Sosyal medyaya düşen Kovid-19 testi görüntülerindeki üzerinde Cumhurbaşkan-lığı forsu olan yüzük çok konuşuldu sosyal medyada.
Arama motorlarına girince gördüm ki bir sürü alışveriş sitesinde satılan, kuyumcu ve gümüş üreticilerinin de üretip piyasaya sunduğu yüzükler bunlar.
İçinde Osmanlı tuğrası olan modelin fiyatı 318 lira, mineli olup, 550 lira seviyesinde satılan da, hatta çiçek siparişiyle beraber 180 liraya yollanan modelleri de var.
Model çok, üreten çok ve belli ki bu fors kullanma işini bir düzene sokmak gerekiyor.
“Ölümcül koronavirüs”
Bu memlekette, kanser dahil tüm hastalıklar için “Amansız hastalık”, “Ölümcül hastalık” denmemesi gerektiğini öğrendi medya.
Cumartesi sabahı, ülkenin büyük haber kanallarından birinin haber bülteninde spiker “Ölümcül koronavirüs” diye başladı haberine.
Pasaportlarına sahip olmayı çok istediğimiz, ABD, İngiltere, İtalya ya da İspanya gibi ülkelerin bir salgın karşısında çöken sağlık sistemlerini, yüz bin kişiye düşen yoğun bakım yatak sayılarının bizden az olduğunu görünce, kendi pasaportumuzu daha çok sevmeye başladık.
İşten arta kalan zamanda vakit ayırdığımız, evimizin ve çekirdek ailenin kıymetini anladık.
Para kazanmak yaşama amacı olmaktan çıktı. Para sağlıklı olmak, sağlıklı beslenmek için araç haline geldi.
Globalleşme ve “Daha ucuza almak mümkünken, neden üretelim ki?” teranesi bitti. Üretenin, sonunda kazanan olacağını anladık.
Türkiye’de sokağa çıkma yasağı ilan edilmesini isteyen milyonlarca insan var.
Durduk yere talep etmiyor insanlar bunu, evde kalmak yerine parklarda dolaşıp, balık tutanlara duyulan öfkeden kaynaklanıyor bu arzu.
Oysa öfke yerine, akılla karar vermek zorundayız.
Mesela Almanya’da oldukça bilimsel bir tartışma yürüyor bu konuda.
Mart ayında gıdaya ve temizlik ürünlerine normal bütçemizin kat ve kat üzerinde para harcadık.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, kredi kartı asgari ödeme oranlarını iki üç ay için daha aşağıya çekse keşke...
Evde daha fazla oturduğumuz için daha fazla elektrik, daha fazla doğal gaz, daha fazla su harcadık.
Mesela Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu, İGDAŞ ya da İSKİ’ye, mart-nisan faturalarının vatandaştan üçer taksit halinde alınması talimatı verse. Mesela, elektrik dağıtım şirketleri mart faturalarını gelecek üç ayın faturalarına bölmeyi düşünseler...
“Uzaktan eğitime” bir günde geçmedi Türkiye.
“Bazı iş yerlerinin kapatılması” da bir toplantıda, birinin aklına geldiği için alınmış bir önlem değil.
Bunların tamamı Nisan 2019’da Resmi Gazete’de yayımlanan “Pandemi Eylem Planı” içerisinde yer alan maddeler.
“Türkiye’de bölgeler arası yayılımı geciktirmek ve etkin bir aşıya ulaşılana kadar zaman kazanmak” amacıyla hazırlanmış bir plan bu.
Sizin gibi düşünmeyen, Sizin yaşam biçiminizden hoşlanmayan,
Sizden nefret ettiğini düşündüğünüz,
Ve hatta elinde imkân olsa sizin yaşam biçiminizi değiştirmek isteyeceğini bildiğiniz insanların, koronavirüs nedeniyle hasta olmasını ya da ölmesini ister misiniz?
Can Dündar’ın fotoğraftaki tweet’ini gördüğümde gözlerine inanamadım.
O mesajın altına yazılan yorumları gördüğüm zaman daha da büyüdü hayal kırıklığım.
Sadece bizim gibi düşünenleri sevip, onlara yaşam hakkı tanıyarak hümanist olamaz insan.
Sadece aynı fikirde olduklarım kalsın diyerek, diğerleri hastalansın ya da ölsün diyerek demokrat da olamaz.
En iyi ihtimalle, salgın bir hastalığa karşı tedbirsizlik eleştirisinden söz edilecekse, o da böyle yapılmaz...
R-Naught ya da R-0 adını hiç duydunuz mu?
Bir enfeksiyonun kaç kişiye bulaşacağını hesaplamak için kullanılan yöntemin adı bu.
Dünya Sağlık Örgütü, koronavirüs almış her kişinin, hastalığı 1.4 ile 2.5 arasında insana bulaştıracağını hesapladı.
Buna karşın diğer araştırmacılar, her hastanın, virüsü 2.5 ile 3 arasında insana bulaştıracağı düşüncesinde.
İtalya’da mahsur kalan Türk bir aile biliyorum.
Çocuklarının gittiği okulda koronavirüs taşıyan iki İtalyan öğrenci çıkmıştı.
Bir süre beklediler sonra, baba, tüm ülke karantina altına alınmadan Almanya’ya uçtu.
İtalya’da salgın bilinmesine rağmen tek bir soru sorulmadan Almanya’ya girdi, sonra İtalya’dan geldiğini söylemeden uçak biletini aldı, İstanbul’a uçtu.
Pasaport polisi “Nereden geliyorsunuz?” diye sordu, “Almanya’dan” diye cevapladı, pasaportuna giriş mührü vuruldu.
Sonra merakına yenildi, polise, “İtalya’dan gelsem ne olacaktı?” diye sordu, Polis memuru “Gelemezsin ki İtalya’ya uçuşlar iptal” diye cevapladı adamı.
İtalya’da seyahat yasağı getirildiğinde Türk anne ve iki çocuğu hâla ülkedeydi.
Baba önce Fransa’nın İtalya sınırına yakın bir yerden şoförlü bir araç kiraladı, sonra o araba 200 kilometre mesafedeki yere gidip ailenin kalanını aldı.