu kişinin aklına.
Koronavirüse karşı Türkiye’de uygulanacak “Çin aşısı” için de benzer bir hava dolaşıyor ortalıkta.
İlk başta koronavirüsün kaynağı olarak damgalanan yarasa çorbası nasıl Çin mutfağında yer almıyorsa, Çin malları konusunda da fena halde eksik bilgilerimiz.
Çin yönetimi son yıllarda dünyanın fason üretim üssü olma fikrinden vazgeçip, kendi global markalarını yaratma politikasını benimsedi.
Sonuçta dünyanın en değerli 500 markası listesi içerisindeki Çinli şirketlerin sayısı arttı.
Toplam 6 trilyon dolar değer biçilen bu 500 markalık listedeki Çin şirketlerinin değeri 1 trilyon doları aştı.
Bankacılık sektöründe en değerli markalar listesinde ilk 10’a girebilen iki marka da Çin markası.
Sigortacılıktan teknolojiye ve yazılım sektörüne kadar bir sürü alanda Çin global markalar yaratmayı başardı.